Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Mayıs '08

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

"Şizofrenik aşk"ların kılıfı... (ll)

"Şizofrenik aşk"ların kılıfı... (ll)
 

Kimileri aynalarda arar ilahi olanı, kimileri ilahi olanda aynaları...


"Şizofrenik aşk"ların kılıfı...(ll) ya da
“İlahi aşk” söyleminin paradoksu…


“İlahi aşk” söylemi, öncelikle bir düşsel, düşünsel, “İlah”ı varsayar; daha doğrusu, “El-İlah”ı…


“El-İlah”ın varsayıldığı yerde, birileri ne denli düşünmemek için zorlasa da kendini, “El-İlahe” arz-ı endam eylemeye hazırdır zaten… Tarihsel olarak da hep yan yana olmuşlardır bunlar… Birincisi erildir, ikincisi dişil…


Ancak birilerinin inançsal kabul sınırlarını zorlamamak için, şimdilik, paranteze alıp düşselliğe düşünselliğe, yani zaten ait olduğu yere hapsediverelim “El-İlahe”yi… (Sakın kadının ikincil plana düşüşünün bir sonucu olmasın, “El-İlahe”nin yok sayılmaya başlaması ya da aksine, “El-İlahe”nin yok varlığa dönüştürülmesine dayanıyor olmasın kadının yüzyıllardır süren ikincilliği.) Zaten, ne arayanı var ne de soranı garibimin; yüzyıllardır sürgününde tekbaşına…? Ve dönelim “El-İlah”a…


Yazının daha ilk cümlesinde, “El-İlah”ın düşsel, düşünsel bir varlık olduğunu belirtmiş olsam da, “İlahi aşk” söyleminin, inancının peşinden gidenlere soracak olursak, bu varlık, yani “El-İlah”, düşünsel değil, gerçek varlıktır. Hiç değişmez, hep kendi kendiyle aynı kalır. Zamansız ve mekansızdır. Sonsuz ve sınırsızdır. Aslında tasavvur ettikleri bu haliyle bir yok varlıktır ya neyse… Platon’un aklına bereket… Nerdeyse, neleri varsa, Platon’a borçludurlar bu konuda. “Ödünç aldık” bile demeden kendilerinin kılıvermişlerdir onun varlık anlayışını... Teşekkür de etmemişlerdir üstelik…


Yeni Platoncu olarak kabul edilen Plotinos’un südur anlayışından da yararlanarak, Farabi, zorunlu varlık ve mümkün varlık anlayışıyla “El-İlah”ı akli anlamda temellendirmeye çalışmıştır. Ancak buna rağmen Farabi’yi, Antik Yunan felsefesinin etkisinde kabul ederek bir kenara itiverme yaklaşımı da yaygındır bu kesimlerde. Ama laf başı geldiğinde de, “bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” dedirtircesine, Farabi ve diğer felsefecilerle övünmekten geri durmazlar.


Neyse… “İlahi aşk” söylemiyle, nesnesi karşısında duyulan şiddetli arzudan kaynaklanan ve hallüsinasyonlaşan bilinç hallerinden bazılarını meşrulaştırma gayretkeşliği içerisine girenler, “El-İlah”ı gerçek varlık, asıl varlık olarak kabul ederler. Kökeni Platon’a kadar geriye uzanan bu anlayışa göre, değişen, zamanda ve mekanda varolan, başlangıcı ve sonu olan hiçbir varlık gerçek değildir.


İşte tam da bu noktada, sonlu ve sınırlı bir varlık olan insanın, sonsuz ve sınırsız, aynı zamanda her şeye kadir bir varlık olan “El-İlah”a düşünsel, duygusal ve bedensel olarak yönelişi ve kendini hasredişini “İlahi aşk” olarak niteliyorlar. Oysa daha baştan bir tenakuzla adım atıyorlar: Adlandırmak, ad vermek.


Ad, ister düşünsel olsun isterse gerçek, her daim nesne kılınana, nesneleştirilene verilir. Nesne kılınan, nesneleştirilen ise daima sınırlandırılmış olandır. Dahası, her nesne sıfatlarıyla vardır. Bu arzu yönelişinin karakteristiğine uygundur. Çünkü arzulanan, ne denli yüze ya da kutsal sıfatlar adfedilmiş olursa olsun, nesneleştirilmiş, sınırlandırılmış olandır.


Ama sonsuz ve sınırsız bir “El-İlah” tasavvuruna uygun değildir. Çünkü kendisine sıfatlar ve eylemler atfedilen her “El-İlah”, daha adlandırma aşamasından başlayarak, salt varolanlıktan çıkarılmış ve artık bir nesneye dönüştürülmüştür. Kim tarafından? Yanıtı belli sorunun: İNSAN.


Bu büyük harfle yazılan İNSAN, sonra bakmış ve düşünmüş ki, sıfatlar işleri karıştırmaktan, özellikle de küçük harfle yazılan insanın kafasını karıştırmaktan başka bir işe yaramıyor, hatta bazıları muzipleşip olmadık şeylere yelteniveriyor. O zaman demiş ki, “sıfatları tadil eylenmiştir” artık “El-İlah”ın.

O andan beridir ki, “El-İlah”, düşünür ama beyinsizdir; duyar ama kulaksızdır; görür ama gözsüzdür; koku alır ama burunsuzdur; konuşur ama dilsizdir; yapar, yaratır, yakar, yıkar ama elsiz ve ayaksızdır; saçsız ve tüysüzdür, çünkü bedensiz ve kafasızdır; dahası ne erkek ne kadındır, düpedüz cinsiyetsizdir. O bu haliyle, bir yok-varlıktır.


İşte “İlahi aşk” yaşadığı söylenen insanlar, büyük harfle yazılan İNSAN’ın düşünsel, düşsel anlamda bile yok kılmaya çalışarak, yalnızca bir ada dönüştürdüğü “El-İlah”ı arzular. Onu kendinin kılamayacaklarına göre, kendilerini onun kılmaya yeltenirler. Birazcık kendini toparlayabilenleri bunların, “o her yerde ve her şeydedir” derler. “Her yer ve her şey” deyince işler karışıverir…


Ehh… Galileo ve G. Bruno’dan beri evren de sonsuz ve sınırsız kabul edildiğine ve salt madde olduğuna göre, “El-İlah”ın da gidebileceği başka bir yer kalmamıştır zaten. Bundan dolayı, “İlahi aşk”lara da rastlanmıyor artık günümüzde… Psikologlar, psikiyatristler ne güne duruyor ki… Çünkü ayan beyan adı belli bunun: Şizofreni…

 
Toplam blog
: 55
: 1448
Kayıt tarihi
: 26.04.08
 
 

Felsefe öğretmeniyim. İzmir'de görev yapıyorum. Edebiyat, felsefe, eğitim ve politikaya ilişkin yazı..