Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Mart '08

 
Kategori
Blog
 

“Tebdil-i mekân”a evet, “terk-i diyar”a hayır

“Tebdil-i mekân”a evet, “terk-i diyar”a hayır
 

Milliyet Blog son dönemlerde biraz fazlaca içe döndü gibi geliyor bana. Blog üyelerinin birbirlerini ya da MB’u konu/hedef alan yazıları arttı. Blog kategorisinde yazılan yazılar nispeten çok okunup çok yorum alıyor. Bu durum da bazı arkadaşları sürekli blog kategorisinde yazmaya itiyor. İsim zikredilerek, yazılara gönderme yapılarak adı geçenlerin yorum ve reaksiyonları alınmaya çalışılıyor. Genellikle alınıyor da... Bloglarda adı geçenler birbirlerine karşılıklı övgü ve iltifatlarla bezeli yorum gönderme ya da bir nezaket bloguyla cevap verme ihtiyacı duyuyor. Buna bir itirazım yok; Blog üyeleri arasında tanışıklık ve samimiyetin artmasından kimseye zarar gelmez. (Biliyorum, bundan rahatsız olan en az bir kişi var, ama şimdilik konumuz bu değil)

Çoğunlukla blog kategorisinde öteki üyelerle iletişim amaçlı yazı yazmak herkesin kendi tercihidir. Ancak bu tercih zamanla bizi bir kısırdöngü halinde benzer şeyleri tekrarlamaya götürüyor. Blog içi iletişime dönük yazılar çoğalıyor. Karşılıklı övgüler, iltifatlar ya da tersine, eleştirilerle dolu bloglar kendi içine kapalı, sürekli birbiriyle didişen bir Blog alemine doğru sürüklüyor bizi. Bence bu durum bizi buraya katılım amacımızıdan uzaklaştırır.

Bu tercihin ikinci bir sakıncası ise gereksiz tartışmalara yol açması. Yazının kusurlu bir iletişim yöntemi olduğu bilinir. Konuşma dilindeki ifadeyi destekleyen mimik, jest, ses tonu gibi unsurların eksikliği amaçlanandan daha sert ya da hakaretamiz bir yazının ortaya çıkmasına yol açabilir. Ya da yazan açısından kusursuz bir yazının okuyan tarafından yanlış anlaşılmasına neden olabilir. Kaldı ki, günlük yaşantımızda yüz yüze sözlü iletişimde bile çoğu zaman yanlış ya da eksik anlaşılırız. Burada böylesi yanlış anlama örneklerine çok sık rastlıyoruz. Yazıyı kaleme alanın ya da okuyanın eksikliklerinden kaynaklanan bir dolu tartışma örneği gördük. (En ilginç örneklerden birine dün rastladım.* Aşağıdaki linkteki yazıya ve altındaki yorumlara bakılırsa bu tip yanlış anlamaların nerelere varabileceği rahatça görülür) O yüzden doğrudan blog üyelerinin şahsını ilgilendiren konularda blog ve yorum yazılırken ifade edilmek istenen şeyi iyi anlamaya, cevap verirken de anlaşılır olmaya çalışılmalı. İşin ilginci, birbirimizi doğru anlamak için yeterince zamanımız yok! İş güç arasında, akşam yorgunluğuyla, kısıtlı zamanda blog okurken çoğu zaman anlatılmak istenen şeyi anlamayabiliyoruz.**

Tartışma olmasın demiyorum. Olmalı. Ama sadece Blog üyelerini ilgilendiren konularda değil başka konularda da tartışmaya çalışmalıyız. MB’da üç yüze yakın kategori var; ülke gündemi, siyasi ve toplumsal konular, sanat, edebiyat gibi konularda bilgi ve düşüncelerimizi paylaşıp tartışabilmeliyiz. Buraya dışarıdan giren okuru Blog üyelerinin kendi aralarındaki polemikler fazla ilgilendirmez. Arka planını bilmediği için zaten okusa da bir şey anlamaz. Biz de üç beş yüz kişi kendi aramızda tartışır dururuz.

Konu ne olursa olsun tartışmaya girince de tartışma kurallarını aklımızdan çıkarmamalıyız. Eleştiriyi hakaretle, mecazı düz anlamla, hicvi aşağılamayla karıştırmamalıyız. Ayrıca bu ikililerin sınırlarının çok geçirgen olduğunu da unutmamalıyız. Buradaki her üye kendi başına bir dünyadır. Burada kaç kişi varsa o kadar da dünya görüşü, zeka düzeyi, anlayış, karakter, refleks vs vardır. Birimiz bir konuda çok birikimli ama bir başka konuda alabildiğine zayıf olabiliriz. EQ düzeyimiz IQ’muzun hayli altında yer alıyor olabilir. Doğruluğundan çok emin olduğumuz bilgi ve fikirlerimiz yanlış olabilir. Zaten insanın sadece MB’da değil her alanda düştüğü en büyük hata budur: kendi inanç, fikir ve bilgilerinin mutlak doğru olduğuna inanmak... Bunları göz önünde bulundurup karşımızda bizden farklı bir fikri olanı hemen hasım ya da düşman olarak görmemeliyiz. Hepsinden önemlisi burada başlayan tartışmaları burada bitirmeliyiz. Birbirimiz hakkında karşılıklı sert ifadeler kullanıp sonra da “mahkemeye veririm haa!” dememeliyiz.

Hadi olmadı, tartıştık, kırdık, kırıldık diyelim. Bundan dolayı küsüp gitmemeliyiz. Bıkar, yorulur ya da kendimizi tekrarlama hissine kapılabiliriz. İnsanın biyolojik ritmi iniş çıkışlar gösterir, okuma yazma isteği azalır. Öyle durumlarda kendimizi zorlamadan bir süre ara vermek iyi gelebilir. Ama o geçici durumu sürekli hale getirip illa da MB’dan ayrılmaya gerek yok. “Gidiyorum”, “elveda”, “hoşça kalın” vs gibi başlıkları görünce cidden canım sıkılıyor. Hiç tanımasam, yazılarını hiç okumasam bile öyle yazıları okuyunca yalnızlık duygusuna kapılıyorum.

Tabii yine de herkes ne yapacağına kendisi karar verir. Ama ayrılık kararlarının çoğunun böyle içsel nedenlerle değil, haksızlığa ya da hakarete uğrama, Blog yönetimi tarafından birilerinin kayırılıp birilerinin dışarı itilmesi hissine kapılma gibi nedenlerden kaynaklandığını görüyoruz. Haksızlığa uğramışsak bunun yanıtını burada yazmaya devam ederek verebiliriz. Ayrıca şu kayırılma/itilme kuşkusunu bir yana bırakmamız gerekir. Onların adına konuşmayayım ama editörlerin böyle bir amacı olduğunu sanmıyorum. Şaka yollu söylemek gerekirse, hepimize aynı derecede kızıyorlardır! Ya da tersine, aynı derecede seviyorlar!

Özetle, insan bazen olduğu yerden sıkılır. Böyle durumlarda bir süre ara vermek, durup dinlenmek, uzaktan izlemek iyi gelebilir. Yani, atalarımızın dediği gibi “tebdil-i mekânda fayda vardır.” Ama geçici olabilecek ruh hallerine kapılarak ille de terk-i diyar etmemek lazım.

..........

* http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=96006>

** (Şahane bir yanlış anlama örneği daha; yazının içeriğiyle "Hey TSK buraya bak" başlıklı yorum arasındaki farka dikkat! http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=95268 )

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..