Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Kasım '11

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

“On beş santimin azizliği ”

“On beş santimin azizliği ”
 

RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR


Ofisten çıkmadan küçük adamı aradım. Keyfi kebap. Cici annesinde misafirler var, evde insan olunca sesinin tınısı değişiyor. Mutlulukla çınlatıyor telefonu. Ders diyorum “Az, hatta az denemeyecek kadar az” diyor. Kendince tanımlarıyla şaşırtmaya devam ediyor.

“Akşama, babylade ve hamburger istiyorum” diyip çıkıyor işin içinden. Sanki soran var, ne istiyorsun sorusunu. “Biz sana almıştık. Ne oldu aldığımız?” diyince “Yooo, hiç almadınız. Okulda arkadaşlarım oynuyor, noooluuur anne” nidalarıyla yalvarışlar başlıyor. “Bakarız” tık telefonu kapıyor. Ev kalabalık, onun aklı evdeki insanlarda. Biz yetişmeden yapması gereken neler vardır, Allah bilsin?

Almıştık, almamıştık. Aklım karışıyor. Eşimi arayıp soruyorum. Hatırladığım büyük oğlumuza aldığım babyladelermiş. Bak, zamanın bana oynadığı oyuna bak. Büyük oğlum gelmiş on sekizlerine, ona aldığımız babladelerde takılıp kalmışım.

Hamburger almak için sıraya giriyorum. Ona bak, buna bak. Menü seçenekleri, karar veremiyorum. Sonunda kasadaki genç atılıyor ve resimlerle tek tek anlatıyor menüleri. Yüzüne bakıyorum, anlamadığımı o da anlıyor. Onu alırsan bu, bunu alırsan o. Büyük patates, büyük kola. İkisi şöyle uygun, üçünü ikisinin parasına, yanında halkalar. Ay, fenalıklar.

Sonunda, iki fiyatına üçle kafeslenip çıkıyorum elimde paketler. Küçük adamı cici annesinden alıp eve vardığımızda saat sekizi bulmuş. Hemen eller yıkanıp masaya oturulacak komutunu veriyorum. Neden? Paketleri tezgah üzerinde yalnız bırakma şansım yok da ondan. Ellerimizi yıkayıp, üstümüzü değiştirelim diyene kadar, Tekir ve Pamuk indirir mideye yemekleri.

Yemek faslı her zamanki hareketliliğiyle, yemekleri Tekir ve Pamuk’tan kurtarıp yemeye çalışarak geçiyor. Durmadan miyavlıyorlar bu arada. Onlara vermediğimiz için çıkarttıkları garip seslerle hürmet ediyorlar.

Küçük adamın uyku saati ve babası onunla sohbet ederek odasına gidiyor. Büyük oğlumu bekliyorum, gelsin de yemeğini ısıtayım. Çocuk sabahtan başlayan bir maratonla koşuyor. Sabah okula, öğlen İnglizce dersine, akşam üniversite hazırlık kursuna. Bari sıcak bir kap yemek yesin garibim.

Arda, aç değilim dese de yemeğini ısıttığımı görünce seviniyor. Yorulmamam için söylemiş sıpa tok olduğunu, nasıl da açmış oysa.

Fırsat bu fırsat, çizmelerimin bakımını yapmaya karar veriyorum. Arda’dan yeni bir yöntem kapmışım. Önce, renksiz cila sürüp bekletiyor, ardından yünlü bir bezle parlatıyorum. Süper, yeni gibi oluyorlar.

Yemeğini bitirmiş, “Anne, giy ayağına ben parlatayım. Belin tutacak” diyor. Yüzünden yorgunluk akıyor. Ne ben ona kıyabiliyorum, ne o bana. Körler sağırlar, birbirini ağırlar. Başlıyoruz parlatmaya. Onu da yapalım Arda, bunu da yapalım arda. Kuzum, hayır demiyor. Çizmeler bitiyor.

Bu arada, küçük tuvaletteki rafların üzerinde bulunan ayakkabı kutularının hepsi iniyor. Yapmışken mevsime uygun olanları yakına koymak istiyorum. Kollarım kopuyor, belimdeki ağrı artıyor. Azimliyim sonunda istediğim gibi bir düzen kuruyorum.

Son iki kutu var, ayakkabılıkta kalan makosenler. Onları da aldım mı, iş bitiyor. Dolabı açıp makosenleri bulamayınca, Arda’dan yardım istedim. O  daha uzun, belki üst rafta ve tam göremedim. Yok, yok. Üst raflarda ayakkabı kutusu yok.

Hayda, adlımı beni bir telaş. Çıktım balkona, bir çay bir sigara. Ayakkabıları en son ne zaman giydiğimi ve nereye koyduğumu hatırlamaya çalıştım. Hatırladım, içeri girdim yeniden oraya, buraya bak yok ve yine yok.

Arda, “Anne, kendi dolabına bak. Odana bak. Babamın dolabına bak.” Bakıyorum, hiçbir yerde yok. “Sakin ol anne, şimdi düşünelim. Balkona bakalım.” Işığı yakıyoruz. Bir turşu kavanozu ve çürümemesi için konulmuş birkaç meyve torbası. Kanepenin altında yok, koltukların altında yok.

Hadi ki çıldırmak üzereyim, yok yalan çizmiş ve bezmiş durumdayım. Yeniden tuvalete gidip, raflarda ne kadar ayakkabı ve çizme kutusu varsa o hırsla karman çorman aşağı atıyorum. Gecenin kör vakti. Nasıl da ses yapıyorlar. Gözüm kararmış, sesi takmıyorum. Tuvalet kapısının arkasındaki çamaşır asacağının her kapıyı hareket ettirdiğimde, duvara çarparak çıkarttığı sesten kendim irkilir olmuşum. Sinirler o derece ayakta.

Kutular önümde, elim yüzüm toz içinde, saat gecenin birinde. Ağlamak üzereyim. Arda, odasından çıkıp geldi. “Kuzum, ne olur bir de sen bak” feryadıma dayanamadı. Çıktı raflara baktı. Kendi ayakkabıları ve kardeşinin ayakkabıları kalmış sadece. Diğer tarafta zaten babasının ayakkabıları var. Benim ayakkabılar yok. Üstelik indirimden ucuza düşürmüşüm. İkisi de kaliteli deriler ve çok beğenerek de almışım. İçim gitti.

Evin içinde, iki çift ayakkabı kayboldu. İnanması güç, dememesi bedava. Zaten, inanamıyorum. Saat ikiye gelirken, ayakkabıları raflara yerleştirip yatmaya karar verdim.

Yattım ama, yok. Gözümün önünde mavi ve krem rengi iki mokasen uçuyor. Kafamda baktığım her yeri yeniden gözden geçirip, atladığım nokta var mı yok mu onu düşünüyorum.

Sağa dön, sola dön olmuyor. Dualarım bitti, yeniden ettim. Uykuya dalamıyorum. Sızmışım, kendimle savaşırken.

Sabah dayak yemiş gibi her yerim ağrıyarak kalktım. Belim tutulmuş, zaten fıtık var. Yandan çarklı olmuşum. Boynum fena ağrıyor. Bacağım çekiyor.

Kalktım mecbur, okul var. Çocuklarla birlikte evden çıkılacak. Sürünüyorum ama olsun. Bir umut, hani umut fakirin ekmeği, gittim ve “Hakan, iki çift ayakkabım kayıp. Akşam aramaktan öldüm. Nooolur, bir de sen bak.” Dedim.

Rota mutfak. Beslenme için yemek ısıtıyorum. Portakal suyu sıkılıyor. Omlet koydum, peynir eriyor. Ali geldi mutfağa. “Anne, ayakkabılarını bulmuşsun” Şaşkınlıktan ölecektim. “Hani, oğlum?” diyip arkamı dönünce ayakkabılığın rafında ayakkabılarımın kutularını görünce dünyalar benim oldu.

Şimdi, sıkı durun. Neden ayakkabılarımı bulamamışım?

Ayakkabılar, Hakan’ın ayakkabılarının arkasında duruyormuş. Ben tabureye çıkıp bakınca oluyorum bir seksen felan. Hakan tabureye çıkınca oluyor neredeyse iki metre.

Bu kadar eziyeti çekmeme sebep neymiş, ON BEŞ SANTİMİN AZİZLİĞİ.

Sağlıkla ve mutlu kalın 29/11/2011

Gülay Mustafaoğlu

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..