Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

23 Şubat '09

 
Kategori
Sinema
 

“Teneke Mahallesi”nde Kriz Oskarları

“Teneke Mahallesi”nde Kriz  Oskarları
 

Mumbai'nin Gökdelenlerine bakan bir "Teneke/kenar Mahalleli milyoner"


…. And Oscar goes to…. derken “Teneke Mahallesi /Kenar Mahalle(Köpeği) Milyoneri”ne sanki dalga geçer gibi Hollywood’dan bir sürü Oskar gitti.

Amerika’nın kendi krizleri sayesinde, 3. dünyanın bu kenar mahalle hayalcilerine, Akademinin duruma göre küçümsediği Bollywood’a, işine geldi mi ne kadar çok Oskar göndereceğini bizim eleştirmenler dahil kimse beklemiyormuş meğer.

Bu yıl 81. si düzenlenen Akademi’nin Oskar ödül törenini, uzun zamandır ilk kez başından sonuna kadar ilgiyle izledim. Ntv’nin canlı yayını Yekta Kopan’ın başarılı sunumuyla dün geceyarısından sonra başladı ve bu sabah 7’de bitti.

İlk kez 16 Mayıs 1929 tarihinde Amerikan ekonomisinin en büyük krizi sırasında (bu da bir tesadüf mü acaba?) Sinema Sanatları ve Bilimleri Akademisi- kısaca “Akademi”- tarafından düzenlenen ve o tarihte bilet fiyatlarının 5 dolar olduğu, bu yıl yaklaşık altı bin üyenin oylarıyla belirlenen “81. Oscar Ödülleri” töreninde, 1929’dan 2009’a gelindiğinde Amerikan film endüstrisi Holly-Bolywood Eksenine oturdu.

Amerikan sinema endüstrisi Hollywood’un dev bütçeli aksiyon filmlerinin, klişeli fabrikasyon söylemli filmlere , ya da 13 dalda aday gösterilen “tersine bir Forrest Gump öyküsü” sayılabilecek “Curious Case of Benjamin Button” filmine rağmen, İngiliz-Hint ortak yapımı oyuncu kadrosu, teknik ekibiyle düşük bütçeyle kotarılan etnik bir filme “Slumdog Millionaire” ‘in,yapımcısına, yönetmenine, teknik ekibine ödül yağdı.

Oskar ödül törenlerini, ünlü oyuncular kırmızı halıda göründüğü andan sonuna dek izlerken dikkatimi çeken en önemli nokta; törenin yapıldığı salonun dekorasyonundan, davetlilerin kıyafetlerine, programın seri ve hızlıca akışına dek her şeye Amerika’da yaşanmakta olan krizin damgasını vurduğunun gözlenebilmesiydi. Yanı sıra, Obama’nın başkanlık döneminin ilk Oskar töreninde, ondan “değişim” sözü alan demokrat seçmenlerle birlikte Amerika’nın ve dünyanın ekonomik ve siyasal beklentilerine akademinin oldukça duyarlı olduğu da rahatlıkla söylenebilir.

Her yıl şaşalı pırlanta takılar, tanınmış modacıların gösterişli el işçilikleriyle dolu tasarımlarıyla kırmızı halıda arz-ı endam eden ve neşeyle pozlar veren ünlülerin geceye gerçekten de neredeyse sade, gösterişsiz kıyafetlerle, çok az takıyla hatta takısız katılmış olmaları, fotoğrafçıların karşısında kısa sürelerle durmaları, Ntv stüdyosu’nda Yekta Kopan’ın sunduğu programa modacı yorumcu olarak katılan ve kendi deyimiyle “beklediği o gösterişli, süslü elbiseleri bir türlü göremeyen ve bir ünlüde Armani tasarımını görünce rahatlayan modacı Cengiz Abazoğlu’nu bile nedense hayalkırıklığına uğrattı.

Amerikalı modacının bile “poz veriyor, kasıyor” dediği - ki bence de hem kasan hem de her filmde aynı karakteri oynamaya devam eden standart ingiliz oyunculuğuyla - Kate Winslet’i saçının modelinden elbisesinin kaskatı haline kadar -bence çakma Grace Kelly görünümünü veren- görünümüyle hiç beğenmediğini belirten Nurgül Yeşilçay programdan erken ayrılınca hem Abazoğlu hem de programa yine yorumcu olarak katılan Tuğrul Eryılmaz, Kate Winslet’i pek beğendiklerini, “neyse Nurgül Yeşilçay gitti söyleyebiliriz” diyerek bir rahatlamayla beyan ettiler.

Ödül töreninin yapıldığı “Kodak Theatre” salonu 1930-1940 ların “Müzikhol/kabare” ortamları gibi yuvarlak bir sahne ve sahnenin hemen dibinden başlayan koltuk düzeniyle sahnedekilerle salonda oturanların rahatlıkla göz teması kurmalarını sağlayan , oldukça samimi bir tür “klüp” ortamı yaratılmış olması çok dikkat çekiciydi. Dekorasyonda bol bol kullanılan Art Nouveau stili “yılankavi” kıvrımlar, Art Deco sahne ve dönemin büyük Swing orkestralarının olduğu Müzikhollerindeki gibi dişil yuvarlak hatlı sahne, Tiffany vitray lambalar, yine Tiffany ve arts and crafts anlayışındaki süslemeci, bezemeci dekorasyon tarzı gerçekten de ilk Oskar törenlerine bir gönderme gibiydi.

Çünkü bundan önceki törenlerde gördüğümüz gibi devasa salonlarda yapılan, ödül alan kişinin adı açıklandığında salonun bir ucundan sahneye maraton koşusu yaptığı uzun koridorlar, sahne önü protokol boşlukları yok edilmiş bambaşka bir düzen oluşturulmuştu ve çok hoştu doğrusu.

Önceki törenleri de izlemiş biri olarak törenin, sahne dekorasyonun ve tören koreografisinin genel havasındaki bu dikkat çekici değişikliği, Akademinin bundan sonraki 4 yıllık başkanlığını devralan yeni başkan döneminde bu tarzın süreceğinin bir işareti olarak algıladım.

Anlaşılan Amerika yeni başkanını seçmekle kalmadı, film endüstrisinin gövde gösterisi olan akademi ödül törenlerindeki lale devrine, şatafata son verip daha mütevazi, sosyal, samimi ve krizden etkilenmesi muhtemel endüstri çalışanlarının ve izleyen halkın beklentilerini önemseyen Oskar törenleri yapılmasını, dolayısıyla bu beklentiye yanıt verecek filmlerin ödüllendirileceği süreci de başlatmış oldu.

Tören boyunca sürekli değişen tematik sahne dekorlarındaki Art Nouveau stiller de sanki insanlara Amerika’nın 1929 krizi sırasındaki ve krizi atlattıktan sonraki bir süreçte Hollywood’da 1930 ve 1940’larda estirilmeye başlayan “neşeli, müzikal filmler”in devrine bir gönderme gibiydi adeta. Amerikan halkına bu törende bence çok ince mesajlar verilmeye çalışıldı bilinçli ya da farkında olunmadan.

Hugh Jackman'ın sunumu sevimli ve oldukça da başarılıydı; özellikle Beyonce ile birlikte eski müzikal filmlerin bir potporisini pek çok dansçıyla birlikte canlandırdıkları bölümlerle Akademi'nin örtük söylemi ;

“Bu krizi de atlatacağız, Hollywood- Amerikan toplumu elele verip hep beraber, tıpkı 1929 krizini atlattığımız gibi, nostaljik müzikal filmlerde olduğu gibi filmler seyrederek, şarkılar söyleyip eğleneceğiz”. “Hollywood sizi anlıyor, Hollywood krizin farkında” mesajı gösterilerin bütün sanatsal koreografisine sinmişti sanki.

Bu yılki çok farklı bir yaklaşım da ödüller için aday gösterilen oyuncuların performanslarının, ödülü vermek ve adayları açıklamak için sahneye gelen daha önce aynı dalda ödül almış 5 farklı oyuncu tarafından övüldüğü, canlandırdıkları karakterlerin özellikleri ve oyuncunun hangi konuda başarılı bulunduğunun güzel sözlerle takdir edildiği bölümdü.

Zira bu bölüm önceki törenlerde ödüle aday gösterilen oyuncuların filmdeki performanslarından bir bölüm halinde büyük ekranda mekanik şekilde yan yana dizilmesinden ibaretken ve farklı sunucular tarafından sadece kazananın adının okunmasından ibaretken bu yıl, sunucu olarak sahneye çıkan ve daha önce aynı dalda ödül almış başka 5 oyuncu tarafından adayların en çarpıcı ve olumlu yönleri öne çıkarılıp, her birine hitaben konuşmalar yapıldı.

Böylelikle eski törenlerden alıştığımız oyuncu rekabeti ve ödül alamayan oyuncunun oturduğu yerde tek başına, buruk ve zoraki gülümsemeyle hayalkırıklığı içinde kazananı alkışlaması yerine sonuç açıklanmadan önce tüm adayların sözel olarak övülmesiyle seçilemeyenlerin de başarılı olduklarının vurgulanması, aday olmanın da başarı olduğu ve “en iyi oyuncu, en iyi yardımcı oyuncu” gibi ödülleri alanların başarısının aslında “camianın başarısı olduğu” havası yaratılmış oldu.

Amerikan film endüstrisinde de “kıyasıya rekabetin yerini paylaşma ve dayanışmanın aldığını, alacağını gösteren başka işaretlerdi bunlar.

Bir başka dikkat çekici nokta da tüm dünyaya gönderilen mesajlardaydı. Amerika, Obama yönetimiyle resmen kabuk değiştiriyor diye düşünüyorum. Zira film endüstrisini önemli ölçüde belirleyen Akademi ödüllerinin, Amerikan hükümetleriyle, yönetimlerin zihniyetleriyle birebir örtüşen ve toplumda oluşturulmak istenen yurttaş ve tüketici profillerini belirlemede başat role sahip bir sektör olduğu yıllardır zaten bilinmekteydi. Ama bu yıl gerek törenin organizasyonu, gerekse ödüllerin kimlere verildiği bana göre çok açık ya da belki bir Amerikalı için örtük pek çok söylemi barındırıyor.

Bunlardan biri de ödüllerin verildiği oyuncular, yönetmenler, teknik kadro ve filmlerdi. En iyi film, En iyi yönetmen, En iyi Senaryo Uyarlaması, En iyi görüntü yönetmenliği, En iyi kurgu, En iyi Ses Miksajı, En iyi Film Müziği, En iyi Özgün Şarkı dalında sekiz dalda ödül toplayan “Slumdog Millionaire” filmi İngiliz yönetmen, İngiliz prodüktör ve teknik kadro ile Hintli oyuncuların, teknik kadronun ve Hintli müzisyen A.I. Rahman'ın ortak çalışması.

Bir kült film olan "Trainspotting" filminin de yönetmeni Danny Boyle'un bu yılın "en iyi yönetmen ödülünü" de aldığı “Slumdog Millionaire”, internetteki tanıtımlara göre Hindistan’ın Mumbai kentinin kenar mahallesinde yaşayan bir grup insanın yaşamlarındaki zorlukları, mücadeleleri konu alıyor. Bizde de bir dönem Show Tv’de yayınlanan “Kim 500 milyar ister?” yarışma programının “Kim Milyoner Olmak İster?” adıyla Hindistan’daki versiyonuna katılan Hintli bir gencin yarışmayı kazanıp milyoner olmasının ardından yarışmada kopya çektiği suçlamasıyla karşı karşıya kalması ve tutuklanmasıyla bu kenar mahalle insanlarının hayatlarının acıklı, hüzünlü sevgi dolu hikayesi anlatılıyor.

Sadece bu yönüyle bile Hollywood’un, senede üçbin filmin çok düşük bütçelerle çekildiği ve başrol dışındaki oyuncuların çok düşük ücretlerle çalıştıkları Hint film endüstrisi Bollywood’u ve onun üzerinden 3. Dünya’yı, fakir ve sıradan insanların hayallerini ne kadar önemsediğinin ve takdir ettiğinin bir göstergesidir.

Gelecek haftalarda Türkiye’de de gösterime girecek olan “Slumdog Millionaire” filminin kısa görüntülerinden gerçekten de ilginç bir film olduğu, günlerdir bu ülkede her yerde görsel efektleri ve pek çok dalda aday gösterilmesi yüzünden abartılı bir şans tanınan “Benjamin Button’un Hikayesi” ya da beyaz Amerikalıların eğlencesine hitap eden “Wrestler-Güreşçi” filminden, hatta yenilen Bush seçmenlerini avutmak istercesine, orta sınıf beyaz Amerikalının gözdesi Vietnam ve Watergate’in anti kahramanı ve Bush versiyonu bir başkan olan Nixon’un “insani yönlerini” umutsuzca anlatmaya çalışan “Frost-Nixon” filminden çok daha ilginç olduğu da kesin bana kalırsa.

"The Reader" filminde, Nazi sevgilisini savaş suçları mahkemesinde savunmak durumunda kalan bir Alman Kadını canlandırdığı rolüyle -ne yazık ki- "En iyi kadın oyuncu" ödülünü alan Kate Winslett'in bu performansının da gösterilen kısa bölümde, sanki başarılı İngiliz aktris Emma Thompson'un genç bir taklidi olmuş gibi özelliksiz, Almanlığı yerine İngilizliği üstünden akan bir oyunculukla bu ödülü almış olması " beş kez aday gösterdik verelim bari" denmişcesine yersizdi. Üstelik teşekkür konuşması bana inanılmaz yapmacık, önceden hazırlandığı bir rolü oynuyormuş gibi geldi ve yine hiç sevmedim.

“The Curious Case of Benjamin Button” (Benjamin Button Vakası da denilebilir) 13 dalda aday gösterilmesine rağmen “En iyi Sanat Yönetimi” "En iyi Görsel Efekt" ve “En iyi Makyaj” ödülü ile üç ödülden öteye gidemedi, ama nedense en iyi erkek oyuncu ödülü için kesin gözüyle bakılan (böyle metamorfoza uğrayan oyuncular sanki en iyi oyuncuymuş gibi) Brad Pitt yerine bu ödülü de “eşcinsel hakları için mücadele eden eylemci”yi canlandıran Sean Penn ve dolayısıyla “eşcinsellerin tüm eyaletlerde evlenme hakkı için verdikleri mücadele” kaptı. Nitekim Sean Penn ödül konuşmasında bu konuyu özellikle vurguladı.

“Milk” filminin senaryosunu yazan ve kendi hayatını anlatan, Mormon tarikatına bağlı bir eşcinsel olduğu için cinsel tercihi yüzünden annesi ve babası tarafından Mormonların yaşadığı bölgeden gitmesi ve evlenme mücadelesi için teşvik edildiğini konuşmasında anlatan Dustin Lance Black ise “En iyi özgün senaryo” ödülünü kaptı.

"Milk" filminin başarısına benzer bir şekilde, daha önce İngiltere’nin kuzeydeki sanayi kenti Sheffield’da işini kaybeden erkeklerin kadın kılığında striptiz yaparak para kazanmaya çalıştıkları 1997 yapımı Bafta ödüllü komedi filmi “Full Monty” nin de senaryosunu yazmış olan Simon Beaufoy , bu yılın en iyi filmi seçilen “Slumdog Millionaire” filmi için özgün bir hikayeden uyarladığı senaryosuyla da “En iyi Senaryo Uyarlaması” dalındaki ikinci Oskar ödülünü almış oldu.

Aksiyon filmleri kategorisinde, Warner Bros. yapımı büyük bütçeli Batman serisinin son filmi olan “Dark Knight” “En iyi ses kurgusu” ödülünü almakla yetinirken, geçen yıl hayatını kaybeden başarılı aktör Heath Ledger "Joker" rolüyle "En iyi Yardımcı Erkek Oyuncu" dalında ödüle layık görüldü ve ödülü ailesine verildi.

En iyi belgesel film dalında aday gösterilen filmlerin kısa tanıtımlarında gözlemlediğim kadarıyla çoğunluğu acı, kötümser ve ölümlerin anlatıldığı belgesel filmlerin içinde tek iyimser hikayesi olan ve gördüğüm anda tahmin ettiğim gibi "Smile Pinki", Afrikalı çocukların yoksulluk içindeki umutlu, yaşama bağlı güleryüzlerinin olduğu bir belgesel olduğu için kan ve gözyaşı dolu rakiplerinin arasından sıyrılması kaçınılmazdı.


Daha önce “Toystory” ve “Nemo” gibi animasyon filmlerinin de yaratıcısı olan Oskar ödüllü Andrew Stanton “Wall-E” filmiyle de bu yılın “En iyi Uzun Metrajlı Animasyon” dalında ödül kazandı. Ben de bu filmi çok merak ediyorum, zira kısa tanıtımı gerçekten de sevimli karakterlerle doluydu. En iyi kısa metrajlı Animasyon ise "Le Maison A Petit Cubes" filmiye Japon yönetmen Kunio Kato'nun olurken "En iyi yabancı film" ödülü de yine bir Japon yönetmen olan Yojiro Takita'nın filmi olan ve birden işsiz kalan Japon çello sanatçısının doğduğu kasabaya dönüşünü, hayatın anlamını anlatan "Departures" a verildi.

Gecenin sonuna doğru En iyi Film Müziği ve En iyi şarkı dalında da aday gösterildiği tüm dallarda ödülleri toplayan “Slumdog Millionaire” filminin müziklerinin yaratıcısı A. I. Rahman Gulzar, “ Jai Ho” şarkısı eşliğinde Hintli ve ardından da Afrikalı dansçıların siyahi bir jazz vokalistle birlikte gösterisi de etkiyeliyciydi ve bana yine geçen yüzyılın başında müzihkolleri dolduran "etnik avant-garde" gösterileri anımsatıyordu. Ntv’de canlı yayına katılan konuk yorumcu sinema eleştirmeni Mehmet Açar ve kültür sanat eleştirmeni Tuğrul Eryılmaz’ın belirttiklerine göre Peter Gabriel de gösteri yapmaya çağırılmış ama bu kadar kısa süreli bir gösteriye layık görülmesini protesto ettiğinden törene gelmemişti.

Radikal İki’nin yayın yönetmeni Tuğrul Eryılmaz’ın "Slumdog Millionaire" filmi’nin (görmediğini belirttiği halde) Akademi ödüllerine damga vurmasından, Hint dansları ve müziklerinden hoşlanmadığını belirterek sık sık biraz da küçümser bir tavırla “ Japonlara animasyonu verdiler Hintliye de kurguyu verince tam Asya gecesi, oryantal gecesi olmuş” demesi, tanım olarak gecenin “doğulu” ve “etnik” bir gece olması bakımından belki doğruydu, fakat Hintli yoksul insanları anlatan bir filmin bu kadar bol ödüllü başarısını hak etmediğini düşündüğünü biraz alaycı ifadelerle eleştirmesi bana pek de hoş gelmedi açıkçası.

Yukarıda anlatmaya çalıştığım, Amerikan film endüstrisindeki bu değişim-dönüşüm sürecini, arada bir kez Yekta Kopan’ın "törendeki bu farklılığın olası nedeni acaba kriz olduğundan olabilir mi?” şeklindeki hatırlatmasına rağmen, Tuğrul Eryılmaz’ın ve kısmen Mehmet Açar’ın da tam okuyamadığını ve konuyu Akademi üyelerinin yanlış seçimleri olarak değerlendirmeyi tercih ettiklerini düşündüm. Mehmet Açar’ın “Slumdog Millionaire” filminin Hintli oyuncu kadrosundaki çocukların 100 dolar gibi komik paralara çalıştıklarını arada belirtmesi dışında her ikisinin de yaklaşımlarını bu törenin ekonomik ve siyasal bağlamlarından kopuk ve eksik buldum, üzüldüm.

Sonuç olarak, Amerikan sinema akademiyası ödülleriyle, yeni dönemde başkan Barack Hüseyin Obama’yı "değişim" için seçen yurttaşlara, dünyada ondan çok şeyler bekleyen –ya da demokrasi, barış ve insani yardım beklentisi olan- kitlelere, öngörülen ve vaat edilen “değişim” i, Film Akademisi’nin gelecek dört yıllık yeni başkanıyla ve yeni Amerikan başkanıyla elbirliğiyle gerçekleştireceklerinin mesajı da verilmiş oldu.

kaynak: http://www.oscar.com

"Slumdog Millionaire: http://www.imdb.com/title/tt1010048/

"Man on Wire" http://www.imdb.com/title/tt1155592/

"Departures" :http://worldfilm.about.com/od/japanesefilms/fr/departures.htm

 
Toplam blog
: 121
: 2834
Kayıt tarihi
: 09.07.06
 
 

Başkentte doğmuşum ve orada gidilecek tüm okullara gitmişim: ODTÜ-Psikoloji ve Ankara Üni. İletiş..