Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Ocak '11

 
Kategori
Güncel
 

‘Muhteşem Yüzyıl’, muhteşem saçmalıklar

‘Muhteşem Yüzyıl’, muhteşem saçmalıklar
 

Ceviz kabuğunu doldurmayacak konuları memleket meselesi haline getirmekte hayli maharetliyizdir. Bunun en yeni örneği Show tv’de yayımlanan Muhteşem Yüzyıl dizisi oldu. Osmanlı padişahı Kanuni Süleyman’ın hayatını anlatan dizi daha fragmanlarının yayımlanmaya başlamasından itibaren muhafazakâr kesimden tepki aldı. Sade vatandaşların, muhafazakâr yazarların, tarihçilerin tepkileri yetmedi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç bile işini gücünü bırakıp “tarihimizin önemli şahsiyetlerini olduğundan başka türlü görerek küçültmeye, aşağılamaya çalışan ne olursa olsun karşılığını bulmalıdır" diyerek diziyi ağır biçimde eleştirdi. Bu da yetmedi, RTÜK diziye Arınç sözlerindekine benzer gerekçelerle uyarı cezası verdi. RTÜK’ün yaptığı açıklamaya göre, dizinin yayından kaldırılmasını isteyen vatandaşlardan kuruma 74 bin mesaj gönderilmiş. Neymiş efendim, Muhteşem Yüzyıl, Kanuni gibi büyük bir tarihi şahsiyetin mahremine giriyormuş; padişahları cinsellik düşkünü insanlar gibi gösteriyormuş, dolayısıyla bu tarihimize hakaretmiş.

Vatandaşın hassasiyetine bakınca insanın gözleri yaşarıyor! Sonra da şu soru akla geliyor: acaba bu duyarlı vatandaşlarımız, öleli 445 yıl olmuş Kanuni’nin kişilik haklarını korumak için gösterdikleri hassasiyetin onda birini günümüzde yaşayan insanlar için gösteriyor mu? Mesela, her gün dayak yiyen, tecavüze uğrayan, vahşice öldürülen kadınlarımız ve çocuklarımız için bir tepki örgütlemeyi aklına getiriyor mu? Acaba bu vatandaşlarımız Harem’in mahremiyetini korumak için harcadıkları çabanın yüzde birini “anadilimizi konuşmak istiyoruz” diyen Kürtlerin sorunlarını anlamak için harcıyor mu? Acaba bu vatandaşlarımız Ecdadın cinsel hayatı hakkında kafa yorduğu kadar mesela Türkiye’de iş kazalarındaki ölüm ve yaralanma oranlarını gelişmiş ülkelerdeki oranlarla kıyaslamaya yoruyor mu? Bu soruların tümünün de cevabının “hayır” olduğunu biliyoruz. Öyle olmasa bugün çok daha özgür, demokratik ve gelişmiş bir ülkede yaşardık.

Ayrıca, bu vatandaşlar ve onların zihin iklimindeki devlet yetkilileri Muhteşem Yüzyıl dizisinin bir belgesel programı değil bir kurgu eser olduğunu, senaryoda gerçek kişilerin adı kullanılmış olsa bile dizide anlatılan olayların senaristin yorumu olduğunu unutmuşa benziyor. Kurgu olması bir yana, yüz tane yazar bugün halen yaşayan bir insanın hayatını yazmaya kalksa aynı kişiye ait yüz ayrı hayat hikâyesi çıkmaz mı?

Al “Mustafa” eleştirisini vur “Kanuni” eleştirisine

Sinema, tiyatro ve edebiyat eserlerinde işlenen konulara gerçekmiş muamelesi yapmak bizde yaygın bir hastalıktır. Cumhuriyet tarihi boyunca nice romana, tiyatro oyununa, şiire bu muamele yapıldı; eserler yasaklandı, yazarları hapislerde süründürüldü. Bu yasaklar otoriter ideolojik devlet anlayışının ürünüydü. Bunun en çarpıcı örneklerinden birini Can Dündar’ın “Mustafa” filminde yaşamıştık. O film hakkında Kemalist kesim, “Atatürk’ü içki ve sigara düşkünü gösteriyor” diye linç kampanyaları düzenlemişti. Tam “statüko etkisini kaybediyor, Türkiye yavaş da olsa demokratikleşiyor, artık eskisi gibi saçma sapan sansür ve baskı uygulamaları olmayacak” diye umutlanırken sansürcü zihniyet bu defa bir başka yerde, statüko karşıtı diye bildiğimiz kesimde tezahür etti. Zıt siyasi kutuplar sansürcülük konusunda aynı çizgiye geldi. Eleştiri şablonu o kadar benziyor ki “Mustafa” filmi için yapılan eleştirilerdeki “Atatürk” adını Muhteşem Yüzyıl dizisiyle ilgili eleştirilerdeki “Kanuni” adıyla değiştirin, eleştirinin hangi eser için yapıldığını anlayamazsınız.

Bu saçma tartışmalar işin bir yanı; bir de “Muhteşem Yüzyıl”ın içerik tarafı var. Benim takıldığım asıl nokta da burası… Resmi tarihçiler ve popüler tarih eserleri genellikle tarihi, kralların, sultanların hayatlarından, onların başarı ve zaferlerinden ibaretmiş gibi sunar. Öyle ki, o anlatılara kendini kaptıran insan tarihe baktığı zaman tahtına kurulmuş padişahlardan, at üstünde kılıç sallayan kahramanlardan başka bir şey görmez. Hayatı boyunca sürekli resmi tarih propagandasıyla karşı karşıya kalan toplum zamanla bunu içselleştirir ve bu tezleri tekrarlayan bir papağana dönüşür. Örneğin bir marangoz Kanuni devrinde yaşayan bir marangozun hayatını veya marangozluk sanatını merak etmez de Muhteşem Süleyman’ın dizilerde seks düşkünü bir fani gibi gösterilmesine kafa yorup kendine dert eder. Egemenlerin en büyük başarısı da budur. Sıradan insanın sadece bugününü değil tarihini de yönetirler. Sanat ve edebiyat eserleri de çoğunlukla buna hizmet eder; en azından dolaylı yoldan egemenlerin bu politikasına alet olur. Oysa tarih de aşağı yukarı yaşadığımız bugün gibidir. Bugün nasıl bir ülkede yöneticilerin yanı sıra milyonlarca vatandaş ve onların hayatları, acıları, dramları, sorunları varsa bundan beş yüz yıl önce de hükümdarların haricinde insanlar ve onların hayatları vardı. Romancılar, dizi senaristleri, resmi tarihçiler hiç onları hatırlamak istemiyor.

16. yüzyılda muhteşem kaos

Bu arada kısa bir hatırlatma yapayım: Dizide “Muhteşem Yüzyıl” diye adlandırılan 1500-1600 yılları arasındaki tarih belki Osmanlı sultanları ve devleti açısından muhteşemdi ama Osmanlı halkı, özellikle de Anadolu halkı için pek de muhteşem değildi. Bir kere Osmanlı ülkesi en ihtişamlı günlerinde bile ekonomik sorunlarla boğuşuyordu. Yeni zaferler ve ganimet kazanılamadığı sürece bütçe açık veriyor, bu da halka enflasyon, pahalılık ve yüksek vergi olarak yansıyordu. Savaşlar kazanılsa bile bedelini halk ödüyordu. Osmanlının genişleyen sınırları ve büyüyen devlet aygıtı sıradan bir insan için daha çok savaş, daha çok vergi ve daha çok ölüm anlamına geliyordu. Yani bugün tarih atlaslarında gördüğümüz, Kırım’dan Kahire’ye, Mekke’den Tunus’a, Tebriz’den Budapeşte’ye kadar uzanan o ihtişamlı haritanın o devirde Anadolu’da yaşayan bir köylü için hemen hemen hiçbir pozitif anlamı yoktu.

Özellikle 1500’lerin sonuna doğru Anadolu’da işler iyice kötüye gitmeye başlamıştı. Ardı arkası gelmeyen seferlerde yorulan ve memleketinden uzakta kalan Anadolu kökenli askerler firar edip Anadolu’ya geçmiş ve burada eşkıyalığa başlamıştı. Eşkıyalar “her sakaldan bir kıl alacağız” diyerek halkı haraca bağlamıştı. Salgın hastalıklar halkı kasıp kavururken bir de yıllarca süren bir kuraklık dönemi baş göstermişti. Eşkıya saldırılarından kaçan çiftçilerin toprağı işleyememesi nedeniyle kıtlık daha da artmıştı. İnsanlar açlıktan ölmemek için çürüyüp kokmuş hayvan leşlerini yemek zorunda kalıyordu. Aynı yıllarda üst üste birkaç şiddetli deprem meydana gelmişti. Üst üste gelen bu büyük felaketler insanlarda öylesine büyük bir karamsarlık yaratmıştı ki halk, dünyanın sonunun geldiğine, Miladî 1592’ye denk gelen Hicrî 1000 yılında kıyametin kopacağına inanmıştı.

Şimdi milliyetçi-muhafazakârların gözlerini kamaştıran o ihtişamın arkasında işte böyle bir kara tablo vardı. Bunlar pek fazla dile getirilmez; yapımcılar bunları konu alacak bir dizi çekmez; çekilse de o dizi yüksek reyting alamaz. Tarihi hep egemenler yazdığı için bizler bugün tarihte, hatta bizatihi günümüzde halkların çektiği çileleri değil, "Süleyman'ın cinsel hayatı var mıydı yok muydu"yu tartışırız..

Tabii şu da var; bugünün bilgi düzeyi ve değer yargılarıyla 500 yıl öncesinin koşullarını ve insan davranışlarını değerlendirmek doğru olmaz. Bu anlamda "muhteşem yüzyıl"ı olumsuz yönlerinden soyutlayıp yüceltmek ne kadar yanlışsa, mahkum etmek de o kadar yanlıştır.

Dizi hakkındaki fikrimi söylemem gerekirse; bence Türkler en az bir yüz yıl daha tarihi film ya da dizi çekmemeli. O derece yetersiz bir yapım.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..