Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '08

 
Kategori
Öykü
 

"Seni bir kere öpsem..." - 2

"Seni bir kere öpsem..." - 2
 

Hıncını çiçekten almak ister gibiydi kız. Ezilen çiçeğin ıslaklığını hissetti avuçlarında. Sımsıkı kapattığı avcunu açıp çiçekten arta kalanları cebine bıraktı. Parkın kapısına doğru yürürken yolun iki tarafındaki tarhlarda açmış papatyalara bakmamaya çalıştı. Papatyalar gözünün önünden gitmiyordu. En sevdiği çiçekti bir zamanlar. Oysa şimdi görmek, elinde tutmak bir yana, adının geçmesi bile derin bir hüzne boğuyordu.

***

Kocaman bir demet papatyayı uzatırken, “Biliyor musun bizde buna ne derler?” diye sormuştu.
“ - Papatya demezler mi?”
“ - Hayır. Yoğurt çiçeği!”
“ - Hah hah! Yoğurt çiçeği mi? Ne güzel bir isim!”
“ - Evet yoğurt çiçeği...”
“ - Neden yoğurt çiçeği demişler acaba, beyazlığından dolayı mı?”
“ - Aslında ben de tam bilmiyorum. Ha, dur dur; hatırladım, ninem anlatmıştı bize, galiba şeyden dolayı; hani baharda açıyor ya bu, köylerde yoğurdun en bol bulunduğu zamana denk geliyor. İnekler, koyunlar bahara doğru doğum yaptığından, haliyle yoğurdun en bol bulunduğu dönemmiş. O yüzden ‘yoğurt çiçeği’ derlermiş.”
“ - Mantıklı aslında. Hemen her şeyin isminin arkasında bir hikâye var galiba."
“ - Evet. Bence de... Senin adının hikayesi ne?”
" - Kura!.. Kura çekmişler bu çıkmış işte; Figen!"

İlk sevgilisiydi. Ondan sonra kimseyi sevemediğinden tek sevgilisi demek de yanlış olmaz. Ama şimdi nefrete dönüşmüş bir sevgi... Göz göze geldikleri ilk anda daha önce hiç kimseye karşı hissetmediği bir şey olmuştu. Bir anda gözlerinden girip ta ayak uçlarını titreten bir kıvılcım... İşyerinden Bülent’in okul arkadaşıydı. O gün büroya Bülent’i ziyarete gelmişti. Bülent, “ - Arkadaşım Akın; bu da Figen” diye tanıştırırken elini uzatmış, direkt gözlerinin içine bakmıştı; insanın içini ışıtan bir gülümsemeyle birlikte... O gülümsemeyle birlikte adı da hafızasına çakılıp kalmıştı; Akın! Oysa ilk tanıştırıldığında hiç kimsenin adını aklında tutamazdı. O anda insanın algısı yeni tanışılan kişiye ait birçok bilgiyi birden kaydetmeye çalışırken bazı verileri pek dikkate almıyor olmalıydı. Kişinin adı bu kayıt dışı kalan verilerden biriydi belki de... Çok şaşırmıştı. Nasıl olmuş da onun adı aklında kalmıştı? Sadece adı değil, nerdeyse bütün varlığı... Gözlerini ondan ayıramamıştı. Çevresine belli etmemeye çalışarak her şeyini incelemeye başlamıştı. Kemikli ve uzun parmaklı elleri, uzun sayılabilecek boyu, üzerine tam oturmuş takım elbisesi, çakır gözleri, kumral teni, iri çenesi...

Başka zamanlar da insanları dikkatle inceler, en kusursuz görünenlerin bile fiyakasını bozacak bir ayrıntı yakalardı. Ceketin omuzuna düşmüş birkaç kepek zerresi, gömleğin yakasındaki belli belirsiz kir izi, giysilerdeki ufak tefek renk uyumsuzlukları, kulağın bir ucunda bitiverip orada unutulmuş siyah bir kıl, bir çantanın zavallılığı, boyası gecikmiş ayakkabıların garibanlığı...

Ama bunda hiçbir kusur bulamadı. İşin tuhafı, öyle bir şeyi fark etse bile kusurdan saymayacağını anladı. Mesela kulağındaki o kıldan huylanmak değil özenle çekip koparmak, ceketinin omzundaki kepek zerrelerini parmaklarını bir fırça gibi kullanıp silkelemek isterdi.

Silkeledi de. “Demek aşk dedikleri buymuş” demişti, kendi kendine, “karşındakinin kulağındaki kıldan huylanmamak!” Önceleri çevresinde birbirlerine âşık olanları görür, onların kapıldıkları bir çeşit deliliğe benzeyen tuhaf tutkuyu hiç anlamazdı. Hatta alay ederdi yeri geldikçe. İnsan durup dururken nasıl bu hale gelebilirdi ki? “Gelebiliyormuş” deyip kendinden utanmıştı.

Her şey çok çabuk olup bitmişti; ve olgun bir meyvenin dalından kopup düşmesi kadar doğal... Akın, işyerine (sözde Bülent’i görmek için) ziyaretlerini sıklaştırdı. Kendisi de onun geleceği saatleri sabırsızlıkla beklemeye başladı. İlk karşılaşmalarının üzerinden iki hafta geçmeden dışarda buluşup çıkmaya başladılar. Bülent bu işe bozulmuştu ama onu düşünebilecek halde değildiler. Bir süre sonra da zaten küstüler. Akşam mesainin bitmesini dört gözle bekliyordu. Her akşam buluşup sohbet ediyorlardı. Ve papatyalar... En sevdiği çiçeğin papatya olduğunu söyleyince her buluşmalarında bir demet papatyayla çıkagelmeye başlamıştı.

Gözlerini ondan bir an olsun ayıramıyor, yanındayken bile özlüyordu. Onunla birlikteyken zaman çok hızlı geçiyordu. İlk defa dudağından öpmek için uzandığında biraz çekinmiş, sonra bu tuzlu, ıslak, sıcak ve sarhoş edici büyüye bırakmıştı kendini. Öpüşürken tüm bedeni hafifleyip hareketleri kontrolünden çıkıyordu. Bir hafta sonu evine davet etmişti Akın. Birlikte, güle oynaya hazırladıkları yemeği yedikten sonra kanepeye yan yana oturup bir süre televizyon izlemişler, bir ara çenesinden tutup kendisine çevirerek öpmeye başlamıştı. Uzun, ısrarlı... Bluzunu yukarı sıyırdığında karşı koymaya çalışmış ama fazla direnememişti. Baştan aşağı zangır zangır titreyen vücudu, yükselen ateşi, deli gibi çarpan kalbi, hızlanan nefesi bilincini alıp götürmüş, öylece yarı baygın vaziyette teslim olmuştu Akın’a...

Pek bir şey hissetmemişti ilk defasında. Kısa süreli keskin bir acı, orasında yoğunlaşan daha önce hiç hissetmediği tuhaf ve yoğun bir karıncalanma, ıslaklık ve kalkıp banyoya gittiğinde izini gördüğünü bir miktar kan. Kadın olmak da buydu demek... Yeni bir hayata başladığını hissetmişti. Sonra kendisi de ister olmuştu. Tekrarlandıkça daha güzelleşen bir şeydi. Ta o güne kadar.

İş çıkışı her zamanki buluştukları kafede otururken Akın’ın telefonu çalmış, ekrana bakıp telaşla kapatmıştı. Birden rengi atmıştı. Telefonun kimden geldiğini, neden kapattığını sorduğunda “yanlış numara” deyip konuyu kapatmaya çalışmış ancak bir süre sonra tekrar aranmıştı. Red tuşuna basıp her zaman masa üstüne bıraktığı cihazı aceleyle cebine koymuştu. İçine bir kurt düşmüştü; kemirip kanatan bir kurt...

..........

(Sürecek, ama sadece bir bölüm daha!)

Birinci bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=96935

Son bölüm: http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=98200

Resim: http://aliasburn.deviantart.com/art/Cry-Blood-16289205

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..