Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

09 Ocak '11

 
Kategori
Kitap
 

“Şafak Sancısı”

Yüzyılın gölgesindeki cinayet
veya
Marquis de sade ve çift dişli Afrika balığının zehiri
 

III. Bölüm 

“… Toprağına, suyuna el koysalar neyse, tüm servetini, malını mülkünü yağmalasalar yine neyse diğiyorum, hatta ve hatta canına kıysalar, buna da susuyorum… İnsanın aklına, zihnine el koymaktan daha feci zulüm olabilir mi?

Allah’ım, insan nasıl oluyor da bu kadar zalim olabiliyor.
 

Zaten dünya dehşetli afetlere boğulmamış mıydı?”(1) 

Cengiz Aytmatov’dan çarpıcı bir alıntıyla başlayan bölüm Muhtar Şahanov’un bir şiiriyle sürüyor. 

“…
Yakınında olmamam rağmen hataya düşersem;
Yakınımda mutluluğa sevinemezsem,
Yakınımdaki zirveye yükselemezsem,
Yanımdaki düşmanı tanıyamazsam,
Yanımdaki dostumu anlayamazsam,
O zaman ceza uygula,
Vebalim kendi boynuma!”(2)
 

Ve Şahanov’un konuşmasıyla devam ediyor. Şahanov Kazak ve Kırgızistan’da başlayan gelecek nesillerin mankurtlaşma tehlikesinin aynı anda Türkiye’de de başladığını bilmiyor, ama bu acı gerçeğe dikkat çekiyor. 

“…Pirinç elde etmek için mutlaka tarlayı ayrık otlardan temizlemek gerek. Böyle yapmadığın takdirde pirinç başağı kökünden kurumaya yüz tutuyor. Tıpkı bu misalde olduğu gibi insan zihninin derinliklerinde gizlenen sadist düşüncelerin uyanmasına imkân verir ve buna zamanında engel olunmazsa tehlike her an gelip çatabilir. 

SSCB dağılır dağılmaz bağımsızlığını kendilerine göre tanımlayan özel televizyon kanalları ve yüzlerce sinema insan öldürmenin, tecavüzün ve cinsel ilişkilerin çeşitli yöntemlerini(?) açıkça göstermeye başladı. Kitapçılarda kültür ve sanattan mahrum kavga, dövüşün, insan öldürmenin adeta propagandasını yapanlarla; seks manyaklarıyla; ahlaksızlığın her çeşidini açıkça sergileyen kahramanlar hakkında yazılan dedektif kitaplarıyla dolup taştı. İnsanın ölümüne yol açabilecek her türlü şeyler de her yerde satılmaya başladı.”(3) 

Gel gör ki, 1990 öncesinde, yani özel kanallar öncesinde bir adam iki sebeple adam öldürürdü; biri namus, diğeri yakınlarından birinin öldürülmüş olması. Ve bu kişilerin kanunlarla tatminkâr ya da hiç bir ceza görmemeleri… Kişi bu durumda muhatabı öldürür telefon ve birisiyle haber yollayarak kanuni mercileri yaptıklarından haberdar eder, teslim olurdu. Oysa şimdi… Seri cinayetler, faili meçhuller, tecavüze uğrayanlar, kapkaçlar, kellesi kesilenler, bavullarda bulunan cesetler, çocuklarını boğan analar, çöp bidonlarındaki zina atıkları… Ne ararsan… Ne güzel bir ülke Türkiye… %90 Müslüman olan, olduğunu bangır bangır bağıran bir Türkiye… Hem de hep bağımsız olduğu söylenen ve başka ülkelerin güdümüne girmeyen, hatta başka ülkelere akıl hocalığı yapan lider Türkiye… Ne farkı var Murat Şahanov’un anlattığı Kazakistan’dan? Tek farkı dindar olduğu söylenenler tarafından sömürülüyor oluşumuz, o kadar… 

Aytamatov sınırsız özgürlüğün milli kimliği yok edebilecek kaygılar taşıdığını, sevgi, merhamet alplık duygularını olması gerektiği ölçüler içinde olmadığı takdirde ciddi tehlikeler doğabileceğini anlatıyor. 

Sevgi, merhamet ve yardımseverlik (paylaşımcılık) olmayan insana alplık duyguları yüklenirse korkunç bir canavar olur. Amacı uğrunda yapmayacağı kötülük kalmaz. Ya Hitlerleşir, Stalinleşir, Saddamlaşır, ya da resmi yönetici değilse mafyalaşır… Ölümlerin ardı arkası gelmez. 

Aytmatov, dünyada gelişen sadizmi tanıtırken bakın nelere dikkat çekiyor: 

“Dünya çapında büyük bir derde dönüşen sadizm aşırı merhametsizliği, cinayeti doğuruyor. Sadizmi insanların davranışlarında belirme alanına göre üçe ayırıyor. Yani, ırsi olan sadizm; esrar ve alkol kullanımı sonucunda beliren sadizm ve toplumdaki menfi durumlardan kaynaklanan, bulunduğu ortamın kötü etkisinden meydana gelen sadizm.” (4) 

Bizde hangisi var bu sadizmlerden; üçü de var. Yalnızca üçüncü toplumun menfiliğinden kaynaklanmıyor, medyanın ilkel ve iğrenç duygularını yansıtmasından kaynaklanıyor. 

Özel televizyonlar ilk çıkmaya başladığında gerek yabancı, gerek yerli dizi ve filimlerle iki unsuru ön plana çıkarıyorlardı: Yalancılık ve birbirini karalama… 

Sonraki yıllarda senaryo yazarları bilinçaltlarındaki özgürlük kavramı altındaki bütün serserilikleri su yüzüne çıkararak, okullardaki öğrenci profilleriyle oynayıp, okulların eğitim merkezleri olmaktan çıkarılmasını ve kişiliği bozuk çocukların barınakları haline dönüşmesini sağladılar. 

Bunu takiben de tecavüze uğrayan zavallı insanların düştüğü durumu değil, tecavüz etmenin ne güzel bir şey olduğunu işleyen, hatta tecavüze davetiye çıkaran bir genç kız profili yarattılar. 

Bunu senaryo yazarlarının hangi psikolojik evrelerine bağlamak gerektiğini, bu işin eğitimi ile ilgili olanlara bırakalım. Bırakmasak da yapacak bir şey yok. Onlar bu durumun doğuracağı sonuçları bilmediklerinden değil, bildiklerinden yapıyorlar. 

Bu tür suçların artması kişisellik taşıdığı için yazana da, oynayana da, oynatana da, sistemi yönetenlere de karşı tehlike doğurmuyor. Oysa okuyan, düşünen ve sorgulayan bir nesil yetişirse sistem yöneticileri başta olmak üzere, kanunlar bile sorgulanıp tehlikeye girecektir. Bu yüzden bir kültür programı ve bir sosyal içerikli tartışma programı saat birden sonraya koyuluyor. Seyreden bizim gibi 68 kuşağının yetiştirdiği bir avuç bile olmayacak sosyal çıkıntılar. 

Bu planlı suç işlemeyi öğreten yaygın eğitim önünde hangi güçle duracaksınız? Toplum düşmanını dost, aklını ve iradesini düşman sayacak kadar değişmeye başlamışsa… 

Aytmatov da, Şahanov da Fransız bir manyak olan Marquis de Sade adındaki yazarın yaptıkları ve yazdıkları dünyada bir akım gibi kişiliği bozuk tipleri şiddet ve zulme sürüklemiş olduğunu söylüyorlar. Bu şiddet cinsel arzuyla başlıyor ve hayatın çok farklı boyutlarına uzanıyor. 

Aytmatov köylerinde sürekli toplum önünde kocasını aşağılayan bir kadının dayak yediğini ve bunu niye yaptığı sorulunca dayak yiyince sırtındaki gerginliğin geçtiğini ve rahatladığını söylüyormuş. Benzer olaylar var mı, bilemiyorum, ama korkunç bir şey… Zaten insan olmanın amacı bunları engelleyerek toplumsal huzuru sağlamak değil mi? Bu aslında bir devlet görevi… Eğer devlet bu tür şiddet ve tecavüz olgularına göz yumuyorsa, gelecek zaman içinde kişiler devletin yapmadığını yapmaya başlayacak kendinin ve yakınlarının haklarını öldürmek suretiyle koruma yoluna gidecektir. 

Bir seri katil düşünün: Bu kişi yakalanana kadar sekiz on kişiyi öldürüyor ve siz bunu devlet olarak yakalayıp bir süreliğine tutukluyorsunuz veya psikolojik tedavi ve raporla serbest bırakıyorsunuz. Bu kişi ilk cinayeti işliyor ve tespit ediliyorsa, hemen öldürüldüğü takdirde hem kalan insanları kurtarmış oluyorsunuz, hem de kendini ve yakınlarını korumak için bir gün onu öldürecek birinin katilliğini önlemiş oluyorsunuz. Bir kişiyi kurtarmak için on kişiyi feda etmeyi hangi akıl ve vicdan kabul eder. Belki de İslâm bu yüzden büyük bir din ve adalet dağıtan sosyal yapı. Kim kimi öldürür ve öldürdüğü tespit edilirse kısas uygulanır. Yani öldüren kişi öldürdüğü biçimde cezalandırılır. Bunu devlet yaptığı için de insanlar birbirine suç atfında bulunamazlar. 

Bakın Aytmatov gençlik yıllarında, babasının tutukluluk zamanlarında, tek varlıkları olan Zühre adlı inekleri çalınıyor. Aytmatov da emanet bir tüfekle hırsızları öldürmeye gidiyor. O hırsızlar o güne kadar acaba kaç kişinin malını çalıp onları çaresiz bıraktılar. Eğer devlet İslâmi yolla hareket etseydi belki o hırsızların ihtiyaçlarını giderir suç işlemelerini engelleyebilirdi veya bunu alışkanlık haline getirmişlerse ellerini kesip bu yoksul aileye, ondan önceki ve sonrakilere zarar vermelerini engellemiş olurdu. 

Şahanov’un “Gün Uzar Asra Bedel” adlı eseri nasıl ve niçin kaleme aldığını sorması üzerine Cengiz Aytmatov “Mankurt” kavramından bahsediyor, anlamına, oluşumuna değiniyor. Mankurt bilindiği gibi köle olan birinin kaçmasını ve bulunduğu ülkenin sırlarını düşmana ulaştırmaması için yapılan korkunç bir işkence… Bu işkencenin mucitleri Kırgızlara karşı Kalmuklarmış. Eğer başarabilseler Manas’ı da mankurtlaştırmak düşüncesi içindelermiş, ama başaramamışlar. 

Aytmatov, mankurtu yaşlı bir destan okuyucusu olan Sayakbay Karalayev’ e anlattırıyor: Bu Manasçı mankurt olacak kölenin saçlarının usturayla traş edildiğini, elleri bağlı kölenin kafasına yeni kesilmiş bir hayvan derisinin kulak hizasından sıkıca bağlandığını, kızgın güneş altına bırakıldığını, güneşin kuruttuğu derinin kafatasında ve beyninde hasara sebep olduğunu, yeni çıkmaya başlayan saç köklerinin kuruyan deriyi delemediği için kıl dönmesi gerçekleştiğini, bütün kılların kafa derisinin içine büyüdüklerini, bunun da tüm sinirleri yok ettiğini anlatarak kölenin ya öldüğü, ya da hiçbir şey hatırlamadığı, sadece ne söylenirse onu yapan garip bir yaratığa dönüştüğünü anlatıyorlar. 

Aytmatov da devletin kendi eliyle ideolojik mankurtluklar gerçekleştirdiğini, bir kişiyi değil, bir milleti mankurtlaştıran devlet ve ideolojiler için milletleri uyarması gerektiğini bir görev sayarak “Gün Uzar Asra Bedel” romanını yazdığını söylüyor. 

Devlet sadistliklerinden söz eden bu iki yazar sadizmin en büyük efsanelerinden birisi olan zombiliğe de değinmeden geçmiyorlar. İnsanlar öylesine çıkar savaşında korkunç bir hırs içine giriyorlar ki, insanların canlıları yetmediği gibi ölülerinden de yararlanmaya kalkıyorlar. Bunu da Afrika’da bulunan bir balığın sırt yüzgecinden alınan zehirle gerçekleştirdikleri anlatılıyor. İnsanın haris, devletin haris, toplumun haris olduğu dünyada iyi insanlara yer yok mu? Var. O yer İslâm dini ve İslâm birliği… Allah Kur’an’ da bu sadistlikleri zaten söylüyor ve bundan vazgeçmeleri için din, kitap ve yalvaçlar yolluyor. Bundan vazgeçmeyenler için de gerek dünyada (Lut kavminin yok edilişi, Nuh tufanı, Firavun kavminin yok edilişi, İbrahim’in Nemrut’a karşı savaşı, Abdulmütalip döneminde ebabillerin Kâbe’yi korumaları gibi), gerekse ahrette kimine ödül, kiminin zulmüne zulümle karşılık verileceği anlatılıyor. Ve insanları bu sadist ve haris kimselerle Allah yolunda savaşmaları, kendilerine verilebilecek zarara karşı durup onlar vazgeçinceye kadar öldürülmeleri emrediliyor. Çünkü insan doyan bir varlık değil. 

Dünyadaki her canlı doymak ve yaşamak için öldürür. Oysa insan, zevki, harisliği, bencilliği, yönetme ve sahip olma duygusuyla öldürür. Üstelik kendi türünü değil, bütün türleri… 

6 Ocak 11
Ankara 


____ 

1. sayfa 147 2. sayfa 147 3. sayfa 149-150
4. sayfa 151 

 
Toplam blog
: 74
: 571
Kayıt tarihi
: 24.12.07
 
 

1965 Tortum doğumluyum. Ankara Gazi Üniv. Fen Edebiyat Fak. mezunuyum. T.D.E öğretmeniyim. İki ço..