Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Temmuz '06

 
Kategori
Mizah
 

"Suuuu!... Biraz suuuu!... "

"Suuuu!... Biraz suuuu!... "
 

Neyse ki salimen bitiriyoruz... Ne kötü başladık bu haftaya öyle. Abooov!.. Bırakın dostu, Allah düşmanıma vermesin valla!..

Geçen cumartesi oturuyoruz arkadaşlarla… Gözümüz gazetedeki minik bir habere ilişti. Adana’daki su kesintisinden söz ediyor, Pazar günü su verilemeyecek semtler ayrıntılı bir şekilde yazıyordu. “Neyse” dedik, “Yarın zaten denize gideceğiz. Biz dönene kadar gelir nasıl olsa…”

Pazar sabahı kalktık… Doğal olarak evde sular kesikti. Bir gece önce kovaya doldurduğumuz su ile yüzümüzü yıkadık denize doğru yola çıktık. Er vakitte Taşucu’na varmış, tekne ile Akdeniz’e açılmıştık bile. Her şey mükemmel gidiyordu. Sevdiğimiz arkadaşlarımızla denizin, güneşin, muhabbetin tadını çıkarıyorduk.

Deniz, güneş, muhabbet iyiydi, hoştu da… Aklımız da evdeydi hâlâ. Acaba eve döndüğümüzde su gelmiş olacak mıydı? Malum… Vücudumuzda tuzlu su değmedik yer kalmamıştı!

Mersin’de akşam yemeğimizi yiyip, yorgun bir şekilde tuttuk Adana’nın yolunu. Geldik eve, girdik içeri… İlk iş muslukları kontrol etmek oldu…

Baktık… Muslukların hırdavatçıda satılan musluklardan hiçbir farkı yok! Aynı sessizlik, aynı susuzluk!..

“Eeeee?..” idi… N’olacak şimdi?..” idi.

Bol tuzlu ve bol yorgun bir şekilde öylece kalakalmıştık! N’apacaktık biz şimdi? Tuzlu tuzlu da yatılmazdı ki! Bir arkadaşımıza gidip, “Suyunuz varsa iki su dökünüp çıkacağız” diyeceğiz ama… Vakit gece yarısını bulmuş! Bu vakitte kimin kapısını çalıp “Banyonuzu kullanabilir miyiz?” diyebilirdik ki?!..

Süper tuzlu, mega yorgun ve ultra sinirli bir şekilde ne yapacağımızı düşünürken… Uyumuş kalmışız. Sabah dinlenmiş bir şekilde ama süper tuzlu durumumuzu muhafaza ederek uyandık. Gözümüzü açar açmaz, “Acaba su gelmiş mi?” deyip koştuk musluk başına… Musluktan etrafa yayılan sessizlik, bizleri bir anda ultra sinirli moda taşıyıverdi sağ olsun! Su yine yoktu! Eşimi ve kızımı yanıma çağırdım “Bakın” dedim, “Biz çocukken Karataş’a, Yumurtalık’a, Mersin’e denize giderdik. Akşam döndükten sonra da hemen kanala atlardık. Bu hem bir nevi duş olurdu bizim için, hem de denizin o kadar tuzundan sonra şeker gibi gelirdi kanalın suyu…” Bizimkiler, “Eeee?..” diyerekten baktılar yüzüme… “Yani” dedim, “Gelin kanala gidelim…” Eşim, “Zaten sinirlerim tepemde, bir de sen saçmalayıp iyice çıldırtma beni!..” dedi. Gerçekten çok sinirliydi. Tırstım, sustum!

Pazartesi… Malum… Haftanın başı… İşe gideceğiz…

Ama… Böyle tuzlu tuzlu nasıl gideceğiz? Zurnanın zort dediği yer burasıydı işte! Vakit öğleye doğru hızla ilerliyordu. İşler bizi, biz suyu bekliyorduk. Ne zaman gelecekti acep?

Su arıza için bir telefon belirlemiş sevgili yetkililerimiz sağ olsunlar… 185… Buradan öğrenebilirdik suyun ne zaman geleceğini. Aradık. Dıııt-dıııt-dııt… Meşgul. Sürekli meşgul. Bir daha aradık… Bir daha… Bir daha… Suyun akıbetine dair en küçük bir bilgi alamadık. Telefondaki “Dıt dıt”lar birer su damlası olsa, evi ve hatta tüm semti çoktan su basmıştı da, CANKUR ekipleri altlarında botlarla suyun içinden insan topluyor olacaktı!

Gün ilerliyor, malum sıcaklarla her bir yanımızdan ter fışkırıyordu. Adeta birer çağlayan gibi şarıldayan ter damlacıkları Akdeniz’den özenle getirdiğimiz ve sinirle muhafaza ettiğimiz tuzlarla birleşip oramızı buramızı yakmaya başlamıştı.

Sudan hâlâ haber yoktu!

Arkadaşlarımızı aramaya tekrardan karar verdik. N’olacaktı ki? Aldık telefonu elimize, sıradan çevirmeye başladık numaraları… “I-ıh!..” Hiçbir arkadaşımızın telefonu cevap vermiyordu! Eşim, “Eyvah” dedi, “Adamlar susuzluktan ölmüş olmasınlar?!.. Gidip bi baksak mı acaba?..” Olabilir miydi? Düşündüm… Tatil mevsimi… Tatile gitmişlerdir mutlaka… Yazlık, deniz, yayla… Belki on arkadaş aradık… Nafile! Artık umudu kesmeye başlamıştık ki… Fikret’in telefonu cevap verdi ve “Şu anda evde yokuz. Lütfen sinyal sesinden sonra not bırakınız…Dıııttt…” dedi. Heyecanla açılan gözlerimiz, gülen yüzümüz tekrar yerini umutsuzluğa ve sinire terk etmişti. Ha gayret… Bir umutla başka bir arkadaşımızın numarasın çevirdik… Telefon bir kere çaldı ve açıldı… Aha!.. “Şadi… Şadi merhaba… Ben Öncül… Yau kusura bakma senden bir şey rica edecektik… Bizde iki gündür sular kesik. Bir de dün denize gitmiştik… Size uğrasak da… Bir duş alsak… Mümkün mü?..” Şadi karşı tarafta kahkahayla gülüyordu. “Eeee… Tabi… Senin suyun var, gülersin…” diye düşünüyorduk ki Şadi’nin gülmesi bitti ve konuşmaya başladı, “Öncüüülll…Uyuma olum uyuma! Ben senin üst katta oturmuyor muyum? Bizde de su kesik!..” Hey Allah’ım!.. Sen aklıma mukayyet ol! Akıl mı kaldı ki?!.. Şadi’den özür dileyip kapadık telefonu.

Vakit çoktan öğle olmuştu. Biz hâlâ tuzlu ve hâlâ sinirliydik! Tuzumuz sürekli akan terler sayesinde yavaş yavaş azalıyordu ama sinirimiz… Eh yani! Bilmem miktarını söylemeye gerek var mı?

Balkonun gölge bir tarafına çıktık oturduk… Düşünüyoruz… “Ne yapmalı, ne etmeli?...”

O sinirle insanın aklına bir şey de gelmiyor! Eşime baktım… “Şimdi bizim evde yangın çıksa… İtfaiye paşa paşa gelip söndürmeyecek mi?... Gel şurada bir yangın çıkaralım… İtfaiye gelip su sıkmaya başlayınca da suyun altına girer duşumuzu alırız” dedim… Bu önerim kabul görmedi. Üstelik riskliydi de… Hadi itfaiyenin de suyu kesikse?... Gelemezse?… Şimdi sadece tuzlu ve sinirliyiz… O zaman hem tuzlu, hem sinirli, hem de yanık oluruz Allah muhafaza!

Of yaa… N’apacaz peki?!..

Bir anda gözüm yolun karşısından karşısına geçen çocuğa takıldı. Küçük bir el arabasının içinde iki damacana suyla gidiyordu… “Buldum!..” diye bağırarak fırladım oturduğum yerden… “Tabi ya! Neden aklıma gelmedi ki bu şimdiye kadar?!...” Eşim, “Hayırdır? Ne geldi aklına?” dedi… “Boşver anlatmayı” dedim, “Kaç lira para var üzerinde?..” Eşimle birlikte paralarımızı topladık… Kırksekiz damacana su alacak kadar paramız vardı. Sokağın sonunda su satan dükkana koştum bir solukta, “Bana kırksekiz damacana su ver çabuk!..” diye bağırdım. Adam oturduğu yerden sakin sakin kalktı… Telaşsız bir şekilde yürüdü… Yan odada duran boş damacana şişelerini gösterdi ve “Hiç kalmadı valla bey… Her gelen yirmibeş-otuz tane aldı. Sular kesik ya… Ondan…” Orada öylece kalakaldım… Sesim çıkmadı… Dizlerim çözüldü… Her şey dönmeye başladı… Ortalık karardı…

O an bayılmışım. Kendime geldiğimde hastanedeydim. İki gündür yatıyormuşum ve sürekli “Suuu… Suuu… Suuu…” diye sayıklıyormuşum. Gören de sanacak ki Kerbela’da, Arap çöllerindeydim günler boyu! Neyse ki ben hastanedeyken sular akmaya başlamış.

Doktorlar hemen göndermediler eve. İki gün daha yattım tuzlu tuzlu! Ama en azından bu kez sinirli değildim. Hastaneden çıkar çıkmaz kendimi küvete attım ve saatlerce çıkmadım banyodan. Allah kimseyi susuzlukla terbiye etmesin valla!

>> İllüstrasyon: Sefa Sofuoğlu

 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..