Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

24 Nisan '15

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

"Terbiye, çocuğun karakterini nasıl öldürür?"

"Terbiye, çocuğun karakterini nasıl öldürür?"
 

Kaynak: İnternet (Terbiyeli çocuk mutlu olan çocuktur aslında! Mutlu olan çocuklar arsız olmazlar zira!)


Hürriyet’te yazan Özgür Bolat’ın her yazısını okuyamasam da, her okuduğum yazısının altına imzamı atarım diye düşünürüm; aynen dün okuduğum yazısında olduğu gibi...

“Terbiye, çocuğun karakterini nasıl öldürür?”

O tertemiz Türkçesi, net ve anlaşılır ifadeleriyle konuyu dağıtmadan öyle güzel örneklemiş, yine hayran kaldım!

Yazı altındaki bazı yorumları okuyunca tüylerim ürperdi!

Demiş ki birileri “Terbiye” mevhumunun içini boşaltıyorsunuz! İşte, zihniyet bu arkadaş!

Özgür, çocukları korkutarak değil, onlara kişilik yükleyerek eğitin diyor, bazıları “Terbiye” kelimesine takılmış, konuyu anlamaya bile niyetli değil, yalnızca habire yüklenerek mest oluyorlar!

Oysa öyle güzel özetlemiş ki Özgür Bolat; ille de okuyun derim!

******

Daha önce de yazmıştım, bir kez daha yazayım istedim.

Yıl 1984 falan, üniversitede İngilizce bölümünde öğrenciyim, bir yaz günü, İzmir’in Alsancak’ında Nato binaları civarında yürürken önümde ilerleyen Amerikalı genç bir anne ve yanında üç-dört yaşlarındaki kızına gözüm takıldı. Kadın iki eliyle kocaman kağıt poşeti sarmalamış, taşıyordu. Belli ki alışveriş yapmışlardı. O sırada minik kız tökezleyip düştü; bizde adettir ya, düşen çocuk kaldırılır, dizleri falan kontrol edilir, o arada anne ya düştü diye çocuğa ya da “ne biçim yol bu!” diyerek belediyeye bağırır.

Çocuk o sırada ağlamaya başlar! Artık canı acıdığından mı, annesinin kızgınlığı karşısında takındığı tepkiden mi? Yoksa, bir şekilde kendisiyle daha fazla ilgilenilmesini istediğinden mi, bilinmez.

Düşen çocuk kaldırılır içgüdüsüyle minik kızı kaldırmaya yeltendim, o arada da ışık hızıyla beynimden geçen düşünceler şunlar: Allahım, ne dikkatli, ne iyi bir insanım. Üstelik de empati yapabiliyorum! Kadının eli dolu diye çocuğunu kaldıramayacağını düşünüp, yardımcı oluyorum!

Ben huşu içinde çocuğun tam kolundan yakalıyorken annesi gülümseyerek “No, no please” dedi!

Şaşaladım tabii ki; ayy çok teşekkür ederim, elim dolu ya o yüzden, bu kız da önüne bakmayı öğrenemedi daha! Ahh, ben o yaşlarda var ya... Halasına çekmiş zahar! Hayır yani, bir de yolları böyle yapıyorlar tarzında bir replik beklediğimden, öyle elim havada kalakaldım.

Gülümsemesi yüzünde donmayan genç ve vallada güzel kadın lütfen kaldırmayın, o kendisi kalkar dedi...

Kadının yüzüne baktım, görmek istediğim “Kendi düşen ağlamaz!” tarzında bir hımmm sana demiştim ama beni dinlemedin!” bakışıydı, ama yoktu!

Zoraki elimi çektiğim çocuk bu arada ayağa kalkmış, pantolonunun dizlerindeki tozu silkeliyor.

El kadar çocuk ağlamadı ya...

Gözlerinde de korku yoktu, vallaha!

Silkeledi dizlerindeki tozu, annesi elini uzattı, tuttu o eli ve yürümeye devam ettiler...

Onlar yollarına devam ettiler, ben ise o anı unutamadım!

******

Kimin yazısıysı şimdi anımsayamıyorum, bir otelin bahçesinde olanları anlatıyordu; şıp diye anlaşılıyor diyordu bizim çocuklar ile turist çocuklarının farklılığı...

Bizim çocuklar sürekli mızıklanıyor, anne-babaları sürekli sevme ve azarlama arasında gidip geliyor; turist çocuklar kendi hallerinde tatilin keyfini çıkartıyor.

Bizim çocuklar neden sürekli mızmızlanır diye sorgulamıştı, vardığı sonuç ise şuydu: Seslerini duyurmanın tek seçeneği oydu!

Sahiden de öyledir...

Biz, çocuklarımızı dinlemeyi bilmeyiz!

Besleriz, altını temizleriz, üşümesin diye hırka üstüne yelek giydiririz ama bir birey olduklarını kabullenmeyi bilmeyiz.

******

Düşe-kalka büyüyeceklerini bir kenara atar, sonra da “Biz düşe-kalka büyüdük, nedir bu şımarıklığın” diyerek suçlarız!

******

İyi anne-baba olmanın toplumun normlarına uygun olmak gerektiğini sanmaktan kaynaklanıyor bu hezeyanlar, bir de öğrenmişlikler var; Özgür Bolat’ın “terbiye” dediği de bu!

******

Kendi adıma “kurtlar diyarına bir kuzu yetiştirdim”diyebileceğim bir çocuk yetiştirdim; vicdan, merhamet, adalet konularında fazlasıyla yeterli, duygu konusunda fazlasıyla içli; mantık olarak doğru-yanlışı ayırd edebilecek kapasitede; lakin var ya, aslanların önüne atılacak et kıvamında bir çocuk mu yetiştirdim acaba diye endişelenmekteyim!

İşin aslı, allah şaşırtmasın, kimseye tecavüz etmez, hırsızlık yapmaz, yapacak olana da göz yummaz! Yalan söylemez!

Yok artık, nasıl inanırsın yalan söylemeyeceğine diyenlere şöyle bir yanıtım var: “Her ne yaparsan yap, sen benim oğlumsun. Hata da yapabilirsin, yanlış şeyler de... O durumlardan seni benden daha çok kurtarmaya niyetli insanlar olmayacak” demiştim vakti zamanında; ancak sözler değil de davranışlardır esas olan!

Oğluma, bir-iki pembe yalan dışında, hiç yalan söylemedim!

O pembe yalanların da farkında olduğundan, onları da konuştuk zamanı geldiğinde...

******

Anne-babaların çocuk yetiştirirken kendilerini ak kaşık gibi göstermelerini hiç anlayamıyorum.

Çocukları gözünde otoriteleri sarsılmasın diye yapıyorlar diye düşünüyorum ama çok saçma!

“Yav, senin yaşındayken bir çocuğa aşıktım, çocuk kaç gel dese düşünmeden giderdim ama üç kızı aynı anda idare ediyormuş meğer!” diyebilen bir anneden alacağı ders ile “Bacaklarını kırarım, görüşürsen o çocukla!” diyen anne arasında dağlar var!

******

Tabii ki yetiştirme konusunda erkek çocuklarına yönelik ciddi yaklaşımlar söz konusu.

Dedim ya, biri çıksa ve dese ki “oğlun bilmem kime tecavüz etti”, inanmam arkadaş!

O çocuğu ben yetiştirdim; babasından boşanalı çok zaman oldu, iş kurma konusunda yeterlilik kaygısı olur, bir işe girmeye kalkıştığında “Acaba başarabilir miyim?” korkusu da olur, ama ne tecavüze yeltenir, ne dolandırıcılığa!

******

Özgür Bolat’ın da anlatmak istediği buydu; Korku ile terbiye etmek yerine kişilik kazandırın; korku kişiliksiz bireyler yetiştirirken, başkalarından medet uman, onlara tabi olan insanlar yetiştirir, oysa kişilikli yetiştirdiğiniz her evlat kendi merhameti, vicdanı, sevgi ve saygısı dahilinde davranır, tercihlerini de o yönde kullanır!...

******

Kimseye yakalanmadan nasıl işimi görürüm, kanunun hangi açığından yararlanırım diye kafa yorup da mevcut hükümler ile nasıl söz hakkını elde eder de, mevcut sistemi yok ederim diye düşünenler ile sahiden ülkenin geleceğini düşünüp de “Ne yapılabilir” diye kafa yoranların arasındaki farktır “Kişilikli çocuk yetiştirmek”!

 

https://twitter.com/Gulgunkaraoglu

gulgun_2006@hotmail.com

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..