Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Ekim '10

 
Kategori
Kitap
 

"Şafak Sancısı"

Hayatımızdaki kadınlar
veya
güzellikler hakkında ikili şiir şöleni
 

VII. Bölüm 

Toplumun tükenişini Cengiz Aytmatov nasıl açıklıyor: 

“20. yüzyıl insanlığı iki büyük dünya savaşına ve çeşitli kanlı facialara, nükleer felaket ve zelzelelere, uzaya çıkmaya ve bilimsel, teknik gelişmelere tanıklık etmekle kalmadı. Bunun yanında nice bin yıllar süresinde insanlığın eleyip elde ettiği manevi değerlerin, en önemlisi ahlakî güzelliklerin alt üst olmasına, hayatı ayakta tutan yüce sevgi duygusunun basitleşmesine, edebe aykırı davranışların gölgesinde bu kutsallığın değer kaybetmesine yol açtı. Kanaatimce bu, nükleer savaştan sonraki en büyük tehlikedir.”(1) 

Muhtar Şahanov’da kendi şiirinden bir alıntıyla sohbeti renklendiriyor. 

“…
Senin gibi derdimi kim anlasın,
Açık gönül yemyeşil berrak güldür,
Aşkla geçen günlere hayat derler,
Gerisi ise boş günler.”(2)
 

Cengiz Aytmatov’un La Bruyére’den aktardığı şu cümleye bakın: 

“Binlerce sesin içinde en hoş olanı, en tatlısı, âşık olduğumuz kadının sesi.”(3) 

Muhtar Şahanov’un kadınlarla ilgili şiirinde geçen şu güzel dizelere bakın: 

“…
Ateş olup ısı olmamak
Kadın olup güzel olmamak
Tabiatı kandırmaktır aslında

Derin olmayan göle kapılmayasın.
Derinlikten hisse almayan kadının
Dış görünümüne sakın aldanmayasın.
Kadın, erkek namusunun kalesi
Gerçek güzel hanım bulmak
Erkek hayallerinin en güzel merhalesi.
…”(4)
 

Cengiz Aytmatov, erkek çocukların metanetli ve dayanıklı olmaları için küçük yaşta zorluklara alıştırılırken, kız çocukları evde misafir gözüyle bakıldığından gönüllerinin kırılmaması için büyük bir özveri gösterilir. Ayrıca kızlar el gözünden, yol tozundan, arsız sözünden sakındırılması için yanlarında mutlaka yengeleri bulunurdu. Bütün Türk budunlarında aynı olan bu gelenek de artık işlevini yitirmiş durumda. 

Muha’nın aktardığı şu güzel geleneğe bakın:

“Kafkasyalılarda ilginç bir adet var. Erkekler kavga eder, dövüşürse bir kadın çıkıp onların arasına beyaz mendil atar. Bundan sonra iki tarafın kavgası sona erer. Çünkü bu güzelliğin kaynağı ananın hükmüdür. Ne yazık ki, Sovyetler döneminde nezaket timsali hanımlarımıza karşı saygıda kusur ettik.”(5) 

İşte kadın hakları, işte Türkler… 

Kadınların kadınlığın üstünlüğünü yitirmelerini Yevgeniy Yevtuşenko’nun duygularını Cengiz Aytmatov nasıl naklediyor: 

“Dünyada bu nasıl oldu,
Onun ilk yaratılış nedeni unutuldu,
Kadın erkekle eşit sayılıp
Aşağılandı ve horlandı.”(6)
 

Şu sözün güzelliğine bakın: “Hangi toplumda olursa olsun kadın ile erkeğin ailevi, içtimai hayatta doğal görevlerinin değişmesi hayra alamet değildir.”(7)diye atasözü niteliğindeki görüşünü sunuyor Cengiz Aytmatov. Bu söz üstüne söz olmaz bu konuya dair. 

Kurtuluş Savaşı sonrasında ve öncesinde; yani savaş yıllarında Anadolu kadınının yaşadığının aynını Kazak budununda kadınların yaşadığını görüyoruz. 

Ayıptır söylemesi, ben doğduğum zaman, rahmetli anam, bir ikindi vakti babamla ot biçmeden döndüklerini, evde kimse olmadığını, nenemin bostana, bibimin yaylaya gittiğini babamla eve girer girmez sancısının başladığını, babamı komşu kadın Anşa neneyi (Ayşe nineyi) çağırmaya yolladığını, bu esnada beni doğurduğunu ve Vartever (Temmuz) ayının son cuması olduğunu söylerdi. Vartever kelimesinin hangi dile ait olduğunu ve anlamını hep merak ettim, ama öğrenemedim. 

Muhtar Şahanov benzer bir olayı aktarıyor, bakın neredeyse aynı: 

“1950’li yıllarda olsa gerek, köyümüzde, günü dolmuş bir hamile kadın odun toplamak için evinden uzaklaşıyor. Bu fanide yoksulluk da ağır bir imtihandır. Kadıncağız evinde yakacak kalmayınca dağdan kuru dalları topluyor. Topladıklarını sırtlayıp evine dönerken yolda sancıları tutuyor ve çocuğu doğuruyor. Yanında kimse olmayınca, bebeğin göbeğini bulduğu taşla kendisi kesiyor. Sonra ayağa kalkıp eteğine çocuğunu sararak, odunu da tekrar sırtına alarak evine geliyor. Evde de kimse yok, koca geçim derdiyle dışarıda gitmiş. Yatmak nerede, çocuklarını düşünerek ateş yakıyor, yemek pişiriyor. Akşam eve dönen kocası ağlayan bebeğin sesini duyunca: 

—“Bu kimin çocuğu?” diye soruyor. Kadın istifini bozmadan; 

—“Bizim çocuk babası, gündüz odun toplamaya gittiğimde doğurmuştum, ” diye cevap veriyor.”(8) 

Acaba kader, aynı soydan gelen topluluklara aynı olayları yaşatarak; “Bakın soyunuz da, diliniz de, dininiz de, yaşantınız da aynı. Daha birbirinize sahip çıkmak için ne bekliyorsunuz.” mu demek istiyor. 

Adamın biri Allah’a yalvararak: 

—Ya Rabbi bana ecelimin geldiğini haber ver ki, hazırlıklı olayım.” demiş. 

Gün gelmiş Azrail kapıyı çalmış. Adam Azrail’e: 

—Ben Cenab-ı Hak’tan ecelimin geleceğini önceden haber vermesini istemiştim, ama haberden önce sen geldin. Nasıl oluyor?” demiş 

Azrail de: 

—Cenab-ı Allah sana haber yolladı, hem de birçok kere; saçların ağardı, dişlerin döküldü, derilerin pörsüdü, gözlerin feri gitti. Daha nasıl haber yollasın? Sen anlamıyorsan Allah ne yapsın, diye cevap vermiş. 

Muhtar Şahanov; “İçtimai hayatta erkek rolünü üstlenmeye meyilli kadınlar bile kadına benzer erkekler toplum terbiyesini de etkilemişti.”(9) diyerek bu acı durumu dile getiriyor. 

Cengiz Aytmatov bizim güzel adetlerimizi aynı güzellikle anlatıyor; bir kızın bir erkeğe verdiği işlemeli bir mendil başka hangi toplumlarda var, bilemiyorum. Lise yıllarında gizli saklı taşınan mektuplar, ertelenen ve ertelendikçe acı veren duygular ve evlenmeler… Cengiz Aytmatov yüreğine hâkim olamayarak toplumun olumlu görmediği davranışlara da yer veriyor. Bu durum insanı hüzünlendiriyor da… Ama esas olanı bu davranışın altında yatan büyük bir aşkın varlığı… Cengiz ile Babüsara… 

Ömrüm ve imkânlarım yeter de iyi bir araştırma yapabilirsem, bu aşkı Cengiz Aytmatov’a itafen yazmayı düşünüyorum. Bu öyküyü Kırgız Türkçesiyle yazmak da en büyük emellerim arasında… 

Bir Kazak kızı olan Külanda bakın değişen toplum değerlerini hangi endişeyle karşılıyor: 

“Utancı olanın yüzü güzeldir. Onu kaybeden her şeyini kaybetmiştir. Bu bizim toplum için en büyük tehlikedir bence… Bazı arkadaşlarım mini etek giymeyi çok istiyorlar. Başkalarının bakışlarını celp etmekle ellerine ne geçecek ki? Böyle davranışların sonu utanmazlığa götürmezse iyidir.”(10) 

Ve Muhtar Şahanov'a anlatmaya devam ediyor: 

“Büyükannem dedeme halen siz diye hitap ediyor, biliyor musun? Şehirli Kazaklar artık babasına bile sen diyor. Böyle bir hitap şekli benim aklıma yatmıyor. Yüzyıllarca süre gelen gelenekleri kolayca değiştirmeyi pek uygun görmüyorum.”(11) Acıklı bir aşk hikâyesi de Muhtar’dan dinliyoruz. Külanda’nın feci bir tren kazasında yitirilmesi… Muhtar’ın yapmaya çalıştığı gönül sarayının daha inşaat halinde yıkılması… 

Muhtar, Resul Hamzatov’dan mutluluk üzerine bir şiir naklediyor: 

“Ey mutluluk nerdesin, nerde senin parlak siman?
Ben senin çıkamadığın zirvedeyim.
Ey mutluluk nerdesin? İşte zirveye ulaştım.
Ben senin giremediğin nehirlerdeyim!
Nerdesin? Ben binlerce nehre girdim.
Yarın yazacağın şarkılardayım.
Nerdesin? Sana şarkı da yazdım.
Ben önündeyim. İstersen yakala!(12)
 

Ve Muhtar ayrılmak için çabalayan karı kocadan etkilenerek yazdığı bir şiiri okuyor:

“Kaderine ister sert de, istersen çok cimri de
Sen ne kadar seversen de, o sevmezse çaren ne?
Sevgi dediğin çift kalbin melodisi
Ahenkli ses getirir her name.
Sevgilim benim,
Ahenksiz hayatta huzur mu olur?
Huzursuz insan daima hüzünlü olur.
Yavaşlama
Sesini kısma sakın seni bulur
Öyle olursan mutsuzluk
Sevgilim benim,
Uyumsuz hayatın anlamı ne?
Her şey yolunda gider uyumlu olursa name.
Eşler vardır konuşacak hiçbir şeyi kalmayan
Sevgi ise öyle bir konu, konuştukça duyulmayan.”(13)
 

Aile ilişkileri ve aşk üzerine sohbet sürerken, Şahanov bir genç kızın günlüğünden okuduğu satırları aktarıyor: 

“Kelimenin tam manasıyla kadın olmak büyük sanattır. Hatta sanattan da öte, her bakışın, her zevkin anlamayacağı derin bir ilimdir kadın olmak. Sevdiğini, güvendiğin erkeğin sevinçlerini, üzüntüsünü, galibiyetini ve mağlubiyetini, mutluluğunu ve mutsuzluğunu paylaşmanın dışında her kadının altıncı duyusuyla hissederek yapması gereken vazifeleri vardır. Nedir bu vazife? Sevmek ayrı, sevdirebilmek ayrı. Saymak kadar sayılmak da önemli. “(14) 

Muhtar Şahanov bu güzel sohbeti Evgeniy Yevtuşenko’nun bir konuşmasıyla sürdürüyor: 

“Muhtar, biliyor musun aslında kadınlar erkeklere kıyasla aşka sabittirler. Kadın milleti bir kere sevmesin, sevdi mi artık dünya tersine dönecek de olsa, aşkı uğruna hiçbir şeyden sakınmıyor…”(15)  

Kadın ve aşk hakkında söylenen bunca güzel söz ve şiirleri Cengiz Aytmatov’un aktardığı Stendhal’ın güzel cümlesiyle bezememek olmaz, diye düşünüyorum. 

“Hayatta aşkı uğrunda mücadele veren kadının iradesinden ulu hiçbir güç yok.”(16) 

Muha ile Şike aşk ve kadın sohbetini çeşitli toplumların inanç ve törel değerleriyle değerlendirip, aşk uğruna yapılan güzellikler yanında korkunç zalimliklerin de olduğunu anlıyoruz. Okumak anlamak, anlamak bilmek, bilmek yanlıştan kurtulmak, yanlıştan kurtulmak daha güzel bir hayat yaşamak ve yaşatmak için diye düşünüyorum. 

Aşkı körelten şeyin aslında sevgililerin birleşmesi değil, Muhtar Şahanov’un tespitidir:

“1950-1960’lı yıllarda Batı Avrupa’da meydana çıkan “Seksi devran” denilen evimsiz terim ne yazık ki gittikçe tüm dünyada kök salıyor. Bu, insan yaratılışında var olan ar duygusunu bastırarak yok eden, sırf nefsin ihtiraslarına yol açan ve bunu gelişmiş kültürün, uygarlığın örneği olarak gösteren tehlikeli bir derttir.”(17) 

Buna ilaveten birkaç kelimede ben söylemek istiyorum. Benim toplumumda, Türkiye’de, bir liseli genç kız giydiği gömleğin yakasını memeleri görülecek şekilde açıyor. İçimden bunun ayıp olduğunu ve yapmamasını söylemek geçiyor, ama çevreme bakıyorum ki, ona sorumluluğunu öğretecek bayan öğretmen de aynı onun gibi, onunda göğüslerinin yarısı dışarıda. Bu çocuğun annesiyle diğer yakınları da aynı… Bunu anlayan beri gelsin. Bu toplum nasıl böyle bozuldu? Ve kimse aldırmadı. Ahlaksızlık cesaret, açık saçık giyinmek dekolte. Bizim köyde yaşlı bir bilge vardı. Bu durumu ona anlattığımda bana:

—Kedilerin, köpeklerin ve özellikle keçilerin edep yerleri hep dışarıda, ama kimse bakmıyor oğul, demişti. 

Cengiz Aytmatov’un aktarımı bir hadisle bu incelemeyi noktalamak istiyorum: 

“Dostluğun kaybolduğu yerde toplum, sevginin kaybolduğu yerde ise nesil azgınlaşır.”(18) 

Gökten üç ayva düştü; biri ahlakını yitirene, biri verdiği sözden dönene, biri de kişisel ihtiraları için halkı sömüren zalim yöneticilere. Biz çıkalım kerevetine… 

15 Ocak 11
Ankara 

 

 

 

 

 

 


_________ 

1. sayfa 377 2. sayfa 377 3. sayfa 379
4. sayfa 381 5. sayfa 382 6. sayfa 382
7. sayfa 385 8. sayfa 387 9. sayfa 390
10. sayfa 409 11. sayfa 409 12. sayfa 421
13. sayfa 423 14. sayfa 425 15. sayfa 427
16. sayfa 429 17. sayfa 440 18. sayfa 447 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..