Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ocak '18

 
Kategori
Sosyoloji
 

“Şu Aile Muzırdır, Münasip Bir Yere Sürülmesine!”

“Şu Aile Muzırdır, Münasip Bir Yere Sürülmesine!”
 

Savaşlar, ihtilaller ve darbeler gibi siyasal felaketlerin bir devlete verdiği zararın izleri bazen bir asır sürebilir. Bu süreçte felakete neden olanlar cezalarını çekebilir, hatta ölüp gidebilir de. Felaketin maddi izleri de silinebilir.

Ancak bu arada yapılan haksızlıklardan dolayı yaşanan acılar  bir elektrik akımı gibi hiç durmaksızın nesilden nesile  gibi akıp gider. Çünkü felakete maruz kalan devlet, kendini koruma refleksi ile bir dizi yeni kanunlar çıkarır. Amaç;  bir taraftan felakete neden olanları cezalandırmak, diğer taraftan da bir daha benzer bir felaket yaşanmasının önüne geçmektir.

İşte her şey burada başlar. Devlet, kendini ve vatandaşını korumaya çalışırken, yıllardır içinde kin, intikam ve nefret besleyenlere, çıkar hesapları peşinde olanlara da gün doğar.  Koyun can derdindedir, kasap et derine düşer. Onların ağzından dökülen ilk cümle muhtemelen “Yaşasın kötülüktür!” Tıpkı, hain FETÖ darbesi ve diğer darbe girişimleri sonrasında yaşananlar gibi. Tıpkı 1. Dünya Savaşı öncesi ve sonrası yıllarında Osmanlı topraklarında yaşananlar gibi.

Ne demek istediği “Zeytindağı” kitabı çok güzel anlatıyor. Tarihten sızan bir vicdan azabı gibi…

Savaşın getirdiği maddi ve manevi sıkıntıları bizzat yaşayan ve şahit olan Falih Rıfkı Atay, hatıralarını anlattığı “Zeytindağı” kitabında 1. Dünya Savaşı sırasında Osmanlı’da “can ve mal güvenliğinin sıfıra düştüğünden” söz eder.

“1916’da bir müddet için gelmiş olduğum İstanbul’daki şahıs güvensizliği, Mütareke ’deki güvensizlikten farklı değildi. Suriye’de bu güvensizliğin en canlı misalleri sürgünlerde olmuştur. Ermeni tehciri için yapılan kanundan Dördüncü Ordu da istifade ederek “zararlı gördüğü kimseleri ve aileleri harp sonuna kadar sürgün etmek” usulünü tutmuştu. Her gün vilayetlerden, mutasarrıflıklardan teklifler alırdık: “Şu aile muzırdır, münasip bir yere sürülmesine müsaade buyrulması rica olunur.

Cevap formülü son derece basit idi: “….. e sürülmesine, münasiptir.”(s.97)

Atay, bu önemli tespiti yaptıktan sonra, şöyle vicdanları sarsacak bir uyarıda bulunur:

“Bunun önemli olmadığını sanmayınız: Konya ve Bursa’ya gidenler harp sonunu görmeye muvaffak olmuşlardır. Büyük harpte kardan kıştan kışın Erzurum’a gidip harp sonuna kadar bekleyebilmek biraz güç idi.”(s.91)

Kuruların arasında yaşların da yandığı o günlerde, haksız yere yapılan sürgünlere karşı çıkanlar da elbette olmuş. Örneğin  Kurmay Başkanı Ali Fuat Erdem gibi. Hatta bir keresinde bir sürgün ihbarına cevap yazan katip F. Rıfkı Atay’ı uyarır ve formu değiştirmesini ister. Atay da aynısını yapar ve belgeyi Cemal Paşa’ya götürür. Paşa’nın cevabı ilginçtir: “Benim mesuliyetim altında cereyan eden siyasi işlere karışmaktan herkesi menederim….” (s.98)

Ali Fuat bey, bu cevap karşısında çok kırılır. Amacı Paşa’nın işine karışmak değil. Kendisi  halkın içinde olduğu için, sürgün ihbarlarının bir kısmınım haksız yere yapıldığını yakından biliyordur. Amacı  haksızlığı önlemek, muhtemelen de Cemal paşayı sorumluluktan kurtarmaktır. Diğer taraftan da insanların devlete olan aidiyetlerinin sarsılmasını önlemek, yarın Allah’ın huzurunda da sorumluluktan kurtulmaktır.

Cemal Paşa’dan tebrik beklerken, tekdir gören Ali Fuat bey, kısa bir zaman sonra şöyle bir yazı yazarak emekliye ayrılır:

“Size hizmet edecek maddi ve manevi hasletlerden mahrum olduğum için tekaüd edilmemi rica ederim.” (s.99)

Sonunda Cemal Paşa’nın da gerçeği görüp, sürgün ihbarlarına  eskisi kadar itibar etmediğini anlatan Atay, “ancak….” Diyerek bir yürek yarasını da dile getirmekten geri kalmaz.

“Ancak bu ihbarların içine karışan garazlar, kinler, hınçlar ve öçler yüzlerce kurbanı,  Anadolu içlerinde senelerden beri çürütüp durmakta idi.” (s.99)

İftiraya uğrayanların vebalini  kim ödeyecek?

Ya Ali Fuat bey gibi kalbi kırılanların, devletine küsenlerin, devletine ve milletine karşı en verimli yaşlarında kabuğuna çekilenlerin vebali ne olacak?

Unutulmamalıdır ki, birlik ve beraberliği ve devlete olan aidiyet duygusunu pekiştiren en büyük tutkallardan biri de adalete olan güvendir. Eğer, adalet iftiracılar tarafında böyle kötüye kullanılırsa, durum vahim demektir. Çünkü Sn. Cumhurbaşkanımızın da ifadesiyle “İslam ihsandır. Güzel Olan İslam’dır. Güzelliğin temelinde adalet ve hürriyet vardır.(…)Bizim dinimizin yani medeniyetimizin temelinde adalet vardır”

Bu temel sarsılırsa toplum sarsılır, medeniyetimiz sarsılır….

Bir gün gelecek iftiracılar da “masumiyet karinesinin neden önemli olduğunu anlayacaktır. Bir insanın, suçu yargı kararıyla kesinleşmeden, suçlu ilan edilmesinin ne anlama geldiğini,  masumiyet karinesinin bir gün herkese lazım olabileceğini,  iftiradan korunma hakkının vazgeçilmezliğini kavrayacaklardır.

 İnsanlar neden tarihten ders almazlar!

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..