Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '16

 
Kategori
Magazin
 

"Sete bisiklet ile gidip geliyorum..."

"Sete bisiklet ile gidip geliyorum..."
 

Gecenin Kraliçesi dizisinin sevilen oyuncusu Burak Demir ile geçtiğimiz gün buluşarak, özel hayatı ile ilgili bilinmeyenlere cevaplar aradık.

Keyifli sohbetimiz ve samimiyeti için kendisine çok teşekkür ederim.

Oyunculuğa nasıl başladınız?

İlk olarak 17 yaşında tiyatro ile başladım. Lise öğrenimim devam ediyordu. Bir gün annem geldi ve bana ‘’Burak, Yenimahalle Belediyesi’nde tiyatro kursu açılmış. Böyle bir şey ister misin?’’ dedi. Ve bende ‘’Neden olmasın anne.’’ dedim ve o kursun sınavlarına gittim. Fakat sınava gecikmişim. Hiç unutamam, kapıyı açtım, içeride Hakan Salınmış oturuyordu. Sınava geldiğimi söyleyince, ‘’Hadi canım bitti.’’ dedi. Bu cevap üzerine çok üzülmüştüm. Üzüntümü gören Hakan abi, ‘’Bir saniye dur.’’ dedi. Tekrar çağırdı beni. Çağırış o çağırış… Mesele tiyatro ekibine dâhil olduktan sonra başladı. Çocukken oyuncu olmak gibi bir hayalim yoktu.

Çocukken ne olmak istiyordunuz?

Ben albay torunuyum. Evde hep asker olacakmışım gibi yetiştirildim. Hatta ailem, bunu o kadar kabullenmişti ki hangi kuvvetlerde görev almam gerektiği yönünde herkes önerilerde bulunuyordu.

Peki, ailenizi nasıl ikna etmeyi başardınız?

Orta son sınıfta formu yırtarak ‘’Gitmeyeceğim istemiyorum.’’ dedim. Annemin, tiyatro kursu afişini gömesi üzerine ve benimde gerçekten bu işi çok sevmemden dolayı o tarafa yöneldim.  Biraz da baskılı büyüdüğüm için kendimi bulmam daha kolay oldu. Bu şekilde kendimi ifade etmeyi öğrendim.

Tiyatrodan, dizilere transfer nasıl oldunuz?

Amatör tiyatro yaparak başladım. Ankara’da, tiyatro adına birçok şey için koşturuyordum. Yine böyle bir katılım sanat atölyesi vardı. 1999-2000 yılları arasında, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda kursiyerlik yaptım. Zaten Ankara’da birçok kursta kursiyerlik yaparak birçok tiyatro oyununda yer aldım. Bu sebepten dolayı işin emekleme kısmında, işi çok iyi öğrendim, çok değerli insanlarla tanıştım. Bir gün, Emek Göksu’nun katılım sanat atölyesine bir çocuk oyunu hazırlıyorduk. Emel Abla bir gün gelerek ‘’Burakcım, senin numaranı bir yere verdim, seni arayacaklar.’’ dedi. ‘’Neye verdiniz?’’ dedim, o da ‘’Sürpriz.’’ dedi bana. Bir ay gözüm telefonda bekledim. Sonunda, TRT’den Bizim Evin Halleri dizisi için aradılar. Auditiona gittim ve oradaki birçok kişi arasından beni seçtiler. Süreç böyle başladı. 

Yer aldığınız projelerden bahsedebilir misiniz?

Bizim Evin Halleri bittikten sonra, yine TRT’de bir dizide, ‘’Mehmet Yurdadön’ ün’’ hayatını canlandırdım. Devamında bir yandan kursiyerliğe devam ediyordum. Konservatuarı, beşinci girişimde kazandım. Bir yılın sonunda, Bilkent Üniversitesi’ni tam burslu olarak kazandım. Bu dizilerden sonra, İstanbul’da yapılan birçok diziden teklif gelmeye başladı. Teklifler için İstanbul’a gelip, ’’Ne olur, bana rolümden bahsetmeyin, gelemem, içim gider.’’ deyip, projeyi reddedip, geri dönüyordum. Burslu okuduğum için okula çalışmayacağıma dair söz vermiştim. Bu sözümü de tuttum çok şükür. Mezuniyet töreninden üç gün sonra, ‘’Daha Neler’’ adlı sit-com dizisinden aradılar ve beni istediklerini belirttiler. Ben, İstanbul’a geldim ve süreç başladı. Sonrasında Genco dizisi oldu. Bütün rollerim çok keyifliydi. Zaten benim keyifsiz oynadığım bir rol yoktur. Bu arada, 2007 sezonunda, İstanbul Şehir Tiyatroları’na girerek Leyla İle Mecnun adlı bir oyunda oynadım. Fakat son dört yıldır tiyatro yapmıyorum ve tiyatroyu çok özledim. 4 yaşında bir oğlum var çok şükür, set programı hep çok yoğundu. Çok şanslıyım, hiçbir rolüm birbirine benzemiyordu. Hakkımda her şeyi oynar bu adam denilmesi de artı benim için. Dünyanın en güzel işlerinden birini yapıyoruz. Güzel bir meslek ama sadece bir meslek.

“Gecenin Kraliçesi” dizisinden bahsedelim. Orada nasıl bir karakteri canlandırıyorsunuz?

Diziye, 4.bölümde dâhil oldum. Çok güzel işlenen bir karakteri canlandırıyorum. Rol olarak çok sürprizli oldu. Dişi bir karakter olması beni çok mutlu etti. Zaten neredeyse set arkadaşlarımın tamamıyla daha önce çalışmıştık ve tanışıyorduk. Karakter ise, eski bir husumetinden dolayı mesleğini kaybediyor, sevdiği kadını terk etmek zorunda kalıyor. Kısacası, kızına sahip çıkmaya çalışan bir adamı canlandırıyorum.

Dizideki çocuğunuzla olan sahnelerinizde, oğlunuz Kuzey aklınıza gelerek oynadığınız, o duyguyu gerçekten hissederek oynadığınız oluyor mu?

Oyunculuk mesleğinin en güzel tarafı şu zaten; bir şeyleri taklit ederek değil kendi tecrübenizle oynarsınız. Dizide ki kızım Naz ile birçok sahneyi çekerken, tabi ki oğlum üzerinden de düşünerek oynadım. Bunu kullanmam çok da işime yaradı. Hatta ilk çekim yapacağımız zaman, kızıma bir bakış atmam gerekiyordu. Osman Hoca yanıma gelerek ‘’ Çocuğun var mı?’’ dedi. Bende ‘’Var tabi.’’ deyince ‘’O zaman sana söyleyecek bir şey yok sen nasıl bakacağını biliyorsun.’’ dedi.

Çalışma şartları zor bir sektördesiniz. Bu zorluklar, oğlunuz ile ilgilenmenize engel oluyor mu?

Bu dizide çok uzun süre çalıştığımı söyleyemem. Çünkü çok mekânı olan bir diziydi. Ve dizinin başrollerinden bir tanesi değildim. Ama Kuzey doğduğu zaman, bir dizide başrol oynuyordum. Ve o zaman, haftanın beş günü çalışıyordum. Çocuğumuzu biz büyüttük. 20 saat çalışıp eve gelip onu uyutmaya çalıştığımı çok iyi hatırlıyorum. Son bir yıldır, eğer setim yoksa sürekli oğlumun yanındayım. O çok minik ve o benim oğlum. Ondan daha önemli ne olabilir ki hayatta?

Şu an karşımda duran mavi bisiklet sizin… Bisikleti gündelik hayatınızda ne sıklıkla kullanıyorsunuz?

Son on aydır bisikletin üzerinde yaşamaya başladım. Canımın sıkkın olduğu bir dönemde, bir mahalle bisikletçisine giderek bir bisiklet satın aldım. Çocukluğumdan beri hep bir yarış bisikletim olsun istedim. Bu bisikleti de eşimin dayısının deposundan çıkarttık. 1978 model Peugeot. Bütün parçalarını sökerek teker teker temizleyip parlattım. Zaten sahile yakın bir yerde oturuyorum. Her gün düzenli olarak kullanıyorum. Bisiklet benim için bir terapi. Hatta sete bile bisiklet ile gidip geliyorum. Herkes çok şaşırıyor.

Günümüzde maalesef oyunculuk bir meslek olarak görülmüyor. Bu durum hakkındaki fikirlerinizi alabilir miyim?

Çok üzülüyorum. Çünkü bu işi yapabilmek için konservatuar şart diyenlerden değilim. Hatta şuan Van’da koyunlarıyla vakit geçiren çobanda çok iyi bir oyuncu olabilir. Sanatla uğraşmak böyle bir şeydir zaten. Tanrı’nın yeteneği kime verdiğini bilemeyiz. Şartlar itibariyle, bu işe dünyada bizden daha fazla değer veriliyor tabi ki. Bu sanat dalı, bizim ülkemizde sonradan geliştiği için kolaylaştırılmış ya da kolay yapabilecek bir hale dönüştürdü medya bunu. O kadar farklı gösteriliyor ki, bu kadar kolay yapılabilecek bir meslek değil. İnsanlar tembeldir, tabi ki kolay para neredeyse oraya gideceğiz. Durum böyle olunca bizim mesleğimiz değersizleşiyor. Tabi ki ben, kendi mesleğimi, doktorluk kadar kutsal bir meslek gibi görmüyorum. Allah’ın bana verdiği yeteneğin üzerine çalışarak bir şeyler yapmaya gayret ediyorum. Çok severek yaptığım çok keyifli bir meslek.

Kuzey’in sanat eğilimi nasıl?

Çok yüksek, sanata bayılıyor.

Peki, o da bir gün babası gibi oyuncu olmak isterse?

Sanırım o yönetmen olacak. Oynadığı bütün oyunları kendisi kurguluyor ve reji veriyor. Zaten benim en büyük hayallerimden biri de, ileride oğlumun çekeceği bir filmde yer almak. Bu inanılmaz bir duygu.

Canlandırdığınız ve unutamadığınız bir karakter var mı?

Muhteşem Yüzyıl’da canlandırdığım Hüseyin Çavuş karakteri benim için özel bir yere sahiptir. Onu özel bir geçiş noktası olarak görüyorum. Sete uykusuz gitmeme rağmen çok büyük keyifle oynadığım, hafızamdan asla silinmeyecek olan bir sahne.

Bir sonraki projenizde nasıl bir karakteri canlandırmak istiyorsunuz?

Her zaman bir öncekinden daha farklı bir rolü canlandırmak istiyorum. Örneğin; şuan canlandırdığım Oktay karakterine benzer bir teklif gelirse, cevabım olumsuz olacaktır. Çok şükür hep birbirinden farklı roller geldi bugüne kadar.

Oyunculukta eğitim ne derece önemli olduğunu düşünüyorsunuz?

Oyuncuğun öğretilebilen değil, öğrenilebilen bir meslek olduğunu düşünüyorum. Herkese oyunculuğu öğretemezsiniz. Bu yüzden para ile rahatça girilebilen oyunculuk kurslarına karşıyım. Eskiden Ankara’da bir kurs açıldığı zaman, biz o kursa sınavla girerdik. Eğer yeteneğiniz yok ise milyarları da verseniz o kursa giremezdiniz. Oyunculuk hayal kurabilmek ile başlar. Sahneye çıktın, sahnede hiçbir şey yok. Yönetmen bize ‘’Orada bir çiçek var, o çiçeği kokla.’’ diyor. O çiçeği gözünün önüne getirebilmeyi kimse size öğretemez. Bu bir hayal gücüdür, bu bir yetenektir. Ve sadece çocukluğumuza sahip çıkabilenler oyuncu olabiliyorlar. Çünkü çocuklar her şeyi bir oyuncağa dönüştürebilirler. Oyunculuk mesleği de, simitten direksiyon yapabilme yetisini hala elinde tutabilmeyi becerebilmiş adamların işidir. Tabi ki teknikleri var ama ilk adımı kimse öğretemez.

Son olarak, bu uzun ve zorlu süreçte kendinize belirlediğiniz bir hayat felsefeniz var mı?

Oyuncu olmasaydım, kendimi çok ifade edebilecek biri olacağımı düşünmüyorum. Bu, beni çok mutlu ediyor şuan. Ne derdim olursa olsun, kendimle konuşup kendimle hallediyorum. Artık oynadığımız senaryolar kendi hayatımızla çok paralel ilerleyebiliyor. Ben, bir buçuk yıl önce babamı kaybettim. Cenazesinden üç gün sonra, Ürgüp’te sete gittim ve ilk çektiğim sahne ölüm döşeğindeki bir babayla vedalaşma sahnesiydi. Ve ben, babamla vedalaşamamıştım. İşte bu yüzden, bu meslek bazen hayatın çok içinden bir meslek de olabiliyor. 

RÖPORTAJ: FIRAT ÖZDEMİR

 
Toplam blog
: 33
: 659
Kayıt tarihi
: 27.07.13
 
 

16 Ağustos 1996 doğumluyum. Bilişim Teknolojileri öğrencisiyim, 5 yıldır profesyonel olarak interne..