Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Aralık '07

 
Kategori
Siyaset
 

"Laik azınlığın hakları korunmalıdır!"

"Laik azınlığın hakları korunmalıdır!"
 

İnternet üzerinden bir haber okuyorum:

AB Komisyonu Başkan Yardımcısı Franco Frattini, Türkiye’deki genel seçimlerin AKP’ye Meclis’te üçte iki sandalye çoğunluğunu elde etme imkanı sağlamasının olumlu gelişme olduğunu söyledi. Frattini, İtalyan La Repubblica gazetesine verdiği demeçte;

“Erdoğan şimdi laik azınlığın haklarını da korumalı ve radikalleşmeye karşı durmalıdır. Erdoğan’ın seçimden galip çıkmasının ardından, silahlı kuvvetler ve Türk laikliğinin savunucularıyla yeni bir denge aramasından yarar göreceği unutulmamalıdır
.”

Bu haberin içindeki Franco Frattini AB Komisyonu Başkan Yardımcısıdır. Avrupalıdır; daha anlaşılır ifade ile, bize medeni olmayı öğreten “uygarlığın” temsilcisidir.

Düşüncelerimi yazma tarzım Avrupa Birliği’ne karşı duruş biçiminde de algılanabilir. Eksik ifadelerimi düzeltmek isterim. Temelde evrensel planda her türlü birliğin yanında duruyorum. Sınırlar ve sınırlandırmaların kalkması hepimizin ideali olmalı. Kültürel çeşitliliği en büyük zenginlik olarak algılıyorum; milliyetçiliğin neresinden alınırsa alınsın savunulur, geliştirilmesi gereken bir şey olmasını anlayamıyorum.

Fransız Devrimi’nin bir sonucu olarak milliyetçilik tüm dünyada gelişen bir ideoloji olmuştur, söyleminin koca bir kandırmaca olduğunu biliyorum. Zamanı değil, konumuz hiç değil, ama yeri geldiğinde bu konuyu da detaylı olarak açacağız; meraklıları için.

Osmanlı, imparatorluğunun sınırları içinde duran hiçbir etnik kimliğe “azınlık” olarak bakmamıştır. Azınlık kavramı Batı Uygarlığı kapitalist örgütlenmesinin nihai sonucudur. Batı uygarlığı 1000’li yıllarda Haçlı saldırganlığıyla Ortadoğu’yu nasıl bir talan ve yağma ile kan gölüne çevirmiş, oradaki bütün kültürleri azınlık olarak görüp yönetmişse; bundan beş yüzyıl sonra, 1492’den itibaren bir taraftan sömürleştirdiği her coğrafyadaki çoğunluğu “azınlık ile” yönetirken, diğer taraftan o dönemde imparatorluk olarak varolan Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rusya’daki etnik çeşitliliği milliyetçi ayaklanma şeklinde harekete geçirip “azınlıklık” psikolojisi etrafında örgütlemiştir. Dört yüzyıl süren bu programın sonunda her üç imparatorluk yıkılmıştır.

Azınlık sorunu” milliyetçiliğin sonucudur; ve temelde batı uygarlığının etki alanı içindeki coğrafyalarda güçlendirilmekte, kendi sınırları dahilinde de yoksayılmakta, ezilmekte; asimile edilmektedir. Öyle olmasaydı; Osmanlı idaresi altında dört yüzyıl boyunca kendi dil ve kültürünü korumuş Lübnan, bir yüzyılda Fransızlaşmazdı. Lübnanlıların bu Fransızlaşmadan, uygarlık sahibi oldukları yönünde övünçlerini duyarsanız, hiç şaşırmayın.

Fransa’nın banliyölerinde yaşayan ikinci sınıf Afrikalı/G.Amerikalı/Uzak Asyalı “kara-sarı-melez” vatandaşlarına karşı duruş şekillerini bahis konusu bile etmiyoruz.

Sömürgeci egemen gücün misyonerlik faaliyetleri altında Afrika kıtasında neler yapmış olduğunun sonuçlarını son elli yılda teker teker izliyoruz.

Kusuruma bakmasın, kadın imgesinin bendeki imgesi olan güzeller güzeli Monica Belluci’nin oynadığı “Güneşin Gözyaşları–Tears of Sun” Afrika’nın neredeyse balta girmemiş ormanlarından birinde misyonerlik yapan rahip-rahibe-doktor grubunun rejim değişiklik nedeniyle bağlı bulundukları ülkede (kurdukları manastırda) mahsur kalmaları ve özel kuvvetin onları kurtarmaları üzerine kurulmuş konulu bir filmdir. Bütün derdimiz onları eli satırlı vahşilerden kurtarmaktır; orada ne aradıklarını sormuyoruz; doğuştan hakları olduğunu “ön” kabulleniyoruz.

Gittiği her coğrafya parçasına önce dinini, sonra dilini götüren, öyle ya da böyle bunu da kabul ettirip, bir taraftan da kültürünü asimile eden batı uygarlığının, azınlık haklarının korunmasından ne anladığını kendime sorduğum şu günlerde, bir de “laikler” diye bir azınlık yaratıp, üstelik bunların korunması gerektiği yönünde demeç vermelerini bir araya getirip, beynimde ve haliyle de idrak mekanizmamda rasyonel bir yer edinmesini sağlamak sanırım mümkün olamayacaktır.

Bu demeç doğru ise; yani dilimize kasıtlı yanlış çevrilmemişse; mutlak suretle gereken karşılık verilmelidir.

Laiklik, devletin vatandaşlarına bakışta sahip olduğu tarafsız duruş şeklidir; ya da biz öyle anlıyoruz, olması gerektiğini düşünüyoruz. Bir devletin sınırları altında bir sürü cemaat, etnik kimlik, inanç olabilir. Devlet olmak bütün bunlara karşı aynı çizgide, tarafsız durabilmek demektir. Fransız Devrimi ya da modern devlet anlayışının en temel sonucudur. Tanzimat, Osmanlı’da bunun için oldu. Laiklik, Atatürk tarafından cumhuriyet anayasasına bir ilke olarak koyulmuşsa da, yüzyıllık bir tarihsel gelişimin sonucudur. Medeni düşüncenin temel dayanağıdır.

Atatürk tarafından geliştirilen ama sonrasında yer yer saptırılmış olan devlet ideolojisi; laiklik ilkesini bir inanç sistemine dönüştürmüş olsa da, bugün geldiğimiz bu kaos ortamına neden olan kavram kargaşası içinde aynı yerde takılıp kalamayız.

Ancak gelin görün ki, biz içinde bulunduğumuz kısır çekişmelerden kurtulalım derken, Avrupa Birliği’nin temelinde yeralan Roma düşüncesinin kaynağı İtalya’dan gelen bir ses karşısında irkilmememiz mümkün değildir.

Avrupa Birliği Türkiye’deki laikliği bir azınlık olarak görüyorsa, bizim girmeye çalıştığımız bu birlikte laiklerin azınlık mı yoksa çoğunlukta mı olduklarını sormamıza bozulurlar mı? Ya da şöyle netleştirelim;

“Sayın Franco Frattini, siz kendinizi tam olarak nerede görüyorsunuz?”

Türkiye’nin her noktasında bir ayrışma, başkalaşma, farklılaşma ve bölünme mekanizması yaratılması düşüncesinden duyulan sıkıntının sonuçlarıyla bir arada yaşama kültürü oluşturma çabası içindeyken yapılan açıklama için söyleyeceğimiz tek bir yorum olur.

“Merdi kıpti şecaatin arz ederken sirkatini söylermiş...” yani; çingenenin merdi övünürken suçlarını sıralarmış...

Devam ve takip edeceğiz...
Uzay Gökerman

http://www.haber10.com/haber/83884/
 
Toplam blog
: 2033
: 1268
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

"Keyif verici bir yalnızlık" olarak gördüğüm yazma serüvenimin en önemli merkezlerinden bir tanes..