Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

29 Mayıs '10

 
Kategori
Güncel
 

“Sivil dikta” zırvası: kafası karışıklar için okuma parçası

“Sivil dikta” zırvası: kafası karışıklar için okuma parçası
 

Bir "sivil başbakan"ın katlinin resmidir!


Selefi <ı>“Deniz Bey” gibi, <ı>“Kemal Bey” de <ı>“askeri vesayet”ten değil, <ı>“sivil dikta anlayışı”ndan ürktüğünü beyan ederek <ı>CHP’deki değişimin sadece görüntüden ibaret olduğunu tescil etmiş oldu.

Bendeniz, artık bir gaflet anında söylenmediği kesin olan ve <ı>“sivil” hükümetleri güya kirletmek için bilinçli olarak kullanılan bu <ı>“sivil dikta anlayışı”nı bir <ı>“anlayış” olarak benimseyen, üniformalı atanmışlar gibi “Hadi , darbe yapalım!” gibi açık ya da gizlice <ı>“Hadi arkadaşlar, bir sivil dikta kuralım!” diyen birileri var mıdır bilemem doğrusu.

Gözden kaçmış olabilir ancak, eğer böyle birileri varsa, <ı>“politik sektör”de kalitenin öncelikle <ı>“kavram”ların doğru ve yerinde kullanılmasıyla iyileşeceğine inanan bir <ı>politik ekonomi uzmanı olarak, bu güruha <ı>“ham bir hayal” peşinde enerjilerini boş yere israf ettiklerini ifade etmek isterim. Zira, siyaset bilimi literatüründe <ı>“sivil dikta” biçiminde bir kavram, kuram, doktrin, sistem ya da rejim tipi yoktur. Bu sıfat tamlaması bir tür <ı>“contradicto in adjecto”dur; yani <ı>niteleyen sıfat (sivil) ile <ı>nitelenen isim (dikta) tenakuz halindedir; aralarında hiçbir <ı>“olumlu” felsefi, bilimsel, tarihsel, edebî ya da estetik ilinti yoktur; birinin varlığı diğerini götürür. Kafa karıştırıcı bir <ı>“politik hezeyan” olmaktan öte hiçbir vasıf taşımayan ve kullananın politik kavramlar konusundaki <ı>(nezaketen cehaletini demeyelim ama) bilgisizliğini ya da<ı> “art niyetini” yansıtan bir <ı>“hurafe”dir. 1940’lardan itibaren hayata, ekonomiye ve politikaya dair anlamlı bir bilgi ya da program üretme zahmetine katlanmadan <ı>“korku üfürerek” politik rant edinme müptezelliğini benimseyenlerin türettiği bir tür <ı>“batıl inanç”tır; bir <ı>“öcü”dür. Daha da ötesi, her <ı>“sivil” hükümete karşı gizli ya da açık <ı>“askeri vesayet” taraftarlarınca kullanılan <ı>(okuyucularım beni affetsin lütfen, ama başka bir kelime bulamıyorum) bir <ı>“zırva”dır.

Hangi ölçekte olursa olsun siyaset yapanların kavramlara saygı duyması gerektiğini, hele de bu düzeydeki insanların küçük politik amaçlar için akıl karıştırıcı ifadelerden, <ı>“kuyuya gelişigüzel taşlar atmaktan” kaçınması gerektiğini düşünürüm. Kuyudan bu tür taşların çıkarabilmesinin bazan son derece yoğun bir entellektüel emek harcamayı gerektirmesinin ve çoğu insanın da güncelin tozu dumanı içinde görüşlerinin etkisinin olamayacağı yanılsamasından kaynaklanan bir tür <ı>rasyonel edilginliğin kolaycılığını benimsemesinin, kısa ufuklu (miyopik) politik sektör fırsatçılarını kuyuya daha çok taş atmaya sevk edeceğinden ve politiko-ekonomik sistemi daha da kirleteceğinden korkarım. Bu mülahazalarla, "rüzgar zannedilen manşet üfürmelerine rağmen" <ı>demokratik yolla iktidara gelme ümidini yitirmiş kuyuya taş atma meraklısı pervasız politikacılar ile yamayıcılarının bu tür <ı>kafa karıştırıcı söylemlerinin toplumu kirletmesini engellemek ve samimi çabalarına rağmen, maruz kaldıkları yoğun dezenformasyon nedeniyle aklı karışanlar ile konuyu anlamada güçlük çekenleri aydınlatabilmek için, <ı>“sivil dikta” zırvasının etimolojik, tarihsel ve bilimsel temelsizliğini kısa da olsa açıklama ihtiyacı duydum …

Bu çerçevede öncelikle <ı>“sivil dikta”nın <ı>“sivil”inin etimolojisi üzerinde durmak isterim: Evet, ilk konumuz “sivil” ya da Latince kökeniyle, “civilis”. En basit anlamda medeni (uygar) demektir. <ı>“Sivilleşme (civilization)” de medeniyet anlamına gelir. Bu anlamda sivilleşmeden medeni olunamaz. “Medeni” ile “medine (şehir)” arasındaki etimolojik bağdan görüldüğü gibi, “sivil” şehre, “sivillik” de kentsoylulara ait bir olgudur. Sivil, “kimsenin askerî olmayan”dır. Öyle karargâhların kozmik odalarında tasarlanmış yapay kalıplara sığmaz. Tektipliği (homojenliği) dayatan her tür üniformaya karşı olan, bir emir kumanda zincirinin nesnesi olamayacak türden kendi başına buyruk kişidir. Formel değil, enformeldir. “Özgür irade”siyle seçim yapabilmesi, kendi eyleminin öznesi olabilmesi onu medeni yapan asıl özelliğidir. Tekrar ediyorum onu medeni yapan asıl özelliği, “özgür iradesiyle seçim yapabilmesi, eyleminin öznesi olabilmesi”dir. Birbirinin zıttı olan <ı>sivillik ve <ı>militaristlik, meslek mensubiyetinden çok ve öncelikle hayata ve olaylara bakışaçısıyla, keyfi dayatmalar ve zulüm karşısındaki duruşla ilgilidir.

Bu anlamda mesleği askerlik olan bir bürokrat, <ı>sivil bir bakışaçısına ve karaktere sahip olabileceği gibi, bir esnaf ya da işadamı veya bir çiftçi, hatta bir akademisyen, öğrenci ya da sanatçı "<ı>militarist" olabilir. Bunun başlıca örnekleri “ressam” Hitler ile “öğretmen ve gazeteci” Mussolini’dir. Hitler ve Mussolini, “dikta”nın "sivilleşmesinin" değil, olsa olsa “sivil”in “militerleşmesi”nin örnekleri olarak değerlendirilmelidir.

“Sivil Toplum”a gelince; tarihsel olarak ilk kez Batı ülkelerinde ortaya çıkan bir olgudur. Batı’da, toprak temelli bir politiko-ekonomik örgütlenme olan ve evrensellik iddiasındaki katolik referanslara dayanan “monarşilerin” yani “dikta”nın baskısına rağmen denetim dışına çıkmayı başarmış “kentsoylular”ın inisiyatifiyle gelişmiş “özerk bir süreç”in öngörülmemiş ürünüdür. Temel işlevi de “dikta”nın iktidarını sınırlamak olagelmiştir. Neymiş? Sivil Toplum”un özgün işlevi, “dikta”yı sınırlamakmış. Sivil Toplum’un oluşum ve gelişim sürecinin uzantısı, politik iktidarı “toprak”tan ve “katolik referanslar”dan soyutlayan modern bir politiko-ekonomik teknoloji olan “ulus devlet”in gelişmesi olmuştur. Ulus Devlet, (Anglikanlık gibi) ulusal nitelikli dinsel yönelimler ile katılımcı-özgürlükçü bir politik yapı arayışları çerçevesinde şekillenmiştir.

Bu sürecin başlıca entelektüel öncüleri Luther, Calven, Machievelli, Hobbes, Locke öncülüğündeki Doğal Durumcular, Rousseau öncülüğündeki Toplumsal Sözleşmeciler, Hegel ve tilmizleridir. Bu süreçte, özellikle Hegel’le birlikte, analitik düzeyde <ı>Politik Toplum ile <ı>Sivil Toplum ayrımı belirginleşmiştir: Hegel’e göre <ı>Politik Toplum, devlet tarafından düzenlenen “<ı>kamusal alan”ı ifade etmektedir. <ı>Sivil Toplum ise kamusal alanın dışında kalan ve <ı>bireysel tercihleri ve çıkarları içeren <ı>“özerk alan”dır. <ı>Hegel’i izleyen süreçte bu alandaki tartışmalar yoğunluk kazanmış ve <ı>Sivil Toplum’un başlıca özellikleri kristalize olmaya başlamıştır. Bunlardan başlıcaları, <ı>“Politik Toplum’a karışmama, devletten her alanda kopma, kendi kendini üretme, şiddete karşı olma ve amaç açısından karmaşıklık içeren örgütlülük”tür. Ancak, <ı>Politik Toplum’un alanını ifade eden <ı>kamusal alan tanımı, dolayısıyla da <ı>“sivil toplum”un yaşama alanı olan <ı>“özerk alan”ın nerede başlayıp bittiği henüz netlik kazanmış değildir.

Bu alandaki tartışmalar, <ı>Totalitarizm ve <ı>Liberalizm arasındaki farklılaşma şeklinde devam etmektedir. <ı>Totalitarizm<ı>, <ı>“kamusal alan”ı hayatın bütün boyutlarını kuşatacak genişlikte tanımlamakta ve bireysel tercihleri içeren <ı>“özerk alan”ı son derece daraltmaktadır. Buna karşılık <ı>Liberalizm, <ı>“kamusal alan”ı olabildiğince daraltmakta ve bireysel tercihleri içeren <ı>“özerk alan”ı son derece genişletmektedir. Bir diğer ifade ile <ı>Totalitarizm, <ı>“Politik Toplum’un temel aktörü olan “devlet”in ve dolayısıyla da politik iktidar odaklarının az da olsa sınırlandırılmasına karşı çıkmakta, politik iktidarı hayatın mutlak hakimi yapmaktadır. Bu çerçevede politik iktidar, kendi ideolojisine ya da “keyfine” veya kutsallaştırılmış amacına bağlı olarak “kamusal alan”ı istediği gibi genişleterek şekillendirme otoritesine sahip olacaktır ki bunun adı “dikta”dır; üstünlüğün hukukudur. Buna karşılık <ı>“Sivil Toplum”u önceleyen <ı>Liberalizm, politik iktidarın hangi amaç adına olursa olsun keyfi olarak bireysel tercihlere ve özerk alana karışmasını, kamusal alanın keyfi olarak genişletilmesini ve şekillendirilmesini reddetmekte; politik iktidarın “dikta”sını “hukukun üstünlüğü” ile sınırlandırmaktadır.

Velhasıl, “sivil”, “sivilleşme” ve “sivil toplum”, “dikta”nın, “üstünlüğün hukuku”nun kaynağı değil, bilakis panzehiridir. “Sivil Dikta” jargonu da bilimsel açıdan hiçbir anlam taşımayan bir zırva ve hurafeden ibarettir. Herhangi bir politik sistem hakkında “sivil” sıfatı kullanılıyorsa, arkasından “dikta” nitelemesi gelemez. Tekrar edersek, sıfat ile isim uyumsuzluğu (<ı>contradicto in adjecto) meydana gelir. Bu kuramsal açıklamaların güncel açısından anlamına gelince: Evet, AK-Parti hükümeti Deniz Bey’in de Kemal Bey'in de belirttiği gibi “sivil”dir… Hiçbir militerleşme eğilimi sergilememektedir… Kuramsal olarak “dikta”, totaliterleşme, militerleşme ve kamusal alanın keyfi olarak her tür çeşitliliği ve bireyselliği yok edecek şekilde genişletilmesi olduğuna göre, kanaatimce, en muhalif odaklar dahi, eğer kastı yoksa “açılım sürecini” işletmeye, farklılıkların ve çeşitliliklerin önünü açmaya, “özerk alan”ı ve “enformelliği” olabildiğince genişletmeye çabalayan bir <ı>sivil hükümet hakkında “dikta” iddiasında bulunamayacaktır, bulunamamalıdır…

Bütün bu kavramsal ve kuramsal açıklamaların ötesinde, sadece filli göstergeler nazar-ı dikkate alınsa dahi her şey açıkça görülecektir: Hezeyanları bir kenara itersek, bu güzel ülkenin askeri dikta deneyimleri olmakla birlikte bir <ı>“sivil dikta” deneyimi yoktur. Bu ülkede <ı>sivil dikta elinde zarar görmüş, katledilmiş, işkenceye maruz kalmış bir tek asker ya da sivil kişi yoktur. Buna karşılık, bütün örtbas etme girişimlerine rağmen, bu güzel ülkenin üzerine bütün kasvetiyle ve karanlığıyla çöken <ı>“askeri darbeler” döneminde katledilen, işkence gören, ülkesini terk etmek zorunda kalan <ı>“sivil”lerin hesabı her geçen gün daha çok açığa çıkmakta ve sorgulanmaktadır. Başka hiçbir vaka olmasa dahi, sadece, yüz kızartıcı 27 Mayıs 1960 darbesini yapanlarca katledilen merhum bir "sivil başbakanın ve bakanlarının"ın "kanı", bu ülkenin barışı ve refahı önündeki tek rizikonun, tek engelin “askeri dikta”lar olduğunu açıkça ortaya koymaya yeter.

Bu meş'um vakaları bir daha tecrübe etmek istemeyen, aydınlığı karanlıktan, doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden, <ı>“özerk alan”ı <ı>“kamusal alan”dan ayırma basireti olan araştırıcı, makul, vicdan sahibi ancak azıcık kafası karışık okuyuculara ve demokratik kaygıları aşınmamış CHP seçmenlerine arz olunur.

<ı>Lâkin, teleskoba tersinden bakarak hakikati karartabileceklerini zanneden engizisyon rahipleri gibi, yukarıdaki açıklamaları okuyup anlama zahmetine dahi katlanmadan sakil fikirlere ve önyargılara sahip olma alışkanlığına sahip <ı>“kesin inançlılar”a ve <ı>“fanatikler”e söylenecek hiçbir şey yoktur. Onlar kendi bildiklerince işlerine baksınlar…

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..