Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Nisan '16

 
Kategori
Kişisel Gelişim
 

"Olmak"

"Olmak"
 

Hep bir koşturmaca halindeyiz..
Hep birilerine yada bir yerlere koşuyor, yetişiyor,
kimilerine de geç kalıyoruz sürekli..
 
Düzen, aslında hepimizi koşmaya, yakalamaya, yetişmeye zorluyor bir yerlere..
ve koşarken kendimize geç kalıyoruz sıklıkla da..
ve aynı düzen, bizi en çok da “mutluluk” peşinde koşturuyor – mutluluk koşunca yakalanacakmış gibi.. Görece mutluluk tanımları içinde dayatılan, iyi ve parlak bir kariyer, güzel bir ev, sevgi dolu sıkıntısız bir aile, şahane zeki çocuklar, sağlıklı bir beden, istediğin o spor ayakkabıyı almak, lansmanı yeni yapılmış olan son teknoloji telefona sahip olmak ve daha yüzlercesi.. bunları elde etmekle kazanılacak baş döndürücü mutlu hayatlar empoze ediliyor topluma, hem de en küçüğünden en büyük olanlara kadar..
 
Mutluluk pek yazık ki, sahip olmakla özdeşleştiriliyor hanidir..
Ona, buna, şuna, ama eninde sonunda ve mutlaka birşeylere..!
denklem basit görünüyor değil mi; “sahip olan” “mutlu olur”..
Mutlu olmayanlar “looser”dır zaten hali hazırda,
“kaybeden”dir, ya da “hiç sahip olamayan”,
“olmayan”dır temelde..
 
Oysa mutluluk;
“sahip olmak” la değil, “olmak” la ilgili bir durum değil midir!
Kendini tam, tamamlanmış hissetmekle ilgili değil midir en çok da..
 
Romalı filozof Seneca, “hiçbir şeyi olmayan insanların, dolayısıyla çalınacak hiçbir şeyi de olmadığından daha mutlu olduğunu” söylemiş çook uzun yıllar önce, belki de haklıdır; zira, gerçek bir aidiyet yada aidiyet isterisinden muaf olduğunda, kaybetme korkusundan da muaf oluyorsun..
 
Doğu felsefesi de, benim burada naçizane “olmak” diye yazdığım seyi, “aydınlanma” olarak çok daha ustun bir seviyeye taşıyor ve işte tam da bu dünyevi ihtiras, hırs, ego gibi hastalıklı duygulardan arınmaya bağlıyor antik çağlardan bu yana..
 
Sanayi devrimi ve kentleşmeyi takiben artan “sözde” ve “görece” refah toplumlarında; gelir düzeyi arttıkça mutluluğun artmadığını, aksine “sahip olma” isterisi arttıkça, hırsların ve mutsuzlukların arttığını düşünüyorum. Bizzat kendimiz yada toplum tarafından ister istemez konulan, dahası artık doğallıkla karşılanan maddi ve/ya psikolojik hedeflerin peşinden öylece koşarken, o kadar unutuyoruz ki kendimize dönmeyi; ne dönüp içimize, kendimize bakabiliyor, ne kendimize zaman ayırabiliyor, ne de gerçekten ne istediğimizi anlayabiliyoruz..
 
Demek istediğim;
ben aslında hala yüreğimin en derininden hem de; insan davranışlarının Darwin’in savunduğu gibi rekabetle değil, kendini “iyi”ye doğru geliştirmekle, “iyi” olmakla gelişip şekilleneceğine inanıyorum.. Zira, rekabet ve türlü hırslarla egolar temelinde, sistemin hepimize dayattığı ötekini geçip önce varma, önce sahip olma, daha da beteri ilk ve belki de tek sahip olma isterisi günün sonunda kimselere güvenemez hale getirmiyor mu hepimizi?
bastığın yer dahi çekilecekmiş hissi değil mi yere sağlam basma paranoyasının temeli?
böyle böyle sarsılmıyor mu insani temellerimiz?
ve dahası herkesin sivrilen egoları birbirine batmıyor mu öylesine sıradan sohbetler içinde dahi?
Azalmadık mı?
ve yalnızlaşmadık mı hepimiz?
 
“ben sende oluyorum” der Martin Buber – ki; insan benliğinin en içteki gelişiminin kendimizle kurduğumuz ilişkiden ziyade, öteki ile kurduğumuz ilişkiye bağlar..
Ben buna tam olarak katılmamakla ve dahası “olmak” kısmının insanın kendi içinde temelleneceğini düşünmekle birlikte; yine de, öyle güzel, öyle sıcak, öyle egosuz geliyor ki kulağa “ben sende oluyorum” demek de, bunu duymak da..
özlediğimiz şey belki de güvendir, sevgidir, huzurdur tüm bu kaybolmuşluğun içerisinde..
 
kim bilir..
 
Toplam blog
: 5
: 382
Kayıt tarihi
: 17.04.16
 
 

hep güçlü kadın oldum.. olmadığım zamanlarda dahi, öyle görünmeye çalışmaktı bütün gayretim..  ve..