Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Nisan '10

 
Kategori
Siyaset
 

"Türkiye'de bir iç savaş yaşanıyor."

"Türkiye'de  bir iç savaş yaşanıyor."
 

Milliyet Blog’da yazılarımı okuma olanağı bulan blog okurları, genel olarak günümüze ve cumhuriyet tarihine yönelik özgün düşüncelerimi bilirler. Bu yazıda Deniz Coşan’ın BirGün gazetesindeki söyleşisinden alıntıları okuyacaksınız. Günümüzde yaşananları anlamak için ufuk açıcı bir yazı olmasının yanında, onlarca yazımda ifade etmeye çalıştığım düşüncelerimin bütünlüklü bir özeti. Linkten yazının tamamını okumanızı öneriyorum.

Deniz Coşan; “İzzet Baysal Üniversitesi öğretim üyelerinden Dr. Fatih Yaşlı, Türkiye’nin “özgün bir cepheleşme içinde” tam bir egemenlik mücadelesine sahne olduğunu ileri sürüyor. “Henüz kitlelerin değil, ama değerlerin, paradigmaların ve iki farklı rejim tasavvurunun mücadelesi anlamında bir iç savaş” yaşandığını savunan genç biliminsanı, yaşanan gerginliğin, “kurumlararası bir çatışma olmaktan çok, bütün kurumlar içerisindeki yeni rejim yanlıları ile bu yeni rejim inşasına karşı duran güçler arasındaki bir savaş”olarak değerlendiriyor.

Yaşlı’ya göre, AKP’nin hedefi, diktatöryel bir nitelik taşıması kaçınılmaz görünen liberal ve muhafazakâr bir rejim kurmak, yargı ve ordudaki muhalif unsurları tasfiye etmek.”

“Bağımsızlık, aydınlanmacılık, kamuculuk gibi değerleri sahiplenen “1923 paradigması”, aslında İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Türkiye’nin Soğuk Savaş’taki safını “Hür Dünya” olarak belirlemesiyle aşınmaya başlamıştı. Devlet, komünizm tehdidine karşı dini bir araç olarak kullanmaya yine bu dönemde karar verdi ve kapılarını sağcı kadrolara açtı. 1960’larda solun yükselişiyle birlikte Türk-İslam sentezi giderek devletin gayri resmî ideolojisi konumuna yükseldi. 12 Eylül, Atatürkçülük adı altında birinci cumhuriyetin temellerine yönelik en büyük saldırıydı. 24 Ocak Kararları ile ekonomi sınırsız bir liberalleşmeye açılırken Kuran kursları, imam-hatipler ve tarikatlarla Türkiye’nin hızla muhafazakârlaşmasının zemini açılıyordu. Turgut Özal iktidarıyla birlikte muhafazakâr sermaye de palazlanmaya ve ihracat yoluyla küresel kapitalizme eklemlenmeye başladı, bu sermaye 2000’li yıllarda AKP’nin ardındaki temel güçlerden birini oluşturacaktı. 1980’ler ve 90’lar boyunca sivil toplumculuk ve liberalizm de entelektüel alanda hegemonik bir nitelik kazandı ve 28 Şubat sonrasında liberallerle muhafazakârlar ortak düşman algısı üzerinden bir müttefiklik ilişkisine girdiler. Bu ilişki, AKP iktidarı ve Türkiye’nin AB üyelik süreci ile daha da ivme kazandı ve özellikle Ergenekon süreciyle birlikte rejimi değiştirmeyi, bir ikinci cumhuriyet kurmayı hedefler hale geldi. Bugün olan biteni, “1923’ün ilerici bütün değerlerini reddeden bir yeni cumhuriyet fikrinin iktidara yürüyüş süreci” olarak değerlendirebiliriz. Kanımca bu sürecin sonlarına doğru yaklaşmış bulunuyoruz, bir anayasa değişikliği aslında simgesel olarak yeni rejimin kuruluşu anlamına gelecek.”

Kitlelerin birbirini katletmeleri anlamında değil, ama değerlerin, paradigmaların ve iki farklı rejim tasavvurunun mücadelesi anlamında bir iç savaş yaşadığımızı söyleyebilirim. Sözkonusu olan kurumlar arası bir çatışma olmaktan ziyade bütün kurumlar içerisindeki yeni rejim yanlıları ile bu yeni rejim inşasına karşı duran güçler arasındaki bir savaş.
Dolayısıyla gerilimin tarafları da AKP ile ordu olmanın çok ötesine geçiyor. AKP’nin hedefi, diktatöryel bir nitelik taşıması kaçınılmaz görünen liberal ve muhafazakâr bir rejim kurmak ve hem yargıdaki hem de ordudaki muhalif unsurları tasfiye etmek. Yapılacak anayasa değişikliğinin temeline yargı reformunun yerleştirilmesi de bu nedenle bir tesadüf değil.”

Emek, TEKEL direnişi örneğinde görüldüğü üzere bu ülkedeki farklı etnik kökenlerden ve farklı mezheplerden gelen insanları bir araya getirebilecek, birleştirebilecek olan tek güçtür. Dolayısıyla cumhuriyetçi güçler, yüzlerini daha çok sola ve daha çok emeğe dönmek durumundadırlar. Aydınlanma da, bağımsızlık da, günümüz Türkiyesi’nde emeğin yanında saf tutmaksızın savunulabilir değerler olmaktan çıkmıştır. Çünkü emekçilere yönelik saldırı ve ile cumhuriyete yönelik tasfiye operasyonu aynı siyasi özneler tarafından sürdürülmektedir.”

Liberallerle dinciler, muhafazakârlar arasındaki ittifak girişimlerini Osmanlı-Türkiye siyasi tarihi boyunca gözlemleyebiliyoruz...
Prens Sabahattin’den devralınan siyasi miras, önce meclisteki İkinci Grup, sonra ise Serbest Cumhuriyet Fırkası ve Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adı altında örgütlendi. Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP ve AKP’yi de bu geleneğin takipçisi partiler olarak görebiliriz. Liberal-muhafazakâr ittifak 2000’lerin ilk 10 yılında hem siyasi hem de ideolojik hegemonyasını kurdu ve yerleştirdi. Artık tezler, makaleler ve kitaplar da bu hegemonyanın dili içerisinden yazılıyor ki, bu, aslında yeni bir tarih yazımı ve aynı zamanda yeni bir resmî ideoloji demek. Dolayısıyla da liberal-muhafazakâr ittifakın, yeni rejimin yeni resmî ideolojisini ve resmî tarihini yazdığını söylememiz mümkün görünüyor.”

Necati TÜFEKCİ 22 Nisan 2010 ANKARA

 
Toplam blog
: 1114
: 827
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Ankara'da yaşar, dünyalı,aynadaki görüntüsüne muhalif, vicdan hesapları yapmaktan yorgun, yaşanıl..