Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Kasım '07

 
Kategori
Felsefe
 

'Nasıl yapılacağını boşverin, ne soracağınızı düşünün'

'Nasıl yapılacağını boşverin, ne soracağınızı düşünün'
 

Geçtiğimiz pazartesi günü yağmur çamur demeden sıcak ofisimi bırakıp koşa koşa Bilgi Üniversitesi’nin Eyüp’teki santralistanbul kampusuna gittim. Ertesi gün ise Dolapdere kampusundaydım. Benim gibi ıslanmaktan nefret eden bir kedimsiyi bile yerinden kaldırıp iki saatlik yol gitmesini sağlacak kadar önemli olaylar vardı oralarda. Ünlü düşünür Slavoj Zizek (Sılavoy Jijek), Bilgi Üniversitesi Kültürel Çalışmalar programının davetlisi olarak Türkiye’ye geldi ve sözünü ettiğim günlerde “Liberal ütopya çağında şiddet ve ideoloji” ile “Günümüzde hala anti-kapitalist olmak mümkün mü” başlıklı iki konferans verdi.

Marxist-Leninist, Lacan’cı düşünür Zizek için kültür eleştirmeni diyen de var, teorisyen de. Onun hiçbir teoriye sahip olmadığını, yalnızca kafa karıştırarak şov yaptığını düşünen de... Kendisine “akademik rock yıldızı” ve “kültürel teorinin Elvis’i” yakıştırmalarının yapıldığını da belirtmekte fayda var. Anlayacağınız kendisi çokça tartışılan, bolca eleştirilen bir şahıs. Aynı zamanda çokça tartışan, bol bol eleştiren bir şahıs da... Benim şahsi fikrime göre ise her alanda bulunması gereken, günümüzün moda tabiriyle “ezber bozan” bir fikir adamı. Ayrıca yazdığı 20 küsur kitap ve sayısız makaleyle günümüzün en verimli düşünürlerinden de biri.

Konferanslarda gördüğüm kadarıyla bir hayli de ‘hayranı’ var. Nasıl olmasın ki? Felseyi popüler kültüre/popüler kültürü felsefeye sokan, arzulara ulaşmak için ‘yamuk bakmak’ gerektiğini salık veren, düşünürlerin fildişi kulelerde değil hayatın içinde yaşaması gerektiğine inanan ve eleştirel düşüncenin aslında çok da keyifli, eğlenceli bir şey olduğunu ispat eden bir adam Zizek. Tabiri caizse burnu büyük bir düşünce insanı değil. Zira, konferanslarının ilkine, kendisini takdim eden Bülent Somay’a “Beni sembolik kastrasyona uğrattın” diye takılarak başladı. Sonra “Umarım sizi sıkmam” gibi, konuşmacılarda pek de alışık olmadığımız bir tevazu göstererek katılımcılarla iletişim kurma niyetinde olduğunu gösterdi. “Bakın ben neler biliyorum, şimdi de bunları size ihsas edeceğim” tavrı takınmadı. Bitirdiğinde “Sizi sıktıysam özür dilerim” dedi. Her ne kadar konuşmacı ve dinleyenler arasında eşitlikten söz edilemese de o, tüm konuşmasını bunu mümkün kılmaya çalışarak sürdürdü. Burada uzun uzun nelerden bahsettiğini anlatıp onu bir kez daha kastrasyona uğratmaya niyetim yok. Merak edenler Zizek yazıp googlelayarak konuşmalarına dair yazılara ve kendisine ait makalelere ulaşabilir. Ancak, Zizek’in konuşmalarında özellikle dikkatimi çeken birkaç nokta var. Aktarıcı kişiliğim bunları bilmemenize razı olmadı.

PRATİKTE OLMAYAN ÖZGÜRLÜK, ASLINDA YOKTUR

Zizek’e göre yasaklar içinde yaşadığımız liberal ütopya çağında, mevcut sisteme karşı işleyen mekanizmalar değil aksine liberalizm bu yasaklar üzerinden yürüyor. Bizim ise yasak bölgelere girmemek için oluşturduğumuz bazı gündelik alışkanlıklarımız var. Zizek bu alışkanlıkların gözümüzü nasıl bağladığına ve bu nedenle yasaklardan kaçarak, aslında bir ütopya olmayan, yalnızca insanlara ‘kötünün iyisi’ni kabul ettirme yöntemi olarak gördüğü liberalizmi eleştirmeyi bile düşünmeyişimize dikkat çekti.

Ayrıca liberalizmde sürekli “özgürlükler alanı”ndan bahsedildiğini fakat bu özgürlüklerin pratiğe dökülmedikçe var olmadıklarını söyledi. Örnek olarak Çin'de bir işçinin yılda 40 gün izin yapma hakkı olduğunu fakat yazılı olmayan kurallar nedeniyle bu hakkını kullan(a)madığını anlatan Zizek, pratikte olmayan hakkın aslında varolmadığını bize bir kere daha gösterdi.

Günümüzde patronların çalışanlarını yemeğe çıkartıp onlarla içki içtiğini; sanki eşitler“miş” gibi yaptığını ve bunun çok anlamsız olduğunu söyleyerek, her iki tarafın da aslında eşit olmadıklarını bildiğini ama karşılıklı çıkarları olduğu için böyle yapmaktan hoşlandıklarını anlattı.

Bir de insanların bir şeyin nasıl yapılacağıyla çok fazla ilgilendiklerini ama bunun yerine doğru soruları sormaya odaklanmaları gerektiğini söyledi; ki bence ettiği en önemli laflardan biri buydu. Zira bildiğiniz gibi ‘yanlış sorunun doğru cevabı olmaz’ ve ‘yanlış hayat doğru yaşanmaz’*. Ki Zizek de bunu gayet net bir şekilde anlattı ve "Gerçek(çi) olun" dedi.

Kısacası Slavoj Zizek geldi ve her biri yaklaşık 2 buçuk saat süren iki konuşmayla zihinlerimizde birçok kapı açtı. Ayrıca felsefenin de ideolojinin de hayatın içinde olduğunu; Donald Rumsfeld'le Hegel'in aynı konuşmada yer alabileceğini; zeka ürünü esprinin olayı sulandırmak bir yana, anlatılmak isteneni başarılı bir şekilde özetleyip konuşmayı sürükleyebileceğini; bir düşünürün anlatmak istediklerini karmaşık cümleler arkasına gizlemeyip doğrudan da anlatabileceğini; en önemlisi de eleştirel düşüncenin pek eğlenceli bir şey olduğunu bize tekrar gösterdi.

*Minima Moralia, Theodor Adorno

 
Toplam blog
: 18
: 958
Kayıt tarihi
: 02.03.07
 
 

Hayatta herkesin güçlü bir duyguyla doğduğuna inanırım. Benimki merak. Küçüklüğümden bu yana dünyada..