Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Aralık '09

 
Kategori
Tarih
 

"Ordu ve millet" kavramı

"Ordu ve millet" kavramı
 

"Ordu-millet" özdeşliği, halkın ordusuna duyduğu güven, sevgi ve saygının bir ifadesidir.


SIKÇA TEKRARLADIĞIMIZ "ORDU-MİLLET" ÖZDEŞLİĞİ GERÇEKTEN VAR MI?

Son günlerde, ordumuzun üst rütbelerdeki güzide subaylarının ifade vermek için savcılıklara çağırılması, sık sık ve gururla tekrarladığımız "ordu-millet" kavramını zedeliyor gibi geliyor bana...

"Ordu ve millet" kaynaşmasını ifade eden bu kavram, gerçekten var mıdır ya da bu kavrama yüklediğimiz anlam biraz abartılı mı olmuştur?

Bu bloğumda da bu konuya değinmek istedim. Her zaman yaptığım gibi, yine okullarda bize aktarılmayan ya da ortaya çıkarılması "Resmi Tarih"in pek hoşuna gitmeyen bazı bilgileri vermeye çalışacağım. Bu tavrıma, bazı "Çılgın Türkler"in hemen tepki göstereceklerini biliyorum...Ama ben yine de bildiklerimi ve öğrendiklerimi sizlere aktarmak istiyorum...

İstiyorum ki, tarihi bilgilerimiz arasında boşluk kalmasın. Çünkü kalan bu boşluklar, kimileri tarafında amaçlı o olarak gerçeğe uymayan bir şekilde doldurulabilir ve bizlerin yanlış yönlere sapmamıza ve tarihi yanlış yorumlamamıza yol açabilir...

Ha, unutmadan şunu da hemen söyleyeim; şu anda ben kendimi, "çılgınlık" yaşını biraz gerilerde bırakmış "aklı başında" bir Türk olarak düşünüyorum.:))

Şimdi biraz gerilere gidelim ve bu geri zamana kısaca "dün" diyelim....Sonra da "bugün"e bakarız...

DÜN...

Fazla gerilere gitmeyelim....

1911 Trablusgarp, 1912-1913 Birinci ve İkinci Balkan Savaşı.... Arkasından 4 yıl süreli bir Dünya Savaşı; ve bu savaş içinde ülkenin dört bir yerinde savaşan Türk askeri; bu savaş içinde yapılan 1915 Çanakkale Muharebesi...

Asker savaşmaktan yorulmuş, Atatürk'ün sözleri ile "millet yorgun ve yoksul durumda"... Hemen hemen her evde bir şehit... Yetim kalmış çocuklar... Kocasını ve oğlunu şehit vermiş analar...

Ülke güç durumda... Ağır antlaşma koşullarına boyun eğmiş... Devletin ve ordunun eli kolu bağlanmış durumda... Ağır antlaşma şartları, uygulanmaya başlamış... Bundan kurtulmak, bu zinciri kırmak gerekir...

Ufukta yeni bir savaş görünüyor...

Ama neyle, hangi kuvvetle? ..."Uzun savaş yılları, askeri disiplini ve ordu kumanda zincirini de bozmuş, asker savaştan bıkmıştı. Osmanlı Devleti, Mondros'tan sonra halka, askerliğin kaldırıldığını da bildirmişti. Askerlik yükümlülüğü olmadığı için de halkı askere çağırmak zor oluyordu. İşgale uğramamış bölgelerin halkı, düşman işgalini vatan istilası olarak görmediğinden, birlik düşüncesi doğmuyor ve işgal edilmemiş bölgelerin insanları askerden kaçıyorlardı"(1) Ayrıca, askere gidecek gençlerin çoğu önceki savaşlarda şehit düşmüştü... Savaş sonrası evlerine dönenlerin, yeni bir savaşa gönüllü olmaları çok zordu... Yukarıdaki olayların yaşanmasının tek nedeni buydu...

Zor olan başarıldı... Ama nasıl başarıldı? Bir bakalım...

Milli Mücadele'nin en önemli sorunlarından birisi asker kaçakları ve bunların yarattığı olaylardır... "1918 yılında, Türk ordusunun asker kaçağı 300 bin olup, bunlar kendi memleketlerine (doğdukları yer) kaçıp, hırsızlık, yağmacılık ve her çeşit güvenlik bozucu işlere girişiyorlardı"(2)

Kaçak olayları o kadar fazlaydı ki, örneğin 1919 yılında, bazı birlikler, aldıkları görevleri yerlerine getiremiyorlar, yiyecek ve cephane depolarını koruyacak ve nakliye işlerini yapacak er bulmakta zorlanıyorlardı. "Kaçak olaylarının düşman tarafından anlaşılmaması için subaylar er elbisesi giyerek devriye geziyorlardı"(3)

Kaçaklar, silahlı olarak başı boş dolaşıp soygunculuk yapıyor, halkı hatta subayları bile soyup öldürüyorlar; ayrıca iç ayaklanmaların da insan gücünü meydana getiriyorlardı... Bu durum, zorlu tedbirlerin alınmasını gerektiriyordu... Bu yolda ilk tedbirler, keyfi ve hukuk dışı oluyordu. Cezalar, bazan mahkemeler bazan da komutanlar tarafından veriliyordu.

Örneğin, "yakalanan kaçakların tek sıra dizilip her on kişiden birinin, arkadaşlarının gözü önünde kurşuna dizilmesi"(4) şeklinde hukuk dışı cezalandırmalar da oluyordu... Düşünün, .. 50-60 kaçak er sıraya diziliyor ve baştan sayılıyor 10'uncu er öldürülüyor; sonra ikinci onuncu er... 9'uncu sırada olsanız kurtulacaksınız...

Biraz empati yapalım... Siz olsaydınız bu durumda ne yapardınız? Kaçtıktan sonra yakalanırsanız bu şekil bir cezalandırma kaçınılmazdır... Savaşa katılırsanız ölmeme imkanınız olduğu gibi, savaşta gösterdiğiniz başarı ile kahraman olmanız bile mümkündür... Sizi bilmem ama ben olsam kaçmazdım...

Bu arada, 57.Tümen Komutanı Albay Şefik Bey, birlik komutanlarına, kaçakları daha önce uygulandığı gibi muhakeme etmeden vurma emri vermişti... M.Kemal de, 17.3.1920'de (Milli Mücadele'yi başlatmak için Samsun'a çıktığından 10 ay sonra cd.) verdiği bir emirle, "vatanın çıkarlarına aykırı memleketin huzur ve asayişini bozanların din ve milliyet farkı gözetilmeksizin kanunen şiddetle cezalandırılmalarını"(5) istemiştir.

İşte, Türk milleti ve Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı'na, eğer diyebiliyorsanız işte böyle bir "ordu-millet" özdeşliği ile başlamıştır.

Asker kaçakları, düzenli ordu için büyük sorun yaratıyordu. Ayrıca, yukarıda değindiğim gibi, iç ayaklanmaların insan gücünü de sağlıyorlardı.

Bunu önlemekte, eski hukuk usulleri yetersiz kaldığı için "Fransız İhtilali'nin 'İhtilal Mahkemeleri' esas alınıp, olağanüstü dönemin gereği olan 'İstiklal Mahkemeleri' kuruldu"

Kurtuluş Savaşı, bu mahkemelerin eşliğinde yürütüldü... Buna rağmen asker kaçakları yine de devam ediyordu...

Örneğin, "Temmuz 1921'de ordunun geri çekilmesinin (Sakarya gerisine cd.) yarattığı moral çöküntüsü kaçak olaylarını artırdı. Saptanan kaçak sayısı 39809'du; Sakarya Savaşı sonunda bu sayı 48335'e yükselmiştir"(6)

Şunu da ilve etmek gerekir...İstiklal Mahkemeleri olağanüstü yetkilerle çalışıyordu ve verdiği kararların temyiz imkanı yoktu. İdam kararları, TBMM'nin onayı ile oluyordu ama, bazan Meclis onayı, idam hükmü yerine getirildikten sonra alınıyordu...

Daha sonraları, asker kaçaklarında azalma olunca, İstiklal mahkemeleri verdiği cezaları biraz hafifletti. Kaçaklara oldukça hafif cezalar da verilmeye başladı.... Örneğin, askerler kaçış sayısına göre "40-80" arasında değnek cezası ile cezalandırılıp cepheye gönderiliyordu.

Yine bir örnek verelim...Sakarya Savaşı'nın sürdüğü (20 Ağustos-20 Eylül 1921) dönemde 12733 kaçak ve bakaya tekrar cepheye gönderilmiştir(7)...Tabiî, değnek cezasından sonra...

Kurtuluş Savaşı, işte böyle bir "ordu-millet" özdeşliği ile sürdürülmüştür...

BUGÜN...

Bugünü anlatmaya gerek var mı? Bugün de, bazı insanlarımız, farklı bir şekilde askerlik hizmetinden kaçmak istiyor... Bazı hastahaneler, "askerlik görevi yapamaz" şeklinde sağlık(pardon sağlıksız)raporu veriyor; içlerinde bazı asker kişilerin bulunduğu çeteler de "çürük raporu" vererek asker kaçaklarına hizmet ediyorlar....

Bunun yanında, bazı hatırlı kişllerin araya girmesi neticesinda, diğer bazı hatırlı kişilerin yakınları da, askerliklerini neredeyse evlerinin önünde yapıyorlar... 25 yıldan beri süren PKK ile mücadelede verilen şehitlerin, sosyal durumlarını hep merak etmişimdir...

Kaç Subay çocuğu, kaç Bakan çocuğu, kaç zengin çocuğu, kaç bürokrat çocuğu, kaç milletvekili, kaç yüksek dereceli yargı mensubu çocuğu şehit ya da gazi olmuştur bu 25 yıllık sürede? Doğrusu, bunları bilmek isterdim.. Bunlara magazin dünyasının ünlülerini de katabilirsiniz.... Yeri gelmişken, bir düşüncemi daha aktarayım; ben, paralı veya parasız kısa devre askerliklere de karşı olduğumu, bunun hak ve adalet ve de eşitlik kavramına ters düştüğünü düşünmekteyim.

Bu arada, "Ergenekon Davası" ndan yargılanan asker kişileri ve "darbe planları" yaptıkları iddiası ile ifadeleri alınan muvazzaf ve emekli subayları, "ordu-millet" kavramının ya da "özdeşliği"nin neresine koyacağım konusunda kararsızım... Eğer, doğru yazılırsa; tarih yazanlar, tarih yapanlara sadık kalırsa, buna karar verecek olan tek merci "tarih" olacaktır.

İşte size, dünkü ve günümüzdeki "ordu-millet" kavramı ya da "özdeşliği"...Böyle bir özdeşlik var mı, yok mu? Siz söyleyin, ben kararınıza saygı duyarım...

Bu arada, "istisnaların kaideyi bozmayacağı" kuralını da göz ardı etmediğimi; ama askerlik hizmeti konusunda "istisnaların" da çok farklı olduğunu belirtmek isterim.

SONUÇ :

Bence, "ordu-millet" kavramı ya da özdeşliği, öncesi ve Kurtuluş Savaşı sırasında ortaya çıkmış bir yakıştırma değildir. Bu yakıştırma, çoğu insanımızın başlangıçta inanmadığı Milli Mücadele'nin başarıya ulaşmasından sonra, biraz da Atatürk'ün yüreklendirmesiyle oluşan bir özdeşliktir... Bir anlamda, halkımızın ordumuza duyduğu güven ve saygının(bazıları için korkunun da denebilir) bir ifadesidir...

Ne yazık ki, günümüzde bu güven ve saygının zedelenmesi için, herkes(askerler dahil) bilerek ya da bilmeyerek elinden geleni yapmaktadır...

cdenizkent

______________ :

(1) Ergun Aybars, İstiklal Mahkemeleri, Ankara, 1975, s.39

(2) Liman Von Sanders, "Türkiye'de 5 Yıl", ss.222-223'ten Ergun Aybars, A.g.y.

(3) M.Şefik, İstiklal Harbi'nde 57.Tümen. Cilt-1, ss.86, 102, 104'den Ergun Aybers, A.g.y., s40

(4) R.Şevket'in Hatıraları, T.İ.T.E. Arş., 154/27618, s.1'den Ergun Aybars, A.g.y

(5) M.Şefik, A.g.y., s, 57'den Ergun Aybars, A.g.y., s.41

(6) Cumhurbaşkanlığı Arşivi, No III/7-c, dosya 21, F.37'den Ergun Aybars, A.g.y., s.142

(7) Ergun Aybars, A.g.y., s.170

 
Toplam blog
: 979
: 1425
Kayıt tarihi
: 11.12.07
 
 

İstanbul doğumluyum. İlk, orta ve lise öğrenimi İstanbul'da tamamladım. İstanbul Üniversitesi'nde..