Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '10

 
Kategori
Sinema
 

“Nerede olursak olalım, ilim ana yurdumuzdur, cehalet yabancı bir yer…” İbn Rüşd

“Nerede olursak olalım, ilim ana yurdumuzdur, cehalet yabancı bir yer…” İbn Rüşd
 

İslam tarihin gelmiş geçmiş en büyük bilginlerinden biri… Aristo şerhleriyle dünyaca ün kazanmış bir düşünür… İslam dünyasının asla ama asla anlamadığı, tarih boyunca bazen reddettiği, bazen de büyüklüğünü göz ardı edemediğinden sahiplenir gibi yaptığı bir şahsiyet…


Mısır’lı yönetmen Yusuf Şahin’in İbn Rüşd’ün hayatından önemli bir kesit sunan filmi Al-Massir ya da Kader, bir adamın bağırışıyla başlıyor:


“Yüce Languedoc Kilisesi'nin fermanı: Engizisyon mahkemesi kâfir Gerard Breuil'in ve tüm yazdıklarının yakılmasına hükmetti. Çünkü o, Tanrı'nın yolundan saptı ve kâfir ibn Rüşd'ün kitaplarını tercüme etti.”


Bir Hıristiyan bilginin İbn Rüşd’ün kitaplarını tercüme ettiği için yakıldığı bir ortamda ilimle tanışmak isteyen Hıristiyan bir genç İspanya’nın Müslüman tarafına, Endülüs’e geçiyor. İbn Rüşd’ün yanına… Burada, Çetin Altan’ın dediği gibi, kadınlı, erkekli, kahkahalı sofralar karşılıyor onu. “Kızımla uyuşmadığımızda hiç düşünmeden ‘yanlış’ diye bağırır” diyen düşünürün, kadınların sözünün de alabildiğine geçtiği, danslı, şarkılı, neşeli evinde genç diğer öğrencilerle beraber ders görmeye başlıyor. Film bu gencin üzerine kurulmamış. Bundan sonra daha çok İbn Rüşd’ün kendisi, çocukları, öğrencisi olan halife oğlu, bunların yanı sıra halife ve başka karakter eşliğinde Endülüs’ün kültürel ve siyasi ortamı üzerine yoğunlaşıyor.


Dans ettiği için oğluna kızan, buna izin verdiği için arkadaşı olan İbn Rüşd’e de kızan Halife Mansur’un düşünürle tuhaf bir ilişkisi var. Halife onu seviyor, korumaya çalışıyor, zaten Rüşd onun kadısı, ancak İbn Rüşd’e karşı sürekli faaliyet halinde olan mezhepsel gruplar da sürekli halifenin aklını çelmeye çalışıyorlar. İbn Rüşd, ailesi ve öğrencileri, kadınlı, erkekli sofralarda şarkı söylerken şarkı söyleyenleri hançerleyen mezhepler bunlar. “Kestiğim her boğaz beni cennete bir adım daha yaklaştırıyor diyen” adamların oluşturduğu bu gruplar giderek etkinliklerini artırmaya, İbn Rüşd’ün “kafir” liğine karşı giderek daha sert bir propaganda yapmaya, bu propagandayı Halife Mansur’un yerine isyancıların asıl başı Şeyh Raid’i geçirecek bir halk desteği alana dek tırmandırmaya çalışıyorlar.


İbn Rüşd’ün son yıllarını yaşadığı, düşünsel İslam medeniyetinin çöküş yıllarında “burada iş bilmene gerek yok” diye düşünüyor İbn Rüşd’çüler. “Birkaç ayet ezberlersen etrafındakilere emir yağdırabilirsin.” “Gençler dini cahillik sanırlar, yaşlılar da cahilliği din sanırlar” diyen İbn Rüşd hem cahillikle, hem de din sömürüsüyle umutsuz bir savaş verse de, tartışmasız imana karşı içtihadın mükafatını ve aklı öne sürse de fanatik çevrelerin ona karşı birleşip Mansur’u etkilemesini engelleyemiyorlar.


“Bir kitap bir candan değerlidir, ” İbn rüşd için bu böyle. Fanatik grupların evini yakıp, yazdığı, İslam düşünce tarihinin en önemli ürünlerinden olacak kitaplarını yok etme girişimi sonrasında öğrencileri zor şartlar altında kitaplarını çoğaltmak için (dönemin şartları gereği elbette elle) hummalı bir çalışmaya girişiyor.


Fanatik mezheplerin etkisi altında, çoğalan eleştiriler yüzünden tahtından korkan Mansur kendisine karşı ona düşman ettiğini düşündüğü oğlunun haline kızgınlığının da etkisiyle sonunda kitaplarının yakılması emrini verdiğinde İbn Rüşd’ün kitapları çoktan Mısır’a götürülmüş durumda ve en azından kitaplarının kopyalarıyla korunduğunu asılları yakılırken İbn Rüşd biliyor. (Mısır’da kitapların teslim edildiği ünlü ve daha geleneksel din adamı Fahreddin Razi onları: “İbn-Rüşd’ün söylediklerinin çoğuna katılmasam da o kitapları korumak benim görevim” diyerek kabul ediyor ki bu davranış bugün için bile çoğuna ders gibi.)


Kışkırtmaların sonucu yalnızca kitaplarının yakılması değil. Fanatiklerin baskısıyla düşünürün sürgüne gönderilmesine de karar veriyor Mansur. Fakat İbn Rüşd sokaklardan geçerken halkın çiçekler yağdırdığı arabasıyla şehri terk etmiş, kitaplarının yakılmasını izlemişken, halifeye karşı kurulan komplo, İbn Rüşd’ün öğrencisi olan halife oğlu ve diğerlerinin de çabasıyla ortaya seriliyor.


İbn Rüşd iade-i itibarını kazanmışken bitiyor film. Gerçekte ise düşünürün hayatının son yılları, yine benzer fanatik baskılarla pek istediği gibi geçmemiş, neredeyse bir esir hayatı yaşamıştır. İbn Rüşd diğer Ortaçağ filozofları gibi, insanlığın gelmesi gereken son noktadaki “mutlak eşitlik ve saygı” düşüncesine erişememişse de fikirleriyle Hıristiyan’ının da, kendi toplumunun da bayındırlık farkları dışında cahil ve bağnaz olduğu Ortaçağ’ı, hatta pek çok konuda İslam dünyasının bugününü aşmış, İslam dünyası tarafından önemsenmeyişi ile bir medeniyetin sonunun nedenlerinden olurken başka bir medeniyete ilhamlar sunmuştur.


“Fikirlerin kanatları vardır, ” diyor İbn Rüşd. “Kimse insanlara ulaşmasına engel olamaz.”


En azından, üzerinden sekiz yüz yıl geçmiş “Tehafüt et-Tehafüt” isimli büyük çalışmasıyla fikirlerinin kanatlanıp ulaştığı kişilerden biri olarak ben bundan memnuniyet duyduğumu ve “iyi ki” dediğimi söyleyebilirim. “İyi ki, kitapları ve başkalarını yaka yaka kendilerini var edenler günümüze ulaşamayan pek çok eseri için bunu yaparken “Tutarsızlığın Tutarsızlığı” na da uzanmayı, onun kanatlarını da kırmayı başaramamışlar.


Filmden ve İbn Rüşd’den bir sözle, düşünceleri nedeniyle evinden sürgüne yollanırken söylediği, filmdeki sözlerin belki en güzeliyle bitirelim:


“Nerede olursak olalım, ilim ana yurdumuzdur, cehalet yabancı bir yer…”

 
Toplam blog
: 108
: 2011
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

İsmim Burak Çapraz. Buraya başladığımda 21'dim, öğrenciydim. Bir okul bitti ama hala öğrenciyim. İl..