Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '19

 
Kategori
Edebiyat
 

"Mavi Zambağa Yolculuk"

Yaratıcı mutsuzluğun dayanılmaz çekiciliği

ve “Mavi Zambağa Yolculuk” (*)

Ali Ekber ATAŞ

 

JhonStuart Mill’in (d. 20.05.1806-ö. 08.05.1873), çok önceleri okuduğum bir yazıda geçen şu sözünü anımsadım Selma Uysal’ın adı geçen kitabını okurken. Bu sözün değişik söylemde çevirileri var. İlk okuduğumda belleğimdeki haliyle paylaşayım. Diyor ki Mill:

“Mutlu bir domuz olarak yaşamaktansa, mutsuz bir insan olmayı yeğlerim” ya da başka bir

deyişle “Mutlu bir domuz olmaktansa mutsuz bir Sokrates olmayı yeğlerim.”

Her iki söyleyiş biçiminin özünde de aynı şey yatıyor bence:

İnsani tüm etkinliklerin kaynağı yaşamıdır. Ve yaşamı dert edinmiş, hayatta olup biten her şeyle ilgili ve sorgulayan biri için mutsuzluk kaçınılmazdır. Mutsuzların en başında da sanatçılar, şairler, düşünürler, bilim insanları gelmektedir. Zira insan yaratıcılığını tetikleyen en büyük etmendir mutsuzluk. Kişi mutsuzken sorgular her şeyi. Mutlu bir insanın, “niye ben mutluyum” diye kendini sorguya çekmesi, eşyanın “tabiatına” aykırı. Bundandır ki, hayatla (özel ya da genel hayatı kişinin), yaşamla sorunu olanların, sorunu çoğaltmak değil, tepeden tırnağa çözüm odaklı düşündüklerini ve böyle yaşadıklarını söyleyebiliriz. Kimimiz işimizden, yaşadığımız kentten, ülkemizin genel gidişatından, dünya ve ulusal siyasetin karanlık yüzünden, kişinin hem kendine, hem kültürüne yabancılaşmasından, tekniğin zamanı çabuk tüketişinden, insan ilişkilerinin düzeysizliğinden kaynaklı dertlerimiz var. Bu ve benzeri, hayata dair soru ve sorunlardan kaçıp kurtulmak yerine, bunları kendilerine dert edinenler, hayatın boğuculuğundan bir an olsun uzaklaşıp, yazı, şiir, resim, müzik vb sanat alanlarında üretimleriyle zamana tanıklıklara başvururlar. Sanatın, edebiyatın, şiirin içinde geçen otuz yıla yakın bu sürede yaşadığım tarihe/döneme tanıklığımı, yazdığım şiir ve düzyazınsan metinlerin yer aldığı kitaplarımla yapıyorum; hayatlarını ve mücadelelerini örnek aldığım devrimciler, yazarlar ve şairler gibi…

Yeni genç öykücülerimizden Selma Uysal’ın Kanguru Yayınları’ndan çıkan “Mavi Zambağa Yolculuk” kitabı, bu bağlamda, mutsuzluğu göze almış cesur genç bir kalemden. Ve kitabın ilk öyküsü “”Mavi Zambak”ın bitimine doğru şöyle bir soru:

“Mutsuzluğun değerini bilen kaç kişi vardır?”

Bana düşündürdüğü ilk şey şu oldu: Mutsuzluğa aday olmayan biri ya da birilerinin, bunu göze alıp sorunun yanıtlarının peşine düşeceğini ummak, en hafifiyle söylemle, çocuksu bir saflık olurdu.

Harika bir soru yazarından. Ve harika öyküler toplamı bir kitap. Biliyoruz ki, mutsuzluk yaratıcılığın kaynağı, itirazın, başkaldırının kendisidir. İnsanı sorgulatmaya, yazmaya, üretmeye, ürettiklerini yaymaya, paylaşmaya ve çevresindekileri değiştirip dönüştürmeye götüren yaratma edimi buradan başlar. Kendisinin bir benzerini de karşısındakilerde yaratır.

Yazar çevresinde olup bitenlere tepkisini, öykülerinde, durumlar içinde vererek aktarıyor bize.

“Evet, molozlardan oluşan zor kımıldayan bavulumun son fermuarı da çektim…

Gidiyorum…” (agy. s. 8)

İlk öykünün bitiriş paragrafı. Nefis bir bitiriş. Sait Faik’in “Haritada Bir Nokta” öyküsünün bitişini çağrıştırıyor bana. Öykü yolculuğunda derinlik arayışı. Kendinden önceki öykü ustalarına bir güzelleme sanki. Selma Uysal’ın öyküleri bana, (belleğimin beni aldatmasını dikkate alarak) ünlü Fransız düşünür Pascal’ın bir sözünü anımsattı:

Ben bu mektubu her zamankinden daha uzun yapmışım, çünkü daha kısa yapmaya zamanım yok.”

Pascal’ın, sözünden anladığım bir yazının içeriksel zenginliği ya da özelliği değil. Yazı yazmanın, hele de yoğunlaştırılmış bir yazıyı yazmanın zorluğudur aslında. Yunus Emre “Az söz er yükü/Çok söz hayvan yükü” diyerek sözün kalabalık oluşunun aslında karmaşadan başka bir şey yaratmadığıdır.

Selma Uysal, yoğunlaştırılmış ve çok kısa tutulmuş bu öykü metinlerinde, eksilterek anlatmayı, azaltarak yoğunlaştırmayı, zaman zaman okuyucuyu, öykünün derinliklerine indirip, dehlizlerinde yalnız bırakarak, eksilterek bıraktığı boşlukları tamamlamasını ister. Oldukça ilginç, çarpıcı ve etkileyici bir denemeye girişmiş. Bu denemesinin onu, istediği başarıyı götürmesinin yanında, duvara toslaması da ihtimaller dâhilinde. Ne ki, yazar bunu, göze almış zaten, mutsuzluğu seçerek. Yazının, hele de öykü gibi çok kolay görünüp, her an ve herkesin yazabileceğini düşündüğü bir alanda,böyle bir risk almak, büyük cesaret. Hem de ilk kitabında, deneysizce, böyle bir denemeye kalkışması cesurca bir iş. Başarıyla kalkmış altından. Yazarlık kumaşının sağlam dokunduğunu gösterir bu. Daha ilk kitabında, bunu denemeye kalkışıp başarıyla üstesinden gelmesiyle, Cemal Süreya’ya bir selam çakar:

“’Bir kumaş ilk metresinden belidi,’ derler; bir şair de öyledir. ‘Yeni bir şair işte!’ dersin”

sözünü doğrularcasına bir ustalık, bir titizlik, sözcük ekonomistliği, Selma Uysal’dan. Dahası var, Dağlarca’yı da doğruluyor bu kız:

“Bir sözcüğün kapladığı yer az, anlamı çoksa, o şiirdir”sözünün anlamını, bütün öykülerinde yakalayabiliyorsunuz.

Selma’nın öykülerinde alan daralması onun anlamsal zenginliğinin göstergesidir. Çarpıcı imgelerde dışlaşan, betimlemeleriyle yalın, gösterişten uzak, ayrıntı çalılıklarına düşmeden, ama derinleşen, dehlizleşen çekicilikler… Öykü dili yumuşak, yalın, yakınında ve fısıltıyla konuşur gibi, akıl satmayan, her sese duyarlı ve konuşturan, düşündüren, yazmaya kışkırtan, sürekli kalemi yanında gezdirmeni öğütleyen bir öykü dili…

05.11.2017 Pz; 11:33/Kartal

 

(*) Deliler Teknesi, Kasım-Aralık 2018; sayı: 72

 

 
Toplam blog
: 36
: 110
Kayıt tarihi
: 20.06.18
 
 

Günümüz şairlerinden. 1961 Erzincan doğumlu. Öğretmen şair. Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fak..