Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Aralık '18

 
Kategori
Anne-Babalar
 

"Koşma Düşersin"

Çocuklu ailelerin bulunduğu ortamlarda sık sık duyduğum bir uyarıdır. Çoğunlukla anneler kullanır. Babaların ön aldığı veya eşlik ettiği zamanlar da olur.

Amaç elbetteki çocuğu korumaktır. Gerçekleşir mi derseniz genellikle hayır. Çocuk koşar ve düşecekse düşer. 

Ailenin yaklaşımı "Ben sana söylemiştim, bak gördün mü? Sözümü dinlemiş olsaydın başına bu gelmezdi" şeklinde olur.

Bu söylemin çocuğa pek faydası olmaz.

Anne-babaya bazı faydaları olabilir.

Aile öncelikle, büyük sözü dinlemenin önemini bir kez daha vurgulama fırsatını bulmuş olur. Sözümden çıkmamalısın temel öğretisini pekiştirmenin bir yoludur.

Çocuk anlamalıdır ki; büyükleri herşeyin en iyisini bilirler ve ömür boyu onların koruyucu kanatları altında olmak kendisine güvenlik sağlar. Ne güzel. Düşünmek yok, karar vermek yok, yanlış yapma riski yok. Bedava konfor. Büyüklerin sana ne zaman nerede ne yapacağını söyleyecek. Otur oturduğun yerde veya ayağa kalkarsan da koşma yavaş yürü. Koşacaksın da ne olacak? Olimpiyatlara mı katılacaksın?

Yürümesini de yasaklamaya ne dersiniz? 

Bir diğer faydası, aileye kendi vicdanını rahatlatma imkanı vermesidir. "Ben çocuğuma göz-kulak oluyorum, görüyorsunuz iyi anne-babayım ama elden ne gelir, beni dinlemiyor. İçim rahat. Ben görevimi yaptım onu uyardım. Daha ne yapsaydım yani" der anne-baba içinden veya dışından.

*Koşmak veya koşmamak.

Çocuk koşmalı mı, koşmamalı mı? Size ne ki?

Nasıl isterse, içinden ne geliyorsa öyle yapsın.

Koşmak istemeyen bir çocuğu zorla koşturamayız. 

Koşmak isteyeni de durdurmamalıyız. Çocuğu zincire vurmayalım. Bırakalım koşabildiği kadar çok ve hızlı koşsun. Kendi gücünü hissetsin. Limitlerini tanısın.

Koşmak çocuğun içinden gelen ve büyüyüp serpilmesi için gerekli bir olgudur. Sağlıklı çocuk kıpır kıpırdır. Bağlasan durmaz.

Bize düşen ona koşması için uygun ortam sağlamaktır.

Ya düşerse? Düşsün. Çocuk düşe-kalka büyür. 

Yazın dizleri yara bere içinde olmayan kısa pantolonlu çocuk çocukluğunu yaşamamış demektir.

Bırakın koşsun demek uygun olmayan ortamlarda düşüp kendisine zarar versin demek değil. Çelme takıp düşürün de demiyorum.

Koşma düşersin demek kolay ama gerçek hayatta karşılığı yok

.Anne-babalara düşen görevler var.

Üstlenmeye hazır mısınız?  

*Nedir görevlerimiz?

Anne-babanın görevi çocuğa sürekli olarak yasaklar koyarak ne yapmayacağını söylemek değildir. Bu kolaycılıktır ve çocuğa faydası da yoktur. Çocuğu pasifize eder ve gelişimini yavaşlatır.

Böyle çocuklar, kişilikleri iyice köreltilememişse, anne-baba kontrolundan çıkınca kendilerini bulurlar ve gelişmeye başlarlar. Açıklarını kapatabilirler mi derseniz, cevabı zor. Çocuğa bağlı, olabilir de, olmayabilir de. Birikmiş baskı çocuğu aşırılıklara da sevk edebilir.

Asıl görev, çocuğa emniyetli uygun ortam sağlayıp, yapması gerekenleri nasıl yapacağı konusunda, ihtiyacı olduğunda,  rehberlik etmek, yol göstermektir. Bu cümledeki kilit önerme "itiyacı olduğunda" sözüdür. Bu konuya tekrar döneriz.

Anne-baba çocuğu davranışlarında olabildiğince özgür bırakmalıdır. Sınırlamalar çok gerekli alanlarda olmalıdır. Başka bir deyişle günlük yaşamında çocuğun yapabilecekleri çok, yapamayacakları az olmalıdır.

"Koşma" diye bir sınırlama olamaz. Yaradılışa aykırıdır.

Çocuk her yaşında o yaşın gereğini yapabilmelidir. İki yaşındayken o çağın gereğini yapmasına izin vermediğimiz çocuk kırk yaşına geldiğinde de kırkın gereğini yapamaz. Diğer bir deyişle, karar verme yetisi açısından muhtemelen hala çocuktur.

Çocuk yetiştirmek "kontrollu ve bilinçli risk" almayı gerektirir. Buna anne-babalık sanatı denir. Bilinçli olursak çok kolay ve zevklidir. Olmazsak en başta çocuğa sonra kendimize karşı eziyete dönüşür.

Hiç risk almamak da bir hareket tarzıdır. Kendine güveni az olan anne-babalar bu yoldan giderler.

Bu durumda çocuk eğitimsiz kalır. Hayatın temel fonksiyonu olan eğriyi doğrudan ayırma melekesi gelişmez. Yaşadığı sürece karar verme güçlüğü içinde olur. Yönlendirilmeye yatkın olur.

*Koşma ortamı.

Koşma konusundan devam edelim.

Çocuklara nefes alma ortamı sağlamalıyız.

Atletizm pistine gerek yok. 50-60 metrekarelik tehlikelerden arındırılmış çim veya düzeltilmiş toprak yeter.

İki yaşındaki her çocuk annesinin elinden tutup evinden mahallesinin çocuk "nefes alma" ortamına ulaşabilmelidir.

Yerel yöneticiler lütfen çocuklara nefes alacakları ortam sağlayın. Sevaba girersiniz.

İyi de hep parkta duramayız ki, yazı var kışı var derseniz haklısınız.

Önce prensibi koyalım:

Her fırsatta çocuğu dışarı çıkaralım. Hava şartlarını, (aşırı yağmur, fırtına gibi) özel durumlar dışında engel olarak görmeyelim. Böylelikle çocuğun hareket ihtiyacının önemli bölümü karşılanmış olur.

Yeter mi? Yetmez.

Evde de kendisine rahat nefes alabileceği bir ortam sağlamalıyız.

Ailenin ekonomik gücüne göre; oyun odası olabilir. Evimiz küçükse oyun köşesi olabilir. Ayrılan bölümü çarptığında çocuğa zarar verecek sert ve keskin köşeli eşyalardan arındıralım yeter. Boyutu o kadar önemli değil.

*Çocukluysak yemeğe çıkmayacak mıyız?

Geldik "koşma düşersin" in en çok duyulduğu ortamlara.

Üzgünüm. Çocuğunuz yürümeye başladığında  masada sıkılmadan oturacak yaşa gelinceye kadar yemeğe çocuğunuzla birlikte çıkmanızı önermem.

O yemek hem siz hem de çocuğunuz için eziyet olur. Yazık size de çocuğunuza da.

*Rehberlik-İhtiyacı olduğunda.

Büyükler kendilerini çocuklardan daha akıllı sanırlar. Doğru değil.

Daha uzun yaşadıkları için daha fazla deneyim sahibidirler. Hepsi bu. Bir de sabırları daha azdır.

Genelde yaptığımız ve çocuğun gelişmesine engel olan temel yanlışımız ön alıp, çocuğa düşünme fırsatı vermeden, diğer bir deyişle, o ihtiyaç duymadan ne yapacağını söylememiz ve bununla da yetinmeyip  onun adına yapmamızdır.

Örnekleyelim:

Çocuklar bir-iki yaşlarında anne-babaları tarafından parka götürülürler. Hoşlarına gider. Tekrar gitmek isterler.

Parka gideceklerini anladıklarında olay şöyle gelşir.

Çocuk, hemen terliklerini ayağından çıkararak ayakkabılarını aramaya başlar. Bulduğunda kapının önüne oturur ve giymeye çalışır. Hangi ayakkabıyı hangi ayağına giyeceğini bilemeyebilir.

Yanlışımız şurada başlar.

Çocuğa yeterli reaksiyon süresi vermeden "Hadi ayakkabılarını giy" dediğimizde zihinsel gelişimine engel olmuş oluruz.

Bununla yetinmeyip ayakkabılarını bizzat giydirirsek el becerilerini geliştirmesinin önünü de tıkamış oluruz.

Başlarda desteğe ihtiyacı olabilir. O zaman yardım edebiliriz. Yardıma ihtiyaç duyarsa o söyler zaten.

Ayakkabının sınama-yanılmasız doğru ayağa giyilmesi anne-baba başarısıdır. Yöntem size ait. En kalıcı ve doğru öğretme şekli ayakla ayakkabı arasında şekil bağlantısı kurmaktır. 

Yöntem ne olursa olsun, ayakkabı-ayak seçimini doğru olarak en erken yaşta yapan çocuk en iyi eğitilmiş çocuktur. İlkokula giderken sağ ayakkabısını sol ayağına giymeye çalışan çocuğun anne-babası kendini sorgulamalıdır.

*Bu kadar basit mi?

Koşma düşersin demedik, ayakkabılarını giy demedik, giydirmedik de, tamam işimiz bitti mi?

Elbette hayır. Yapılacak o kadar çok iş var ki. 

Diş fırçalama alışkanlığını kazanacak. Kendisi soyunup giyinecek. Öksürürken ağzını kapatacak. Okuma alışkanlığı kazanacak. Odasından çıkarken ışığı söndürecek. Dürüst olacak. Hak yemeyecek. Yalan söylemeyecek. Saymakla bitmez.

Koşma ve kendisi düşünüp kendisi giyinme, prensipleri anlatmak ve anlamak açısından kolay örnekler olduklarından seçilmişlerdir.

Ana fikir; sabırlı olun, ön almayın. Emniyetli ve uygun ortam sağlayın. Bırakın kendi başına yapması gerekenleri yapsın. Onun yerine siz yapmayın, ihtiyaç duyduğunda yol-yordam öğretin.

Siz bu prensipleri çocuğun tüm yaşam alanına teşmil edebilirsiniz. 

*Eğitim yaşı.

Bence çocuğun evde temel eğitim çağı 2-7 yaş arasıdır. Bu çağda ne verirseniz ömür boyu onu geri alırsınız.

"İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur", Atasözü bunu söyler.

*Eğitim ne zaman gerçekleşmiş olur?

Yüz defa söylediğimizde mi? 

Kalıplaşmış sözümüzdür. "Sana yüz kere söyledim böyle yapma diye" deriz. 

Yüzbirinciyi söylemiş oluruz böylece. 

"Sana kaç kez söyledim" şeklinde sorgulama yaptığımız da olur. Çocuk buna "valla saymadım, sen saydın mı?" diye cevap verebilir.

Eğitim, insan davranışlarında meydana gelen olumlu değişikliklerdir.

Çocuğunuz uyarılmadan dişlerini fırçalıyorsa, ben çocuğuma diişlerini fırçalaması gerektiğini öğrettim diyebilirsiniz

Fırçalamıyorsa öğretememişsiniz demektir. Söylemiş olabilirsiniz ama eğitim gerçekleşmemiştir çünkü "olumlu davranış değişikliği" oluşmamıştır. Eğitim çabanızı sürdürmelisiniz. Belki yöntemleriniz yanlıştır.

Yöntemlerimiz ne olursa olsun çocuk yetiştirmenin olmazsa olmaz üç altın kuralı vardır.

*Altın kurallar.

Bunlar; kişiliğini zedelememek, hiç bir şeyi zorla yaptırmamak ve sınırsız sevgi ve sabır göstermektir.

*Kişiliğini zedelememek.

Doğumundan itibaren o bir bireydir. Saygı gösterin.

Yanlış yaptığında uyarabilir hatta eleştirebilirsiniz. Ancak eleştiriniz kişiliğine değil davranışına yönelik olmalıdır.

Sakın ola ki "sen çok kötü çocuksun" demeyin. "Şu davranışın bence yanlış, doğrusu şöyle olmalıydı" deyin.

Hiç bir çocuk kötü değildir. Yetersiz ve bilinçsiz anne-baba olabilir.

*Hiçbir şeyi zorla yaptırmayın.

Kişiliğini zedeler, içini kin ve nefretle doldurursunuz. 

Şiddete yönelen her erişkinin temelinde çocukluğunda ona zorla bir şeyler yaptıran veya yaptırmayı deneyen anne-baba vardır. Çocuk gücü yettiğinde kendisine yapılan zorlamaların acısını birilerinden çıkarmak zorundadır.

İkna edin. Çocuk çabuk ve kolay ikna olur. Olmuyorsa bırakın. İnatlaşmayın. Dünya kurulduğundan beri çocuğuyla inatlaşıp kazanan anne-baba görülmemeiştir.

*Sınırsız sevgi ve sabır.

Kayıtsız şartsız.

Severseniz sabredersiniz.

Çocuk sevmiyorsanız çocuk sahibi olmasanız daha iy olur.

Çocuk sevgiyle büyürse iyi insan olur.

*Son söz.

Çocuğa iki türlü bakabiliriz.

"Ömür törpüsü" veya "mutluluk vesilesi"

Hangi algı sizin için geçerli olursa olsun sakın dönüp çocuğa bakmayın.

Aynada kendinize bakın.

 

 
Toplam blog
: 82
: 1739
Kayıt tarihi
: 04.05.13
 
 

Emekli pilotum. 1950 yılında Polatlı Çekirdeksiz köyünde doğdum. İlkokulu köyde ve Polatlı'da, li..