Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Ocak '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

“Söz” ki en çok korkutandır bizi

“Söz” ki en çok korkutandır bizi
 

Gazeteci Hasan Fehmi’den yine gazeteci Hrant Dink’e uzanan altmış iki halkalı bir zincir... Arada Sabahattin Ali var, Ümit Kaftancıoğlu var, Abdi İpekçi var, Uğur Mumcu, Musa Anter, A. Taner Kışlalı var. Var da var. Görüşleri farklı, yaşadıkları zaman dilimi farklı, çalıştıkları yerler farklı... Ama hepsinin ortak bir yönü var: Bu isimlerin bir tekinin bile silahla, bombayla, fiziksel eylemle bir ilgisi yoktu. Ama hepsi de en vahşi biçimlerde, en sinsi hesaplarla, en organize eylemlerle, en hain pusularla öldürüldüler. Kimi cadde ortasında kurşunlanarak, kimi, arabasına konan bombayla, kimi ormanda tuzağa düşürülerek katledildiler.

Egemenlerimiz onların söylediklerinden, söyleyeceklerinden o kadar korkuyordu ki, “leb” deseler “bize leblebi demek istiyor” diye susturdular. O egemen sesin tek notalı müziğine farklı birkaç sesin karışması o kadar tedirgin etti ki, o seslerin sahiplerini önce yasayla, hapisle; olmadı tehditle; o da olmadı sürgünle, hiçbiri olmazsa ölümle susturdular... Ceza kanunumuzu binbir çeşit tuzak maddeyle donattılar. Savcılara, hakimlere “en acil göreviniz bunları cezalandırmaktır” dediler. Onlar da bu görevi başarıyla yerine getirdiler doğrusu. Hukukun h'sinden habersiz, sadece okuma yazma bilen birinin bile doğru yorumlayacağı bir sözü yüce yüce hakimlerimiz yanlış yorumlamayı başardılar hep.

“Söz” en korktuğumuz şey oldu her zaman. Güçlü bir yabancı ordudan, atom bombasından korkmadık sözden korktuğumuz kadar. Biri işimize gelmeyen bir söz etse hemen onu boğmanın, kalemini kırmanın yolunu aradık ve bulduk çoğu zaman. Konuşmalarda, gazete yazılarında, kitaplarda, romanlarda, karikatürlerde farklı bir sözün izini takip ettik hep. Bulup da yok etmek için. Bulduk ve yok ettik sonuçta da.

Peki niçin korktuk “söz”den bu kadar?

Çünkü bütün varlığımızı, birliğimizi, kimliğimizi, tarihimizi küçücük bir dalgada yok olup gidecek kumdan kalelerden inşa ettik. İskambil kâğıtlarından, ufacık bir fiskede yerle yeksan olacak efsaneler ürettik. Eğreti kerpiç binalardan yalan tapınakları kurup kapandık içine. Sonra biri çıkıp o tapınakları başımıza yıkmasın diye de herşeyimizi o çürük yapıyı korumak üzere organize ettik. Eğitim sistemimizi, basınımızı, üniversitelerimizi, televizyonlarımızı, dini inaçlarımızı, tarihimizi, pedagojimizi bu düzenin ebediyen sürdürülmesi hedefiyle kalıplara oturttuk. Bunlara karşı çıkan her sesi susturmayı esas işimiz bildik. Ama “kral çıplak” diyen birileri hiç eksik olmadı, olmayacak da. Birini susturduk bir başkası çıktı.

Bildiğimizden, ezberlediğimizden farklı bir söz söyleyene, “hayır o dediğiniz öyle değil, yanlış biliyorsunuz” diyemedik. Çünkü kendimizi buna göre yetiştirmedik. Çünkü hem kendi savunduklarımıza inancımız tam değildi (kumdan kaleler!), hem de söze ancak sözle karşılık verilmesi gerektiğini bir türlü kavrayamadık. Bu yüzden de bağrımızdan sayısız katil çıkardık ama bir tek filozof çıkaramadık. Sözle karşılık vereceğimize hemen o sözü söyleyenin kafasına fırlatacak bir taş, kalbine sıkacak bir kurşun aradık.

Hep katillerimizle gurur duyduk. Atatürk hariç tutulursa dünyada en tanınan şöhretlerimiz katilerimizdi. Katillerin idol haline getirildiği televizyon dizilerine reyting rekorları kırdırdık; kanallarımız o dizileri yayınlamak için birbiriyle yarıştı, yarışıyor. Gençlerimizi okulda, sokakta, dizide öyle eğittik ki onlar kendilerini hiçbir zaman bir laboratuvarda çalışan bir biliminsanı olarak hayal edemediler. Kendilerini bir cinayet sahnesinde hayal ettiler hep; birini arkadan vurup cinayet mahallini sinsice terk ederken...

Sözün korkusuyla içimize gömüldükçe gömüldük. Dışarıdan hep korktuk. O dışarıya bir şey yapamadıkça bu defa içimizden birilerini hedef seçtik temsili düşman olarak. Bütün öfkemizi onlara yöneltip yok etmeye çalıştık. Yargıladık, hapse attık; olmadı teşhir ettik; olmadı gazetelerde, internet sitelerinde hedef gösterdik; olmadı duruşma salonunda linç edilmelerine zemin hazırladık; o da olmadı en sonunda vurduk.

Ancak, her vurulanın yere düşerken yol açtığı sarsıntı o kumdan kalelerimizi biraz daha eritti. Yıkıldıkça da hem öfkemiz arttı hem çaresizliğimiz... Yalanlarımız ortaya döküldükçe öfkeleniyoruz; öfkelendikçe de aslında ne kadar çaresiz olduğumuzu görüyoruz. Bütün dünya gülerek bakıyor şimdi bize. İnandırıcılığımızı gün geçtikçe yitiriyoruz. Yazarlarını, çizerlerini, sanatçılarını, biliminsanlarını değil, katillerini koruyan bir ülkeyiz dünyanın gözünde... Hapisanelerde el bebek gül bebek besleyip, afla, infaz yasasıyla, ya da “yanlışlık”la salıveriyoruz tekrar.

O kadar zavallıyız ki o bizden sanıp alkışladığımız katillerin ve onların arkasındakilerin bizzat onurumuzun cellatları olduğunu bile bilmiyoruz. Çünkü düşünemiyoruz; çünkü “söz”e yabancıyız; “söz”ü duyduğumuz zaman kaçacak delik arıyoruz, sığınacak bir yer bulamayınca da bu defa onun sahibini susturmaya çalışıyoruz.

Hrant Dink küçücük bir azınlığın, yapayalnız, savunmasız bir üyesiydi. Ne parası vardı, ne onu koruyacak bir çevresi, ne de belinde silahı... Tek -ama yanlış- güvencesi bu ülkede güvercinlere dokunulmayacağı beklentisiydi. Ama ondan yine de çok korktuk. Ağzından çıkan sözlerden dolayı paniğe kapıldık. Savcıları gönderdik üstüne; yetmedi, bindirilmiş şımarık linç kıtalarını gönderdik; yetmedi, gazetelerde, internet sitelerinde alenen hedef gösterdik; hiçbiri yetmedi en sonunda öldürdük.

Onu öldürmek o kadar basitti ki, en ufak bir beceri bile gerektirmiyordu. Tam da nihayet yetiştirmeyi başardığımız insanlara göre bir iş yani. Beynini zerre kadar kullanmadan; bir söze nasıl karşılık verileceğini hiç öğrenemeden... “Namazdan çıkıp vurdum” demiş ya yeni kahramanımız, eğer birazcık düşünmeyi öğretebilseydik, o namazı emreden kitabın, “bir insanı öldüren bütün insanlığı öldürmüş gibi olur” diyen hükmü de aklının bir köşesine yerleşirdi belki...

Foto:milliyet.com.tr

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..