Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '06

 
Kategori
Kültür - Sanat
 

"Köylü Milletin Efendisidir"

"Köylü Milletin Efendisidir"
 


Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün ne kadar da doğru söylemiş olduğunu ve bu cümleyi sırf Türk Köylüsü'ne moral için değil, bir bildiği olduğu için söylediğini anlamam için köyde yaşamam gerekiyormuş. Bir köyde yaşamadan, köylüyü tanıyamazsınız. Anadolu köylüsünü şehirlerde gördüğünüzde de tanıyamazsınız. Onu anlamak için, onun evine, köyüne, kendi ortamına gidip onunla yaşamalı, aynı havayı solumalı, aynı tasa kaşık sallamalısınız.



Anadolu'da binlerce yıldır yaşanmakta olan gerçeği kimse Türk köylüsünden daha iyi kavramış ve bilmiş olamaz. Çünkü Anadolu Köylüsü biz okumuşların, biz şehirlilerin olmadığı kadar ermiştir aslında yaşamın sırrına. Bu cümleden onları yücelttiğim düşünülebilir. Belki de doğrudur. Belki de yaşamı en basit olarak yaşadıkları için onları hala sevmekteyim, beni her ne kadar hiç anlamıyor ya da ben onları bazen hiç anlamıyor olsam bile.


Kaş'ta yaşamaya başladığım zamanlarda Kaş'ın o güzelim pazar yerini her Cuma iple çeker olmuştum. Sadece ben değil tüm Kaş ve civarı için her Cuma günü kurulan Kaş Pazarı çok önemlidir. Kaş bölgede Demre'den sonra en büyük merkezdir ve etrafında pek çok köy yerleşimini kucaklar. Kaş'ın pazarında civar köylerden gelen köylülerin mütevazi üretimlerini bulabilirsiniz. Hem de her Cuma aynı noktada.


Bir küçük yerleşkede pazar yeri ne demektir? Bunu büyük plazalarla, her daim ulaşabildiğiniz devasa alışveriş merkezleriyle ve sınırsız çeşitle asla kıyaslamayın.


Çünkü öyle bir pazar ki tüm hafta boyunca beklediğiniz gerçekten taze ve dalından kopmuş gelen yiyecekleri, her türlü mutfak malzemesini, giyim kuşamı ve hırdavat malzemesini bir tek o pazarda uygun fiyata bulursunuz. Diğer zamanlarda bulabildiğiniz yiyecekler taze olmaz, giyim kuşama dair ürünler de turistik fiyatta alıcı bulur.


Ben yerleştiğimde inşaatlar bugünkü hızında değildi ve bu türden nalburiye veya hırdavat malzemeleri de siparişle Antalya'dan getirtiliyordu. Bir büyük şehirden, Galleria ve Atakule'lerin ışıltısından, ya da haftanın her günü değişik bir semtte kurulan pazarlardan sonra insana yerelin gerçekten de ne olduğunu hatırlatan tek yer küçük kasabanın pazar yerleridir.


İlk kez Kaş Pazarı'na gittiğimde köylülerin beni hemen "yeni gelmiş acemi Kaş'lı" olarak gördüğünü anlamam uzun sürmedi. Çünkü gerçekten de dağınık bir bölge bile olsa bu civarda yaşayan 8000 insan bir şekilde birbirine aşina olmalıydı. Kendimi aptal gibi hissetmiştim.


Konuştukları bazı ifadeleri anlayamamış sadece "hı anladım" gibi geçiştirmeler yapmıştım. Örneğin Kaş ve civarında "işte bu" anlamına gelen ifade "hende ya da ende" demekti. Yani "bu domates ne kadar?" dediğimde" hende 300 lira" yanıtı almış ve" hende ne yaa ben domates dedim hende bir tür bitki mi acaba" demiştim suratıma öylece bakan köylülere.


Pazar yerinde Kaş'ın tam karşısındaki Yunan Adası Meis'ten her Cuma düzenli olarak gelen Meis'lilere de rastlarsınız. Türkçe konuşurlar ve sanki kader mahkumu gibi aralarında 20 dakika uzaklıkta olan bu iki ücranın sakinleri birbirlerini en iyi anlayanlardır.


Meis Adası sakinlerinin Kaş'tan başka uygarlıkla bir bağı yok gibidir, arada bir geçen, su ya da yolcu taşıyan gemileri saymazsak, Meis Adası'ndaki 50 civarındaki çoğu yaşlı Yunanlı Kaş'ın bir parçası gibidir. Bazen Meis sakinleri ile Kaş Spor arasında futbol karşılaşmaları olu , peder (Akdeniz filmini hatırlatırcasına) kaleye geçer ve bizim takım konukseverliğimizle onları hezimete uğratmaz.


Kaş civarında yaşayan köylüler gerçekten de hep güler yüzlü, çok dost canlısı, misafirperver, çok verici, şefkatli ve bir o kadar da kurnaz insanlardır. Tilki için doğada varolmak ne ise buraların köylüleri için de varolmak öyle bir şeydir. Kadını erkeği farketmez, sizi hemen çözerler ve aslında çok ilginç bir bilgelikle sizin ne istediğinizi, neyin peşinde olduğunuzu anlarlar. Siz istediğiniz şeyi okumuş yazmış şehirli bilgelikleri taslayarak anlatırken karşınızda "tamam bunları biliyorum ama bunlar havada uçuşan şeyler, sadede gelelim" der gibi yüzünüze bakarlar.


Bir de Kaş köylüsü'nün ve belki de Anadolu Köylüsü'nün en sevdiğim yanı lafını söylemek istediğinde sakınmadan ama üslubunca pek güzel söyleme şekilleri bulmalarıdır. Bu laflar karşısında sadece dumura uğrar ve bunları nasıl söyleyebildiklerine, nasıl bilebildiklerine şaşırırsınız.


Kaş'ta yaşadığım 3 yıl boyunca hem Kaş'a sonradan yerleşmiş şehirlilerle, hem de Kaş'ın eskiden beri sahibi olan yerlilerle iletişim şansım oldu. Kaş, civardaki en büyük merkez olduğundan ve tüm resmi konular bu kasabada toplanmış olduğundan bu kasabanın geleni geçeni çoktur. Yani tayinle memuriyetini burada sürdürenler. Bir kısmı Kaş'ı gerçekten severler, diğer bir kısmı ise buraya sürülmüş olduğunu düşünür ya da bir an önce buradan kurtulmak isterler.


Kaş'ın geçmişinden gelen derin bir kültürü ve birikimi hissetmek için Kaş'ın yaşlı sakinleriyle konuşmalısınız. Bu insanlar dışındakiler artık Kaş'ın geçmiş köklerini temsil etmiyorlar bana kalırsa. Çünkü çok değişik illerden buraya göçedip yerleşenler var. Kimi İzmit Depremi'nden sonra kimisi ise büyük şehir kaçkını, kimisi doğudan, kimisi Avrupa'dan çok değişik insan tipleri Kaş'ı renklendirmektedir.


Öte yandan Kaş'ta, 1992'de gittiğimden beri hep hissettiğim bir hava vardır. Gerçekten de "Hüzün" Kaş'a tepeden bakan ve sanki yan yatmış canavara benzeyen ünlü dağında bile mevcuttur. Nedenini asla bilemiyorum. Ama hüzün duygusu öyle yoğundur ki yazın ortasında tam da turizm mevsiminde bile o unutulmuşluk, o kaybetmişlik duygusunu yaşamak mümkündür Kaş'ta. Yüreğimi acıtan bir duygudur.


Bu türden bir melankoliyi kışın sanki uykuya yatmış olan kasabanın her taşında yaşamak mümkündür. Sanki Türkiye'nin ve dahi Avrupa'nın tüm "kaybedenleri" oraya sığınmış gibidir. Ve sanki bu kadere razı olmuşlardır üstüne üstlük. Kaybetmek yani başaramamak, yani sistem dışında kalmak, Kaş'a yerleşenlerin ortak ruhu gibidir. Kaş'a sonradan yerleşenler arasında gerçekten de alkolikler, uyuşturucu bağımlıları, müflisler, fahişeler, değeri bilinmemiş zanaatkarlar ya da sanatçılar da mevcuttur.


Hepsi de sistemin tokadını yemiş ama kurtulmak ve hayata devam edebilmek için bu adacığa sığınmışlardır. Bu durum kendi içinde bir tür "asla ortak noktalarda buluşamama" psikolojisini de getirir elbette. Bunca uç noktanın olduğu yerde elbette ki çatışmalar boldur. Özellikle de sonradan gelenler arasında. Bu çatışmalar yüzünden Kaş'a sonradan gelenlerin kurduğu pek çok dernek ve hayata geçememiş pek çok hayali proje vardır.

 

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..