Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Temmuz '10

 
Kategori
Dostluk
 

"Mesnevi" de Mevlana'dan "Köylünün Fendi" bölüm.4

"Mesnevi" de Mevlana'dan  "Köylünün Fendi"  bölüm.4
 

Öner Samanlı, insanlara Mevlana'dan bir öykü ile gereken mesajı vermiş... (Haberler)


Değerli Dostlar,

GÜNÜMÜZDE HERKES KENDİ DOĞRULUĞUNDAN VE DOĞRULARINDAN SÖZ EDİYOR.

Yaptığının yanlış olduğunu bile bile, ben haksızım, yanlış yaptım, özür dilerim diyenlerin ne kadar azaldığını çevrenizde sık sık görüyorsunuz.

Çıkarcılığın çok öne geçtiği bu süreçlerde, oysa ilahi süzgeçten geçmeye olan inanç için mutlaka da, bir tarikatın, bir dini fetvanın yahut ta başka bir felsefenin peşinden koşmaya bile gerek olmaksızın, şu “vicdan denilen sesi” doğru dinlemekten ötesi var mı…?

Yaşam bir serüven okulu…

Bu okulun hepimiz öğrencileri değil miyiz…?

Yıllardır savunduğum bir olgudur, neden üniversitelerin sosyal bilimler enstitülerinde, “İnsan Mühendisliği” Yüksek Lisans ve doktora program izlenceleri konulmaz..?

Beş harften oluşan dünya dillerinde kim bilir ne kadar çok kelime vardır.

Türkçede “insan” dediğimiz bu kelimenin anlamında olan dünya nüfusu içerisinde acaba ne kadardır.

Aşağıda, yıllardır defalarca okuduğum, Mesnevi’den bir öykü olan Köylünün Fendi’ni sizlerle paylaşmak istedim.

Altı ana bölüme sığdırmaya çalıştım.

Bir öykünün bu köşede devam kısımlarını okurken anlamsızlaşabilir diye de, üstteki açıklamalarımı ve dünya görüşlerimi her bölümün başına aldım.

Yani sırasıyla okuduğunuzda mesajı net olarak almış olacaksınız.

Belki okumakla sıkılanlarınız olacağı gibi belki de bu yazılanlardan şiddetle ders alarak rotasını değiştirenler, yanlışlıklarını fark edipte, özür dileyenler, eğriden doğruya yönelenler, hatadan hatasızlığa adım atanlar olabilecektir.

Ama çok daha önemlisi, ahde vefasızlıktan, ahde vefaya dönenlerin bu öyküden aldıkları yahut alabilecekleri ders sonrasında yaşamlarına kattıkları yeni mutlu tarzların varsıllığı olacaktır.

Birini tanımıştım. Esasen inançlı ve doğru sevilen sayılan davranışlarda görünen, yürekçe de kendisiyle halim selim, amma velakin onun bunun sözlerine pek aldırıp da yanlış yola sevk olan….

Bir gün 9999 kere oldukça da uzun bir duayı “Cenabı Rab’dan bir şeyler talebine ilişkin imiş) okumayı and ettiğini söyledi.

Yanımda onu bunu arayarak kendi adına 300, 500, (hatta kardeşine de 1000 tane hatam varsa özür dilerim) okumasını ve böylece kendinin de okuyarak 9999 kez bu duayı okumuş olmakla, dilekte bulunduğunu bu dileğinin de gizliliğini söylüyordu.

Ben bizatihi bu olayın şahidi oldum.

ÇOK SAMİMİM OLDUĞUM BİR DİN GÖREVLİSİ KARDEŞİME BU HUSUSTAN SÖZ ETTİM.

Benim Yüce Mevla adına adadığım okumam gerekli olan 9999 adet herhangi bir duayı başkasına 300-500 dağıtırsam onlar benim adıma okumuş olurlar mı..? dedim.

Bana; “Senin gibi okumuş aydın eğitimci bir adamın bana bu soruyu sormasına şaşırdım. Cahil bir kardeşimiz sorsa bu kadar şaşırmazdım.” Dedi.

Sonra tekrar bana; “Farzedelim ben falan dileğim adına Rabbim’e yedi kurban adamış olayım. Haydi senden rica ediyorum benim adıma onları satın al kestir ve dağıt”

İSLAM DİNİNDE BÖYLE SAÇMA SAPAN İŞTİGALİN NE YERİ NE MANASI VARDIR, ÖNER HOCAM..!

Kızma canım bu işin uzmanı sensin dedim.

Gülüştük. Mesaj anlaşılmıştı.

Kimi zaman fikirleri ile zikirleri farklı farklı insanlarla karşılaşırsınız.

Yalanını , dolanını, menfaat ilişkilerini hemen anlayamazsınız…

Amma velakin gecikmez tez zamanda çıkar ortaya….

Bu tipler ısrarcıdırlar aynı zamanda.

Karşılarındakini yalan ve dolanla kandırırken, çömleği kırar sonra da çömlekte neden su yok diye yaygara yaparlar.

İNSANLIK OKULUNUN ALFABESİ MEVLANA’NIN MESNEVİSİDİR..!

Dünyada Dale Carnegie denilen zat, “İnsan Mühendisliği” adıyla bir okul kurmuştur.

Ben bu, Okulun, yıllar önce kurslarına katılarak, “tekamül” Gelişim derecesindeki, “Eğitimciliğini de Yapma Yetkili” Öğretmenlik formasyonunu tamamlamıştım.

Yazarın, temelinde “insanlık ve sevgi” olan kitaplarını kitapçılarda dizi dizi bulmanız olanaklıdır.

Benzer dünya görüşleriyle sonra diğer onun izlenceleri olan diğerleri gelir.

Aşağıdaki Mesnevi’den alıntı yaptığım, çok sevdiğim ve dikkate işaret eden kısımlarını koyu renklerle belirlediğim “Köylünün Fendi” sizi bir yerlere kesinlikle sürükleyecektir.

Belki uzun zamandır haksızlıklar yaptığınız birilerinin kalbini onarmaya çalışacaksınız.

Belki hiç yoktan olmuş olan bir küskünlüğe son vereceksinizdir.

Belki de yaptığınız varsa hatalı şeyleri fark edip, onarmak ve dostluğunuzu pekiştirmek, korumak bile isteyebileceksiniz.

ÖNEMLİ OLAN USTALIKTIR.

USTALIK DA, YAPILMIŞ OLAN HATASINI FARKEDİP DE ÖZÜR DİLEYEN HATA SAHİBİNİ AFFETMEKTİR.

İşte özür denilen kelime de o ustanın çırağıdır.

Affetmeyi bilen usta da, ustalıktan ötede bu kez “usta öğretici” dir.

Saygılarımla.

Öner SAMANLI

“İNSAN MÜHENDİSLİĞİ”

Gelişim ve Eğitim Uzmanlığı

7. Dönemi Öğretmeni

1988

KÖYLÜNÜN FENDİ - 4

MEVLANA “MESNEVİ” KÖYLÜNÜN FENDİ’ni

(Üçüncü Bölümden Devamla )

Kardeş, eskiden bir şehirliye köylünün tanışıklığı vardı. Köylü şehre geldikçe şehirlinin mahallesine çadır kurar, evine kurulup otururdu. İki ay, üç ay ona konuk olur, dükkanına geçer oturur, sofrasına çökerdi. Şehirli köylünün ne ihtiyacı varsa bedavaya yerine getirir, düzer koşardı.

Köylü bir gün yüzünü şehirliye döndü de dedi ki: “A efendim sen hiç köye gelmez, hiç seyre seyrana çıkmaz mısın?

Allah aşkına olsun bütün oğullarını getir. Şimdi tam gül mevsimi, ilkbahar.

Yahut da yazın meyve zamanı gel de hizmetine kemer kuşanayım. Soyunu, sopunu, çoluk çocuğunu akrabalarını getir, köyümüzde üç, dört ay kal.

Bahar çağında köy pek hoş olur, çayırlık, çimenlik, gönle ferah veren gönül çeken lalelik kesilir.

Şehirli başından savmak için ona vaatte bulundu, vaadinin üstünden de sekiz yıl geçti. Köylü, her yıl “ Ne vakit geleceksin. Kış gelip çattı” der. O da “ Bu yıl filan yerden konuk geldi. müsaade edin de gelecek yıl, işten güçten kurtulursam gelirim” der.

Köylü “ ailem, ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu bekleyip duruyor” diye karşılık verirdi. Her yıl leylek gelince köylü de gelir, şehirlinin evine konardı. Şehirli, her yıl altınından, malından köylüye harç eder, onun üstüne kanat gererdi. Nihayet son defa o yiğit köylü, tam üç ay şehirliye misafir oldu.

O da ona sabah akşam sofra yaydı, yedirdi, içirdi. Köylü, utanıp yine “ Efendim, kaç keredir vaat ettin, beni kaç kere, beni kaç keredir aldattın bu niceyedir” dedi.

Şehirli dedi ki: “ Canım da, bedenim de buluşmayı isteyip duruyor ama her hareket, onun takdiriyle. İnsan yelkenli gemiye benzer. Rüzgarı estiren bakalım onu ne yana sürecek?”

Köylü, yine şehirliye antlar vererek “ Ey kerem sahibi, çoluğunu, çocuğunu al, gel de ikramı gör” deyip elini tuttu. Üç kere ant verdi “ Allah için olsun gayret et, tez gel” dedi. Bunun üstüne on yıl geçti. Her yıl böyle laflar eder, tatlı, tatlı vaatlerde bulunurdu. Şehirlinin çocukları “Baba ay ad sefer eder, bulut da gölge de.

Köylü bunca hakkın geçti. onun için nice zahmetler çektin. O da sen ona konuk olasın da hiç olmazsa bu hakların bir kısmını olsun ödemek ister. Bize, onu kandırın, köye getirin diye gizlice bir çok ricalarda bulundu” dediler.

Şehirli dedi ki: “yavrucuğum, doğru ama iyilik ettiğin kişinin şerrinden sakın demişler.

Dostluk, son demdedir. Korkarım ki bir şey olur da tohum bozulur.

Sohbet vardır, keskin bir kılıca benzer, bostanı, ekini kış gibi kesip biçer.

Sohbet vardır, ilkbahar gibidir. Her tarafı yapar, sayısız meyveler verir.

İhtiyat ve tedbir ona derler ki kötü zannı gideresin. Kaçıp kötülüklerden kurtulasın.

Peygamber “Tedbir sui zandır” dedi. A boşboğaz, her adımın bir tuzak bil. Sahranın yüzü dümdüz ve geniştir ama her adımda bir tuzak var, küstahça koşmayı bırak.

Dağ keçisi nerede tuzak?” diye koşar.

Fakat yürüdü mü tuzağa koşar, boğazından yakalanır.

Nerede tuzak diyordun ya, işte buracıkta, bak da gör.

Ovayı gördün ama tuzağı görmedin.

A şaşkın, çayırlıkta tuzak, pusu ve avcı olmadıkça kuyruk mu olur?

Bu yere küstahça gelenlerin kemiklerini, kellerini gör!

Ey seçilmiş kişi, mezarlığı var da onların kemiklerine başlarından geçenleri sor!

O kör sarhoşlara bak da aldanış kuyusuna baş aşağı nasıl düştüler, açıkça gör!

Gözün varsa körcesine gelme, gözün yoksa eline sopa al.

Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa bir gözlüyü kılavuz edin.

Tedbir ve ihtiyat sopan yoksa kılavuzsuz her yolun başında durma.

KÖRÜN ADIM ATMASI GİBİ İHTİYATLA ADIM AT DA AYAĞIN KUYUDAN DA KURTULSUN, KÖPEKTEN DE.

Kör bir kazaya uğramayayım diye titreye, titreye korkar ve ihtiyatlı adım atar.

Ey dumandan kaçıp ateşe düşen lokma olan.

Köylü, yaltaklandıkça, yaltaklandı. Nihayet şehirlinin reyi, tedbiri elden gitti, şaşırdı, ahmaklaştı.

Köylünün haber üstüne haber salması, nihayet şehirlinin duru suyunu bulandırdı.

Bir taraftan da çocukları neşeyle “ Baba, gezer oynarız, ne olur?” demeye başladılar.

Yusuf gibi. Onu da “ Gezer oynarız” sözü tuhaf bir takdir neticesi babasın gölgesinden ayırdı.

O OYUN DEĞİL, CANLI OYNAYIŞ HİLE , DÜZEN, HAİNLİK. SENİ DOSTUNDAN AYIRAN ÖZÜ DİNLEME.

O sözde ziyan vardır, ziyan1 hatta o sözde sad edenler sad vafkının faydası bile olsa aldırış etme altın için hazineyi bırakma.

Yoksul, şunu dinle, Tanrı peygamberin eshabına iyi kötü nice şeyler söyleyip kaç kere itabetti. Çünkü kıtlık yılında davul sesini duyunca Cuma namazını hemencecik bırakıverdiler.

Başkaları daha ucuza almasınlar, o alışverişle bizim karımızı onlar elde etmesinler dediler.

Peygamber, namazda kendini tamamıyla niyaza vermiş iki üç yoksulla kalakaldı. Tanrı: “ Davul sesi, abes işler ve alışveriş, Tanrı Rasülünden sizi nasıl ayırdı?

Şaşkın bir halde buğdaya doğru dağılıverdiniz de Peygamberi atakta yalnız bıraktınız.

Buğday için olmayacak tohumlar ektiniz, o Hak Resulünü terk ettiniz.

Onun sohbeti oyundan da hayırlıdır, maldan da. Hele bir gör, kimi bıraktın, gözünü ov da bak!

Hırsınızın yüzünden şunu yakinen bilmediniz mi ki rızık verici benim, rızık veren Tanrı, senin ona dayanmanı nasıl olur ad zayi eder?

BUĞDAY İÇİN GÖKYÜZÜNDEN BUĞDAY GÖNDERENLERDEN AYRILDIN HA!

Şehirli, işe koyuldu, hazırlığını tamamladı, azim kuşu köye doğru koşmaya, uçmaya başladı.

Ehli, çoluğu, çocuğu da yol hazırlığını görüp eşyalarını azim öküzüne yüklediler. Neşeli bir halde koşa, koşa yola düştüler. “Köyden istifadeler edeceğiz, bize köyden müjde ver, müjde!” diye, diye köye doğru yöneldiler.

“Gittiğimiz yer güzel bir çayırlık, çimenlik. Orada da sevdiğimiz kerem sahibi bir dostumuz var. Bizi binlerce istekle çağırdı. Bizim için ihsan ağacını dikti. Uzun kışın azığını köyden tedarik edip şehre getiririz gayri. Hatta dostumuz, bağını bile, bize bağışlar.

Bize canında yer verir.

Yoldaşlar, çabuk olun da istifadeler edelim” diyorlardı. Fakat akıl içerden içeri “ Öğünmeyin!”

Tanrı faydasıyla faydalanın, şüphe yok, rabbim, sevinen, öğünen kişileri sevmez. Tanrının size ihsan ediverdiği şeylere sevinin, neşelenin. Sizi işgal eden şey, sizi Hak'tan alıkor aldatır.

YALAN İLE, HİLE İLE, İFTİRA İLE NEREYE VARILIR.

Nice tacir gördük ki hile ve yalan ile iş gördü mecali takati tükendi sersefil oldu…

Nice yuva üzerine göz diken alaca kuşu geldi bir atmaca parçaladı da helak etti…!

Yalan ile iş görüp de, Allah’a niyaz edenler, salavat getirenler, adaklarda bulunanlar yalan ve şere ortak olup da yuvalarından kopup, acz ve sefalete kul köle oldular…

Gamdan neşelenen, ondan başka bir şeyden neşelenme, sevinme.

Dert ve gam bahardır, başka şeyler kış!

Ondan başka her şey, seni yavaş, yavaş helake doğru götüren düşüncelerindir.

İsterse sana taç, taht, mal, mülk olsun! Gamdan sevin gam vuslat tuzağıdır. Kadın isen koca ehline, koca ise kadın ehline sadık ve muhabbet içerisinde ol. Allah huzurunda erdiğin nikahın iyide ve kötüde yanında ve hakimi ol.

Şirret ve zulümle vardığın yerlerde sonunu gördüğün zaman elden gelecek bir yararlı hürmeti ve izzeti görmeyeceksin.

Bu yolda aşağıya düşüş, hakikatte yükseliştir.

Gam bir hazinedir. Gam çekebilirsin amma velakin gam çektirirsen, azap ve ezasını alemi ibrette mutlak göreceksin.

Garip kuşun yuvasını yıkan, Allah katında hiç affedilmeyendir. Şirret ve bela her daim onunladır. Onun ruhu ve temayülünde hırs ve intikamın isli bir sıfatı bakidir…

Senin zahmet ve meşakkat çekişine maden, fakat bu söz, çocuklara nereden tesir edecek?

Çocuklar, oyun adını duydular mı hepsi de yaban eşeğiyle yarışa girişirler.

Ey yaban eşekleri, bu yanda tuzaklar var. Bu yandaki tuzaklarda kan içiciler var.

Oklar uçuşup durmakta yay, gayb aleminde gizli, gençlere yüzlerce ihtiyarlık okları erişmekte.

Gönül ovasına adım atmak gerek, çünkü bu ovada ferahlık, genişlik, neşe olamaz.

Dostlar, gönül eminliktir, huzur yeridir. Orada kaynaklar gül bahçeleri içinde gül bahçeleri var.

EN İYİ DOST, EVLATTAN ÖTE, KADINA ZEVCİ, ZEVCİNE KOCADIR!

Yolcu, kalbe yürü orada seyret, orada gez dolaş. Ağaçlar var orada, akan sular var orada.

Köye gitme. Köy, adamı ahmak bir hale sokar. Aklı, nursuz, fersiz bir hale getirir.

Ey seçilmiş temiz adam, peygamberin sözünü dinle, köyde yurt tutmak, aklın mezarıdır. Köyde sabah, akşam bir gün kalan kişinin aklı, bir ay yerine gelemez.

Tam bir ay onun ahmaklığı gitmez. Köy otlarından da bundan başka ne biçilebilir ki?

Köyde bir ay kalan kişi, nice zaman bilgisiz ve kör kalır. Köy nedir? Hakikate ulaşmamış, elini taklit ve huccete atmış şeyh! Aklı kül şehrine karşı bu duygular, gözleri bağlı değirmen eşeklerine benzer.

Bunu geç de hikayeye giriş, inciyi bırak. Buğday tanesini ele al. İnciye yol yoksa hemencecik buğdayı al. O tarafa yol yoksa bu tarafa at sür.

Zahir, nihayet insanı batına götürür. Her insanın evveli suretten başka nedir ki* ondan sonra lezzet gelir ki lezzet meyvenin manasıdır. Önce çadır kurarlar da sonra türkü konuk çağırırlar.

Bil ki suretin çadırıdır, manan Türk. Manan bil ki kaptandır, suretin gemi! Allah için şunu bir nefes olsun bırak da şehirlinin eşeği çanını çalsın!

Şehirli ve çoluğu, çocuğu hazırlıklarını tamamladılar, eşyalarını katırlara yükleyip köye doğru yollandılar. Hayvanlarını neşeli , neşeli sürmekte, “Sefer edin de ganimet bulun” demekteydiler. Ay, sefer ede , ede Keyhusrev olur. Tolunay hâline gelir. Sefer etmeksizin nasıl padişah kesilir ki?

Beydak, seferle satrancın en üst hanesi olan ferzin hanesine gelir, ferzin olur. Yusuf, seferden faydalanır, yüzlerce muradına erişir. Onların da gündüzün yüzlerini güneş yakıyor, geceleyin yıldızla yol buluyorlar. Kötü yol, onlara güzelleşiyor, köyün neşesiyle cennet gibi görünüyor, bu suretle gidip duruyorlardı.

ACI, TATLI DUDAKLARIN TESİRİYLE TATLILAŞIR, DİKEN, GÜL BAHÇESİ DOLAYISIYLA GÖNÜL ÇEKER BİR HALE GELİR.

Ebu cehil karpuzu, sevgili yüzünden hurma kesilir, ev, evdeki kadının sadakatinde ise, erkeği rızkını getiriyor ise velhasıl evlatlarda hayırlı ise, dost yüzünden ova olur.

GÜL YANAKLI, AY YÜZLÜ SEVGİLİSİ YÜZÜNDEN NİCELER SIRTI YARALI HAMAL OLMUŞTUR.

Gece gelsin de ay ( yüzlü sevgilinin) yüzünü öpsün diye demirci, yüzünü simsiyah etmiştir.

Esnaf, gönlüne bir serviyi diktiğinden akşama kadar dükkanda çarmıha çakılmış gibi bekler durur.

Tacir, deniz demez, kara demez yürür durur ama evinde oturan bir sevgilinin aşkıyla koşup yeler.

Kimin bir ölüye, bir taşa, toprağa sevdası varsa bir diri yüzlünün sevdasıyla sevdalanmıştır.

Dülger, tahtaya yüz tutmuştur ama ay yüzlü güzeline hizmet etmek ümidiyle, sen de bir dirinin ümidiyle çalış, çabala ki o, bir gün sonra cansız bir hale geliversin.

AŞAĞILIK YÜZÜNDEN BİR SAMAN ÇÖPÜNÜ KENDİNE MUNİS OLARAK SEÇME, SAHTE HIRSLARA, DOST SANDIĞINA YENİK DÜŞME!

Onun munisliği ariyettir. Ananla, babanla munistin Tanrı’dan başka munislerin sana vefakarsa hani o ünsiyet?

Haktan gayrı birisiyle dostluk, yerindeyse dadınla, lalanla ünsiyetin ne oldu?

Sütle, memeyle olan ünsiyetin kalmadı.

Mektepten nefret ederdin o nefret de geldi geçti. O ünsiyet, onların duvarına varan güneş ziyasından ibarettir. O akis güneşe gitti.

YİĞİDİM, O IŞIK NEREYE DÜŞERSE SEN ONA AŞIK OLUYORSUN.

Her vara taalluk eden aşkın, tanrı vasfından, meydana gelir, o şeyin yaldızından, o şeyin zahiri güzelliğinden değil.

O şeyin altın yaldızı aslına gitti de bakırı kaldı mı insanın tabiatı doyar, onu boşlayıverir.

Onun yaldızlı, zahiri sıfatlarından ayağını çek. Bilgisizlikle kalpa pek hoş deme.

Kalplardaki o hoşluk, o güzellik eğretidir.

O, süsün, püsün altında süssüzlük vardır.

Kalpın üstündeki altın, madenine gider.

SEN DE ONUN GİTTİĞİ MADENE GİT VE GÖR Kİ SADAKATLE Mİ, SAHTELİKLE Mİ ONU BİL…

Duvardaki ışık güneşe varır. Sen de sana layık olan o güneşe git. Ondan sonrada madem ki o oluktan vefa görmedin, suyu yağmurdan iste.

Kurdun tuzağı, kuyruk madeni değildir. O koca kurt, kuyruk madenini nereden tanıyıp bilecek?

O aldanmış kişilerde altını çıkınlamış sandılar da köye doğru koştular.

Gülerek oynayarak o dolaba doğru çark ura, ura yürüdüler. Köye doğru uçan bir kuş görseler sabırsızlıktan elbiselerini yırtıyorlar, köyden bir adam geliyor görseler yüzünü, gözünü öpüyorlar, “ Sen bizim dostumuzun yüzünü gördün. Sen bizin canımızın canısın, bizim gözümüzsün sen” diyorlardı.

Tıpkı Mecnun gibi. O da bir köpeği okşamakta, öpmekte, önünde yanıp erimekteydi.

Etrafında eğilip bükülerek onu ululayıp ağırlayarak dönüp dolaşıyor, ona saf şeker şerbeti veriyordu. Bir herzevekil dedi: “ a ham mecnun, bu yapıp durduğun şey ne delilik, ne sersemliktir.

….

….

DAMAĞINI VEHMİN ZEVKİYLE ÇEŞNİLENDİRİR, VARLIK TULUMUNA ÜFÜRÜR, KENDİNİ HAVAYLA ŞİŞİRİP GURURLANIRSIN AMA, BİR İĞNEYLE O YEL KAÇIP GİDER.

Dilerim akıllı adam, bu çeşit semirmesin!

Kışın kardan testiler yapıyorsun, iyi ama hiç onlar suya dayanır mı?

Hz. Mevlana Celaleddini Rumi

“MESNEVİ” 3. Cilt.

Köylünün Fendi

Dipnot: MEVLANA “MESNEVİ” KÖYLÜNÜN FENDİ’nin

(Beşinci Bölümde Devamını Okuyabilirsiniz. )

 
Toplam blog
: 295
: 3087
Kayıt tarihi
: 22.08.08
 
 

Prof.Dr. Öner Samanlı, yıllarını eğitim ve öğretim faaliyetlerine adamış, birçok bilimsel makalen..