Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '07

 
Kategori
Sinema
 

"Kutup Macerası"

"Kutup Macerası"
 

Bazen bir hayvan, bir dostunuzun yapamadığını yapabilir. Nasıl mı? Hayatınızı kurtararak. Çünkü sizin sadık dostunuz bazen bir köpek, bazen bir kedi, bazen de kuştur.

Hayvanlar ve insanların yaşama mücadelesi verdiği en zor alanlardan biri, karlı arazilerdir. Ve bunun nefes kesen örnekleri Jack London’ın birbirinden güzel romanlarında yer almaktadır.

Dünyanın en soğuk, en rüzgârlı ve en dokunulmamış kıtası olarak bilinen Antarktika’dan aksiyon ve maceranın filmini izledim: Kutup Macerası (Eight Below)...

Köpeklerle insanlar arasındaki binlerce yılla dayanan dostluğun, sarsılmaz bir sadakatin, insanoğlunun dayanma gücünün ve tüm zorluklara rağmen gerçekleştirilmeye çalışılan bir kurtarma operasyonunun öyküsü bu.

Antarktika’nın buzlu ve fırtınalı dünyasını arka planına alan “Eight Below - Kutup Macerası”nda “dünyanın dibi” olarak bilinen bu kıtada mahsur kalınca hepsi birer kahramana dönüşen sekiz köpeğin ve onları kurtarmak için ölümü göze alan bir adamın öyküsü anlatılıyor.

Esin kaynağının gerçek bir öyküden alındığı film, bilhassa köpek severler tarafından izlenmeli.

Yapımcı David Hoberman, “Nanykoku Monogatari” (Antarctica) adlı Japon filmini bundan birkaç yıl önce izlediğinde heyecandan adeta soluğu kesilmiş. 1983 yapımı filmde güney kutbunda mahsur kalan, köpeklerle onları kaderine terk etmemeye kararlı insan dostlarının öyküsü anlatılmaktaymış.

İradenin yenilmez gücünü anlatan epik öyküsüyle o dönemin en yüksek hasılat getiren Japon filmi unvanını elde eden “Nanykoku Monogatari”, beş yıldan uzun süre gişe hasılat rekorunu elinde tutmaya devam etmiş. Klasik macera destanları geleneğine uygun tarzda gelişen filmde, heyecan, gerilim ve duygusallık gibi unsurların hepsi son derece güçlü şekilde verildiği için de başarılı olunmuş.

Filmde altı çizilen temaları daha geniş izleyici kitlelerinin görmesi gerektiğini düşünen Hoberman, Japon yapımı filme kıyasla daha az rahatsız edici; dostluk ve hayatta kalma kavramları arasındaki kalıcı bağlantıyı ön plana çıkaran aileye yönelik bir film öngörmüş:

“Japon filminin aksiyon yüklü öyküsünü çok sevdim. Aksiyon unsurlarının yanı sıra dostluk, sorumluluk ve insan ruhunun yüceltilmesi gibi epik temaları işliyordu. Bu proje yıllarca aklımın bir köşesinde kaldı. Günün birinde hayata geçirmeyi hep arzu ettim. Sonunda karşıma o filmi görmüş bir Disney yetkilisi çıktı. Benimle aynı paralelde düşündüğünü görünce filmi Disney için yapmaya karar verdim.”

Filme dönersek, kaşifler ve bilim adamlarından oluşan bir ekibin araştırma görevine çıktığı Antarktika’da çok şiddetli kış koşulları hüküm sürmektedir. Kurtarma rehberi Jerry Shepard’ın (Paul Walker) yönettiği araştırma ekibinde kartograf/haritacı Cooper (Jason Biggs) ve tecrübeli jeolog Davis (Bruce Greenwood) vardır.

Bir bilim adamının uzaydan düşen taşları (ne alakaysa!) bulmak istemesi nedeniyle, rehber Jerry ile birlikte tehlikeli bir yolculuğa çıkarlar. Yolculuk tehlikelidir çünkü hava ısınmaya başlamış, buzlar incelmiştir. Bütün bunların üstüne bir de son yirmi beş yılın en kötü fırtınası patlar. Yine de taşı bulmakta ısrar eden ekip, bilim adamının sakarlığı nedeniyle tehlikeye girer. Bir yamaçtan düşen doktor, buzun kırılmasıyla suya düşer. Rehberin akıllı köpekleri yardımıyla, zor bir şekilde kurtulurlar. Sağ salim döndüklerinde helikopterle oradan bir an önce uzaklaşmak zorunda kaldıkları için köpeklerini donmuş arazide terk etmek zorunda kalırlar. Rehber Jerry, giderken geri döneceğine dair söz verir.

Ancak Antarktika’da yüzyılın en büyük fırtınası yaklaşırken her türlü ulaşım imkanı kesilmiştir. Buzlar arasında mahsur kalan köpekler, yüzyılın en acımasız kışına karşı yaşam mücadelesi vermektedir. Bu arada sevgili köpeklerini geride bırakan Jerry Shepard da, maceraperest ruhlu güzel pilot Katie’nin (Moon Bloodgood) yardımıyla olanaksız gibi görünen bir kurtarma operasyonuna girişmek üzeredir. Aralarında sarsılmaz dostluk bağları bulunan insanlarla köpekler, Antarktika’nın acımasız doğasında birbirlerine kavuşabilmek adına cesaret ve dayanıklılık gerektiren, zorlu şartlardan geçerler. Bu yolculukta köpeklerin yalnız başına geçirdikleri 155 gün, bir hayat mücadelesidir de.

Kutup Macerası’nın senaryosunu yazma görevi, Disney’in Yeni Yazarlar Programı’nın genç yazarlarından David DiGilio’ya verilmiş. Böylesine büyük bir projenin kendisine teslim edilmesini çok büyük şans olarak niteleyen David DiGilio, şöyle demiş: “Anlatılan öyküye hemen aşık oldum diyebilirim. Doğa tutkunu bir insanım. Aynı zamanda çevremde sıkı bir köpek dostu olarak bilinirim. Bana teslim edilen öykünün, doğa ve köpek tutkusu arasında mükemmel bir sinematik evlilik olabileceğini düşündüm. Aynı zamanda dostluk kavramını işleyen teması hoşuma gitti. İnsanoğlunun en iyi dostunun köpekler olduğuna hiç kimsenin kuşkusu yok. Ancak bunun yanı sıra, farklı altyapılardan gelen insanlar arasında dostluğun nasıl oluştuğu; sıkıntı ve zorluklarla yüz yüze gelince nasıl ortak zemin bulunabildiği gözler önüne seriliyor. Filmdeki karmaşık karakterleri harika bir doğa macerasının tam göbeğine yerleştirince, kişisel kurtuluşumuzda dostluğun ne kadar önemli bir anahtar olduğunu görüyorsunuz.”

Ancak hem senaryoda hem de film yönetiminde önemli boşluklar olduğunu söyleyelim. Çünkü film neredeyse ikiye ayrılmış ve ilk bölümde sizi yeterince heyecanlandırmayan, inandırıcılıktan uzak kurtarma sahneleri, nereden geldiği belli olmayan kutup ışıkları, nedense sadece tehlikeli bölgede bulunan bir taş ve sakar bilim adamı, filmi aksiyondan çok komediye sürüklüyor. İkinci yarıda ise yüreğinize hiç dokunmayan bir şekilde, rehber Jerry’nin aylar boyunca bir şey yapamaması, bu arada köpeklerin yaşama mücadelesi anlatılmaya çalışılıyor. Ne yazık ki Paul Walker’ın kötü oyunculuğu ve bir türlü gelmek bilmeyen olaylar nedeniyle, film uzadıkça uzuyor ve çekildiği gibi sizi de soğutuyor.

Amerikan sineması, Japonya’nın 1953’te yaşadığı bu trajedinin de içini boşaltıyor ne yazık ki. Köpeklere Amerikan başkanının ve senatörlerinin ismini vermekle, bir kez daha kahraman olmaya çalışırken, iyice gülünç duruma düşüyor. Filmden bana kalan köpeklerin insanları kıskandıracak dostluğu, dayanışma duygusu oldu! Ne yazık ki, köpekler bile birçok insandan daha fazla dayanışma duygusu içinde.

Bu köpekler karakter sahibi. Ve birisi yaralandığında onu bırakmıyor, yakaladıkları kuşları getirerek onu besliyorlar. Kaç insan bunu yapıyor diye düşünüyor insan.

Ve üzülüyor tabii...

Köpek sevenler filmi de seveceklerdir sanırım. Ama en önemlisi şu: Daha hayvanlardan öğreneceğimiz şeyler var!

 
Toplam blog
: 353
: 3712
Kayıt tarihi
: 28.02.07
 
 

"29 Temmuz 1980’de İstanbul’da doğdu. Celal Bayar Üniversitesi, İşletme mezunu. Şiir, deneme, öykü, ..