Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Temmuz '06

 
Kategori
Aksesuar / Takı
 

“Tek taş”ın ardında kalanlar

“Tek taş”ın ardında kalanlar
 

İnsan kendi mesleğini kendi alanını bırakıp, başka bir sektöre geçince ister istemez yabancı olduğu yeni bir alanın tam da ortasında buluveriyor kendini. Belki biraz daha gözlemci bir bakış açısıyla dışarıdan baktığınızı sansanız da, işin içine para, sorumluluk, disiplin, girdiğinde o ancak sizin işiniz oluveriyor. Ama yine de işten yabancılaşmayı, biraz da dışardan bakmayı deniyorum şu an.

80'li yıllar sonrasında gelişen turizmdeki, kuyumculuk sektöründen bahsediyorum. Çoğu kadının (erkeklere de yeni tasarımlarla yeni ürünler yapıldığı iddia edilse de ben hala hedef kitlenin kadınlar olduğu konusunda ısrarcıyım) takmaktan çok hoşlandığı takıların, taşların dünyası nasıl hiç merak ettiniz mi? Açıkcası ben bu sektöre girene kadar, altına ve pırlantaya meraklı biri olmadığımdan boncukların ve taşların dünyasına daha yakın olduğumdan bunlardan pek de haberdar değildim. Bir arkadaşımın tavsiyesi üzerine Hakan Günday’ın Malafa kitabının sayfalarını karıştırdığımda, bu sektöre ait başka şeyler de öğrenme şansım oldu. Malafa’ya atıfta bulunarak, profesyonel bir kuyum tezgahtarına, onun dünyasına, müşterileriyle olan ilişkilerine ve en önemlisi hayal dünyasının genişliğine bizzat yerinde şahit oldum.

Aslında pek de akıl alır bir durum değil, küçücük bir taşı anlatıyorsunuz tüm ayrıntılarıyla. Bir küçük taş ne kadar detaya sahip olabilir ki? Belki biraz hayal gücünüzü de kullanarak doğadan nasıl geldiği, hangi işlemlerden geçtiği, altınla nasıl buluştuğu, hangi ustaların elinden çıktığı ve sizin parmağınıza nasıl zerafetle oturduğu üzerine hikayeler anlatıyorsunuz. Bazen tüm bu hikayelere gerek bile kalmıyor. Seviyor, takıyor, (genel durumu söylüyorum "tek taşımı kendim aldım tek başıma kendim taktım" demiyorsa) ya eşi ya sevgilisi parayı ödüyor. Kadın mutlulukla parmağına bakarken, kocasına ya da sevgilisine bir buse kondurmayı ihmal etmiyor. Bazıları için ise hakikaten iyi hikayelere ihtiyacınız var, güven duymasını sağlamınıza, ona tüm işlemleri tek tek anlatmanıza, tüm bilgileri tek tek vermenize gerek var. Onlar profesyonel müşteriler ya da öyle görünmek isteyenler. Kendi luplarını yanında taşıyanlar asla incelemeden ve tüm sertifika bilgilerini, elinizdeki diğer taşları (taştan kastım genellikle pırlanta yanlış anlaşılmasın) görmeden almak istemeyenler. Hatta tüm tatillerini bunun için adayıp dükkan dükkan gezip en iyi işçiliği ve en iyi taşı bulana kadar uğraşanlar bunu kendilerine hırs yapanlar. Bir de hiç almayı düşünmeyip, sizin ikna kabiliyetinizle ya da espirinizle ya da muhabbetinizle birkaç duble birlikte içilen içkinin ve orada yaşanılan keyifli dakikaların hatırına eşini ve çocuklarını sevindirmek için alınan hediyeler. “Gold ist geld” (altın paradır) cümlesiyle de perçinlenen satın almaktan çok kazançlı çıkmak fikri ağır basan alışverişler.

Her ne olursa olsun, bu alışveriş neye hizmet ederse etsin bu işin özellikle de pırlanta satışının tamamen psikolojiye dayandığını unutmamak gerekir. Sonuçta satılan ne bir ihtiyaçtır, ne de bir zorunluluk. Alanlar ise, bu kadar parayı neden küçücük bir taşa verdiklerinden çok bu taşı takmanın nasıl bir prestij yaratığıyla ilgilenmekte ve bu taşı alana kadar kendisine bir hürmet beklemekte. Hele takınca mekandan çıkarkenki havası ise görülmeye değer. Sevinçten midir yoksa bir yüzüğün kendisine kazandırdığı prestij duygusu bir insanı bu kadar hafifletir mi bilinmez ama ayakları yerden biraz daha yükselerek yürümektedir. Fakat işin ilginç yanı tüm bu müşteriyi tatmin etme, ya da mutlu etme tezgahlarının arkasındaki gerçek ise pek de öyle düşünüldüğü gibi değildir. Bir kadının gönlünü kazanmak ya da ona değer verdiğini göstermek amacıyla alınmak istenen “tek taş”ın arkasında yatan çekişmeler, rekabetler, kavgalar, para hesapları ve bunca kargaşadan sonra alınan tek taşın, yüzük modelinin oluşması, ancak çocuk yaşlarda başlayıp yıllarca birikimle öğrenilen bu mesleğin hatta sanatçının sadekarın (altın ustası) el emeği, daha sonraki aşamada taşı yüzüğe büyük bir özenle takan mıhlamacının göz nuru tek taş yüzük, onca modelin arasından seçiliyor ve toptancı ile perakendeci arasında güvene dayalı sözlü bir akitle satın alınıyor ve vitrine giriyor. Ta ki tezgahtarın onu vitrinden seçip tezgaha sokmasına kadar. Tezgaha giren yüzüğün satılma garantisi de yok tabi. Saatlerce konuşulup sohbet edilmesi, enerjik, saygılı kibar davranması ve gerektiği yerde susup dinlemesi gerekebilir. Ama sonuçta tüm bu konuşmalar, boşuna da olmuş olabilir. Saatlerce oturup dinleyip, yüzüğü takıp çıkarıp teşekkür edip kalkmış da olabilir. Ya da satın alıp, mutlu bir yüzle kapıdan çıkabilir.

Ama işin ilginci tezgahtar, satmanın mutluluğunu pek de yaşayamadan (çünkü o paranın kapatacağı borç çoktan bellidir) aynı enerjiyle hatta daha büyük bir azimle yeni müşteriye geçmek zorunda kalır. Dolayısıyla yeni bir oyun için hazır olmak gerekir. Tezgahtar kendi sattığı üründen emin olabilir, iyi bilebilir ve iyi anlatabilir. Sorun şu ki tüm bunlar yetmiyor, o kadar çok rakip ve o kadar çok seçenek var ki, ona farklı şeylerden hatta karşısındaki insanın hayata bakışından dünya görüşünden anlayıp ona göre de muhabbet geliştirmek zorunda kalır. Pilota anılarını anlattırıp onun kadar heyecanlanmak, ya da bir askerle esprinin dozunu kaçırmadan düzeyli bir sohbeti yakalamak, ya da belki de kaçamak yapan bir çiftin yasak aşklarına tanık olup bu sırrı paylaşmak zorunda kalabilir. Tüm bunlar kelimenin tam da köküne bakıldığında bir tür tezgahtır. Bir nevi metni olmayan bir oyun ve piyangodan çıkan yeni oyuncular ile yeni tektaşlar tezgaha girer çıkar...

 

 
Toplam blog
: 55
: 555
Kayıt tarihi
: 07.06.06
 
 

Web editörü. İstanbul Bilgi Üniversitesi Medya ve İletişim Sistemleri mezunu. TV kanallarında yap..