Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Temmuz '07

 
Kategori
Öykü
 

"Mutlu son"

"Mutlu son"
 

Sabaha, Poyraz'ın kollarında uyanmak… Gül kokusuna uyanmak… Sahi açık kalan camdan mı geliyordu gül kokusu, yoksa bir ara üşüyüp de iyice kucağına sokulduğunda hissettiği gibi, gül kokan Poyraz'ın teni miydi?.. Ensesine konan öpücüklerle tekrar uyandığında, uyuyormuş gibi yaptı; kendisini uyandırmaya kıyamadan, sevgiyle öpen adamının dokunuşları biraz daha sürsün istemişti... Sonra döndü, "günaydın aşkım" diyen sevgi dolu bir adam vardı yanı başında. Poyraz; "Uzun süredir böyle deliksiz uyumadım." dediğinde, Deniz de öyle uyuduğunun farkına vardı. Sabaha karşı, Poyraz'ın gül kokulu tenine uyanması sayılmazdı.

Poyraz, onu yatakta bırakıp duşa girdi; "Sen duş alırken ben kahvaltıyı hazırlarım." diyerek. Misafirmiş Deniz, öyle demişti. Zaten misafir odasında yatmışlardı. Yatak odalarını evlendikten sonrası için hazırlamıştı Poyraz; "Evlenmeden olmaz" diyerek gülüyordu gece, bu odaya girerlerken. Duştan çıkar çıkmaz gelip Deniz'i öptü Poyraz; özlemiş gibi... Deniz duştan çıktığında ise, Poyraz ıslık çalarak bir şarkı tutturmuş, bahçedeki nar ağaçlarının altındaki masayı “donatmakla” uğraşıyordu. Çayı da semaverde demlemişti üstelik. Deniz: "İçerden gelecek bir şeyler var mı?" diye sorduğunda; "Evet, sen." dedi. Sonra onu başköşeye oturttu; "Hiç itiraz istemem." diyerek. Gerçek olabilir miydi bu yaşadığı; bir erkek onu başköşeye oturtmuş kahvaltı hazırlıyordu. Yalnız bu mu; küçük cam bardakla çay içtiğini de biliyordu. Kahvaltı sonrası da bütün işleri o yaptı. Saate gözü takıldığında ise telaşlandı biraz, yapılacak çok iş vardı. Deniz ise Poyraz'ın abarttığını sanmıştı.

Neler yapılmadı ki o gün! Deniz'in işiyle ilgili bilgilerini öğrenip, onu kahve yapmaya yollarken, telefonda birilerini aramaya başlamıştı bile Poyraz. Kahveleri içerken gelen telefonu gülümseyerek kapadı. Sonra, "Pazartesi gününden itibaren bir ay izne ayrılıyorsun." dedi. "Ben gitmeden mi, dilekçe vermeden mi?" İlk şaşkınlığını atlatınca, "Gerekenleri pazartesi yapacağız." diyen Poyraz'a kızdı Deniz. "İyi de Poyraz, bana bir şey sormadan hep sen mi karar vereceksin?" dediğinde ise; "Sordum ya; evlenelim mi demiştim ve sen de olur demiştin, değil mi?", diyordu gülümseyerek. "Peki, ne zaman evleniyoruz?" diyen Deniz'i elinden tutup kucağına çekti ve yine o son derece ciddi ve kararlı haliyle konuşmaya başladı. "Seni bırakmayacağımı söyledim ya canısı, niye sanıyorsun; birlikte karar vermek için." Ve o gün ilk karar verdikleri şey evlenecekleri gün oldu; haftaya cumartesi. Takvime baktı Deniz; yedi temmuz: 07/07/2007. "Aaa ne hoş bir tesadüf" dedi , heyecanla Poyraz'a dönüp. "Evet, çok hoş bir tesadüf." dedi Poyraz. Gülümsemiş miydi sanki? Deniz, mavi mavi baktı Poyraz'ın gözlerine, "galiba ben bu adama aşık oluyorum" diye düşündü ve gitti dudağına yüzlerce öpücük kondurdu. Sevgi dolu öpücükler masum olmaktan çıkmaya başlamıştı ki, bıraktılar. Çok işleri vardı.

Düğünden sonra İzmir'e gitmeye ve Deniz'in evinde kalmaya karar verdiler. "Evlendiğimize göre seni evime alabilirim." diyen Deniz'e Poyraz; "Seninle niye evleniyorum sanıyorsun?" diyordu. Birden aklına takıldı Deniz'in. Çok masraflı olacaktı her şey. Emekli olunca ev almasına katkısı olsun diye az da olsa birikim yapmıştı bu güne kadar. İzmir'de olmasa da burada bir evi olacaktı nasılsa. Poyraz'a söylediğinde, "İyi ya aşkım, onunla da İzmir'de ev alırız, sen orada yaşamak istemiyor musun?" dedi. "Birikimim o kadar çok değil." diye itiraz etti Deniz. "Olsun, bir oda alırız, az eşyalı, işimiz de az olur. Böylece her an birbirimize dokunabiliriz." dediğinde ise, Deniz merakla Poyraz'ın gözlerine baktı ve "Acaba Poyraz, zaman zaman eşyaların esiri olmaktan bıkıp, tek odalı bir evde yaşamak istediğim hayalimi de biliyor olabilir mi?" diye düşündü elinde olmadan… Poyraz yine o ciddi halini takındı; kenarda kalan ve şimdi harcanarak bir anlam kazanacağını söylediği birikiminden bahsetti. “Onlar bitince de senin maaşınla geçiniriz.” diyordu, yine gülerek.

Şehre inerken, yolda Sıla'yı arayabildi sonunda Deniz. Sıla anlamamıştı yine olanları, yavaş yavaş tekrar anlattığında ise, "Benim masalımı ne zaman yazacaksın?" diyordu heyecanla. Ve nasıl da telaşlanmıştı "ne giyeceğim" diye. Sonra, Deniz'in evini temizletmesi gerekiyordu, ona pembe çarşaflar da almalıydı; yatak odasında pembe rengi severdi arkadaşı; "yumuşak bir renk olmalı insanın yattığı yerde" derdi hep. İyi ki birbirlerinde evlerinin anahtarları vardı. Deniz bir şey daha istiyordu Sıla'dan ve Poyraz anlamasın diye nasıl anlatacağını şaşırmıştı ama Sıla kendisini o kadar iyi tanıyordu ki hemen "Yani iki kişilik tek bir yastık yaptırmamı istiyorsun değil mi? Hani şu bohçada duran pembe saten başlıklarla." demişti. Evet; sevdiği adamla "bir yastıkta kocamak" istiyordu artık. Aileye haber vermeye gelmişti sıra. Deniz boşanırken sadece kız kardeşine söylemişti, herkes çok sonra öğrenmişti. Yine onu arayıp, "Evleniyorum." dediğinde, şaka yapıyor sandı kardeşi. "Esas adamı buldum sonunda ve bu cumartesi evleniyoruz. Pazartesi günü davetiyeleri yollayacağım, akrabalara haber vermek senin işin, bir otobüs tutup getirin herkesi." dedi heyecanla. "Halalarımı da getir; dastarlarıyla* gelsinler, öylece oldukları gibi". "Herkesi istiyorum unutma." dedi tekrar. Kız kardeşi düğün Antalya'da olacağı için rahattı; Ölüdeniz'e yakındı nasılsa.

Gelinlik bakacakları mağazada herkes tanıyordu Poyraz'ı ve saygıyla beraber sevgiyle davranıyorlardı sanki. Bir yerde yıllanmanın güzelliğiydi bu. Önce damatlık bakalım dedi Deniz. Poyraz; "Ben bakmıştım bir tane, sen de beğenirsen." dedi. Gerçekten çok şık, siyah bir takımdı; Poyraz'a göre dikilmişti sanki. Mağaza sahibinin denemesini önerdiği gelinlik ise inanılmaz güzellikteydi! O muhteşem duvağıyla, vücudunu saran dar ve uzun bir gelinlik. Etek uçlarına doğru hoş bir şekilde genişliyordu. Biraz göğüs dekoltesi vardı ve çok yakışmıştı Deniz'e. Acaba uzun eldivenler de olsa mıydı; istemediler. Özellikle Poyraz; "tenini hissetmezsem olmaz" demişti ve o kadar insanın içinde tutup ellerini öpmüştü. Tam o sırada üzerlerine maviler yağdı yine; bunu sadece "Deniz'le Poyraz" gördüler... Deniz, gelinliği çıkarmadan önce aynada mavi mavi kendisini seyrederken, mağazadaki hanımla göz göze geldi; "Beğendiniz gerçekten değil mi" diye sordu kadın ve "artık söyleyebilirim" diye ilave etti. Çünkü Poyraz Bey sıkı sıkı tembih etmişti. Eğer beğenmezse, onun beğendiği bir modeli dikip yetiştireceklerdi cumartesi gününe kadar. Dün gelinlik giymek istiyorum dediğinde Poyraz'ın niye gülmediğini şimdi anlamıştı… O da bana aşık diye düşündü sonra; sevgiyle sarıldığı Poyraz, onu usulca alnının köşesinden öperken…

Ayakkabı alırken, "Yüksek topuklu su yeşili cam ayakkabılarımla, yeşil şifon bir elbisem olsa ne iyi olurdu." diye düşündü Deniz, ama neden böyle düşündüğünü bilemedi; rüyasında mı görmüştü acaba? Kim bilir… Sıra davetiyelere geldiğinde bir türlü karar veremeyip, kocaman bir kutu dolusu örnek aldılar. "Yarın saat on ikide aldırırım, akşama da teslim ederiz." diyordu matbaa sahibi, pazar olmasının önemi yoktu. Poyraz ağabeylerinin bu mutlu gününde bunun lafı mı olurdu? "Yarısını kardeşime bırakırsınız yarısını da bana gönderirsiniz." dedi Poyraz. Sonra şirkete uğradılar. Poyraz Deniz'i herkesle tanıştırdı; mutlu mutlu. Ama en çok kardeşine tanıştırırken bunu hissetti Deniz. Belki de hayatta kalan en yakın tek akrabası olduğu için. Yaşlı iki dayısıyla, bir teyze ve bir de amca kalmıştı kala kala zaten ve onların çocukları. Oradaki herkesi düğüne davet ettiler ayrılmadan önce, ve hoşça kal derken, Poyraz'la kardeşi göz göze geldiklerinde; Deniz konusunda anlaşmışlardı…

O hafta nasıl bitti anlamadı ikisi de. İşin en zor(!) yanına; davetiyenin hangisi olacağına karar vermişlerdi ya gerisi kolaydı. Düğüne gelecek olanların kalması için otel ayarlandı ve İzmir'den gelecekler için de bir otobüs tuttu Poyraz yine Deniz'i hayrette bırakarak. Çünkü Deniz de böyle olmasını isterdi. İzmir'de davetiyeleri dağıtmak Sıla'ya düştü. Yine de Deniz birçok ahbabını telefonla aradı. Evleneceğini herkese mutlu mutlu anlatırken, Poyraz da onu seyrediyordu; mavi mavi. Kırmızı arabayı sormadı bile Deniz. Söylemeden istediğini yapan, hani içlerinde isimlerinin yazdığı nikah yüzüğünü bile tam parmağına göre alıp hazır eden Poyraz, bunu mu halledemeyecekti? Sıla, cuma akşamı orada olacaktı; üçünün birlikte olacakları gece, yüzüklerini Sıla'nın takmasına karar vermişlerdi; onun sayesinde tanışmışlardı ne de olsa. Sıla'nın "ben hallederim" demesine aldırmayıp “eniştesi” ona internetten uçak bileti almıştı. Ve ne gülmüşlerdi ama Deniz'in Poyraz için; "enişten", demesine.

Ve cumartesi gecesi; işte o gece her şey ama her şey masal gibiydi… Salona bir üst kattan, merdivenlerden inerek girmişlerdi; "kral" ve "kraliçe" gibi. Belki de, Deniz’in saçındaki taç ve duvağın kenarında, ışıldayarak aşağıya uzanan gelin teliydi onu kraliçe gibi gösteren… Sonra; o gece Deniz'in kalbi durmadıysa; yaşanacaklar varmış… Yaşanacak sonsuz güzel dakikalar, saatler, günler varmış… Sevgiyle düğüne çağırılanlar, sevgileriyle, gülen yüzleriyle doldurmuşlardı salonu; mutluydular. Herkes birbirini tanıyordu sanki. Çünkü bu yaşadıklarını, belki yüzlerce kez; "Mutlu Son"la biten Türk filmlerinde izlemişlerdi. Üstelik bu sefer her şey gerçekti ve "esas kadınla esas adamı" tanıyorlardı; onlar mahallelerinin çocuklarıydı. Nikah kıyılırken, Deniz ve Poyraz "evet" derken zaman durdu sanki ve sonra, kader onları sonsuza kadar birleştirdi… Bütün misafirler buna şahitlik ettiler; bu sevgiye iki şahit az gelirdi… Herkesin şahit olduğu bir şey daha vardı; gelinle damat dans ettikçe etraflarına mavi ışıltılar yayıldı… En son, Aydın Zeybeği oynadılar; bütün salon kenara çekilip hayran hayran bu iki "sevgili" insanı izledi. Karşılıklı geniş bir daire çizerek oynuyorlardı ama oyunun sonuna doğru, nasıl olduysa yüz yüzeydiler ve kolları havada, sağ ayaklarını yere vurarak oyunu bitirdiklerinde, birbirlerini öperken salondaki herkesi unutmuşlardı… Sessizlik önce alkış sesiyle bozuldu, sonra hani her düğünde çalınarak halay çekilen, o kıvrak şarkının nağmeleri doldurdu salonu. Bu sefer kimsenin pisti gelinle damada bırakmaya niyeti yoktu. Az sonra da gelinle damat, sevgilerini herkese bulaştırarak, biraz erken bir saatte salonu terk ettiler. Çünkü şu özel tarih nedeniyle İzmir'den Antalya'ya gemi seferi konmuştu; bir geliş ve bir gidiş. Geminin İzmir'e dönüş saatine yetişmek zorundaydılar. Ve bu, gecenin son sürprizi olmuştu Deniz için. Yani Deniz öyle sanmıştı. Dışarı çıktıklarında ise; üstü açık, kırmızı, chevrolet bir arabanın onları beklediğini görünce inanamadı. Gerçekten inanamadı bu sefer! Biliyordu, işyerinin oradaki arabaydı, şoföründen tanımıştı. Geride kalanlara el sallarken ağlıyordu Deniz. Artık dayanamamıştı. Uğurlayanlar görünmeyecek kadar uzakta kalınca Poyraz'a döndü Deniz, o zaman fark etti Poyraz ağladığını. "Aşkım, sen niye ağlıyorsun, beni götürdüğüne göre ben ağlamalıyım." derken, ilk defa Deniz'in gerçekten niye ağladığını anlamadı… Gülümsedi Deniz; "Seni seviyorum." dedi. Poyraz; "Sonunda" dedi, "sonunda." Hiç söylemeyeceğini sanmıştım. "Ama sen de hiç söylemedin." dedi Deniz. Poyraz, Deniz'in gözlerinin içine bakarak "Seni seviyorum." derken, sevgiyle sarıldı karısına, Deniz de kocasına. İkisi de "seni seviyorum" diye yinelerken birbirlerine, arabadan geriye maviliklerin savrulduğunu fark etmediler…

Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten üç elma düşmüş; biri bu masalı yazana, biri okuyana, biri de Deniz ile Poyraz'a.
I. Bölüm :http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=44759
II. Bölüm :http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=45723
III.Bölüm :http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=49392

 
Toplam blog
: 210
: 3227
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

Yazmak... Öyle güzel, öyle hoş ve öyle derin bir eylem ki!.. Olmazları bile oldurabiliyorsun. "Ke..