Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Eylül '12

 
Kategori
Magazin
 

‘Şubat’ın Allah’ı Var!

‘Şubat’ın Allah’ı Var!
 

TRT 1’in yeni dizisi ‘Şubat’ın bende ilk merak uyandıran yönü, adı olmuştu. Neden ‘Şubat’? En basitinden fark yaratıp ilgi çekmek için mi, yoksa karakteriyle bağdaşan bir özellikten dolayı mı bu isim seçilmişti? ‘Şubat’ı, Nişantaşı Citylife’daki galasında izlediğimde bu sorumun cevabını almış oldum.

İstanbul’un suçlarla dolu çılgın gerçeğinde kader ağlarını örmüş, bir küçük çocuk daha koca kentin sokaklarına atılmıştı. Kapıya soğuk bir kış günü konduğu için bu çocuğa ‘Şubat’ adı verilmişti. ‘Her olanın bir sebebi vardır’ diyen öykü ‘Şubat’ dizisinin adının dayanağını böyle açıklıyordu. Ama bana göre bu ismin gerekçesi dizinin özünde gizli!

Açılışından, bölüm sonuna dek kaliteli bir film tadında izlediğim ‘Şubat’, 12 ayın içinde tek farklı olan Şubat ayı gibi kendine has bir yapıya sahip. Öyle ki, ‘Metromuz oldu da Güzel ve Çirkin’i çekebileceğiz’ veya ‘O kadar uzun metro ağını nasıl bulacaklar’ türünden, bol keseden eleştirenleri fazlasıyla utandıracak başarıda! Adıyla fark yaratan yapım, sinema filmi özelliğini taşıyan çekimleriyle de fark yaratmakta.

 

Rum Yetimhanesi’ndeki Yangından ‘Şubat’a İlham!

Musa Uzunlar’ın etkileyici sesinden İstanbul’a dair karanlık bir tablo çizerek açılışını yapan ‘Şubat’ dizisindeki yetimhane yangını, bana Büyükada’daki Rum Yetimhanesi’nin efsanevi anılarını çağrıştırdı.  

Büyükada’nın Manastır Tepesi’nde bulunan ve dünyanın ilk çok katlı ahşap binası olarak kayıtlara geçen Yetimhane, ufak çaplı bir yangın geçirir. Bu yangında çocuklardan bazıları yanarak can verir. O panikte bir çocuk bahçedeki kuyuya düşer. Ancak Rum Yetimhanesi’nin kuyusunda kapalı kalan çocuk, çocukların can verdiği Çankaya Yetimhanesi yangının ardından kâğıt toplayıcı Aziz Bey tarafından bir kuyuda bulunan ‘Şubat’ kadar şanslı değildir.

Kimsenin oraya bakmak aklına gelmediği için ölüme terk edilir. Bu olaydan sonra, kuyudan çocuk sesi geldiği efsanesi de kulaktan kulağa yayılır ve böylece günümüze dek uzanan hayalet çocuk seslerine dair hikâyeler doğar.

Çankaya Yetimhanesi’nin aynı özellikleri taşıyan yangınından doğan efsane ise yer altı dünyasının kanlı canlı hayaleti ‘Şubat’! Yaralı yüzün yarattığı imajla bırakın çirkinleşmeyi hayli çekici hale gelen ‘Şubat’ın cazibesine kapılmamak imkânsız.

 

‘Şubat’ın Hem Allah’ı Var, Hem De Kusurlu Yanları!

Galada ayaküstü sohbet esnasında, Aziz Bey karakterindeki Musa Uzunlar’a dizi ve filmlerdeki eksikliklerin genelde yönetmen kaynaklı olduğunu söylemiştim. Doğruydu da. Oyuncu veya senaryo istediği kadar başarılı olsun, yönetmen yeterli özeni göstermezse ortaya çıkan yapım vasatın ötesine geçemez.

Ancak sinema perdesinin avantajıyla incelediğim ‘Şubat’ın ilk bölümünde yönetmenlik hususunda öyle ciddi bir problem olmadığını rahatlıkla söyleyebilirim. Hele metruk barınaklarında eğlenen tayfanın, enfes müzik eşliğinde yarattığı sahne gerek renkli atmosferi gerekse doğallığıyla tam anlamıyla kusursuzdu. Kısacası, tam bir ekip çalışması ürünü!

Nihayet sahne geçişlerinde ‘Kız Kulesi’ ya da ‘Boğaz Köprüsü’ kullanmayan bir dizi izleme fırsatı veren ‘Şubat’, sahneleri birbirine bağlamadaki farkını flashback’lerde de göstermiş. Kısa süreli tutularak çarpıcılığı artırılan geri dönüşler, bu özelliğiyle diğer yapımlardaki müzik klipi benzerlerinin vakit doldurmaya yönelik bıktırıcılığından çok uzak.

Kamera kullanımının özenli olduğu, ‘Zombilerin Şafağı’ filmindekilere benzemelerine rağmen tek bir küfür etme ihtiyacı hissetmeyen karakterlerle ‘Küfürsüz de dizi çekilirmiş’ dedirten‘Şubat’ta güzelliklerden bahsedip mantığa ters gelen sahneleri es geçmek olmaz. Bu noktada dizinin bütünündeki şölende kılçık gibi duran birkaç ayrıntıyı belirtmekte fayda var.

Birincisi, televizyonun görüntü vermesi için Aziz Bey’in anten elde anayola çıkması! Hani ‘Şubat’ mutlu olsun diye çırpınıyor ama kimse eline anteni alıp caddelere dökülüp, arabaların ortasında dikilerek ayar kontrolü yapmaz. Hele Aziz Bey gibi akıllı biri hiç yapmaz. Yani o noktadan görüntü gelse, anten caddenin orta yerine mi dikilecek? TV kaynaklı kazayı vermek için daha mantıklı bir yol düşünülebilirdi.

Kesin bilgi sahibi olmadan sansasyonel biçimde verilen haberlerin halkta ‘infial’ yarattığı vurgulamasını yapan ve salgına dönüşen yarışma programlarıyla ‘Behzat Ç’ye dokundurmayı ihmal etmeyen Komiser Arif’e, tabancaların çekildiği bir ortamda telsiz anonsunu sürekli hatırlatmak gerçekle bağdaşacak bir sahne değil. Kim bilir belki de bu sahneler, büyükşehirlerin bencillik ve kötülüğünün altını çizen‘Şubat’ın karanlık yüzünü yumuşatmaya yönelik espriler olarak düşünülmüştür!

Yumruk yerine araba vuruşunu başarıyla alan Aziz Bey’e çarpan aracın plakası alınmadığı halde, ‘Her gün buradan hızla geçer’ noktasından hareketle, bir çırpıda bulunması ve boyundan küçük çukura gömülmeye çalışılması, ‘Şubat’ın eksilerinden.

Modelinden hiç hız yapacakmış gibi durmayan arabayı kullanan çete elemanının direksiyonu bırakıp tartışmaya koyulması, arabanın tam isabet çukura düşmesi ve adamların arabayla birlikte gömülme emri… Bunlar diziyi bozan gereksizliklerden! Araba kendi gömülememiş ki adamları nereye gömeceksin, derler adama.

Özetle, intikam olayını ve tayfanın sertlik iddiasını, böylesine basite indirgemek yerine daha esaslı sahnelerle işlemek mümkündü.

 

Her Çirkin Keşke Şubat Kadar Güzel Olsa

Netice itibariyle; gerek sesinin yumuşaklığını gerekse sempatik duruşunu çok iyi kullanan Melisa Sözen ve dizideki tabiriyle hayvani bir profil çizmesine karşın sımsıcak bakışlarla içindeki çocuksu iyiliği yansıtmayı başaran Alican Yücesoy ağırlıklı ‘Şubat’ta tüm karakterler yerli yerine oturmuş. Tek tek ayırmak olanaksız. Ama Sermet Yeşil’in Deli lakabına uygun duruşu, Türkü Turan’ın erkek çocuğu görünümü dikkat çekenlerden.

Bakışlarıyla konuşmasını bilen nadir oyunculardan olan Musa Uzunlar’ın yatağa mahkûm edilerek pasifleştirilmesi bende hayal kırıklığı yarattı. Bu kez Allah yerine senaryo tarafından bir an önce komadan çıkartılması gerektiğini belirtelim.

Sonuçta; reklamsız haliyle tam bir sinema filmi uzunluğundaki ‘Şubat’, başlangıç olarak eldeki mevcutları profesyonelce kullanmayı bilen güzel bir yapım. Bundan sonrası nasıl gider? Umalım da başladığı şekilde olsun. Yönetmenlik ve oyunculuk açısından geleceğe dair esaslı bir sorun yok. Bu nedenle ilerleyen bölümlerde tek yük senaryoya düşecek. Senaryodaki mantık korunursa, ‘Her çirkin keşke Şubat kadar güzel olsa’ demeyi sürdürmememiz için bir sebep doğmaz.

‘Yarayla alay eder yaralanmamış olan’sloganıyla yola çıkan ‘Şubat’a, ‘Kaliteden ödün verir, uzatmalara gidenlerin yanlışlarından ders almayan’ hatırlatmasını yaparak başarı dileklerimizi sunup şimdilik koyalım noktayı.

 

Anibal GÜLEROĞLU

guleranibal@yahoo.com

www.twitter.com/guleranibal

 

 
Toplam blog
: 1210
: 1542
Kayıt tarihi
: 10.04.10
 
 

İstanbul'da başlayan yaşamım, eski İstanbullu ailemden edindiğim kültürle gelişti. Birinciliklerl..