Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

22 Mart '07

 
Kategori
Haber
 

"Win Win"ciler ile "Bön Bön"cüler

"Win Win"ciler ile "Bön Bön"cüler
 

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin mevcut Cumhurbaşkanı olan zat-ı muhterem, Kıbrıs davasının sembol ismi Sayın Rauf Denktaş’ı, gerek seçim döneminde gerekse büyük bir aşkla çalıştıkları ve “win-win” diye milleti uyuttukları Annan Planı referandumu sürecinde, zaman zaman çizmeyi aşmak pahasına acımasızca eleştirmekteydi. Alaycı ve Türk devlet geleneğine sığmayacak şekilde, Denktaş Bey’i, tüm dünya kamuoyu önünde; uzlaşmaz, burnunun dikine giden yaşlı bir ihtiyar olarak gösterme gafletini maalesef sergilemişti. Rum ve Yunan makamlarının, yıllardır başaramadığı ölçüde, kurucu Sayın Cumhurbaşkanı’nı yıpratmış, adeta sorunun kilit taşı noktasında lanse etmişti. Tarih kendisini, gereken ve layık olduğu yere, şüphesiz ki koyacaktır.

Kendileri iktidar oldular, sonra da Cumhurbaşkanı. Mevcut Başbakan da yine kendi çizgisinde bir zat. Peki, işbaşındaki Türkiye hükümetinden de ciddi bir siyasi destek alan, Talat-Soyer ikilisinin; o çok eleştirdikleri Denktaş politikalarından farklı olarak ortaya koydukları müspet gelişmeler neler oldu acaba?

Rumlar, her iki toplumun ortak zenginliği ve mülkü olan, ada petrollerini kendi kafalarına göre satışa çıkartmışlarken, bizim ikili, kendilerine jest yapma ihtiyacı hissetti ve Lokmacı Kapısı’nı açtı. Rum tarafındaki tepkiyi, şu manzum ifade ile özetleyebiliriz sanıyorum: “Düğün değil, bayram değil; eniştem beni niye öptü?”

Birkaç gün önce, Rumlar; Başbakan Soyer Bey’i, VIP protokole tabi tutmayıp, kendilerine sıradan vatandaş muamelesi çektiler. “Sen’in, bizim nezdimizde taşıdığın, hükümran bir ülkeye ait, hiçbir siyasi kimliğin yok” mesajı verdiler yani. Bay Başbakan da bir köşeye çekilip, “ne önemi var ki zaten”, havalarına girmeyi becerebildi sadece. Çok komik durdu ama, üzerinde bu maske. Lakin, Anavatan’a ya da Türk ordusunun şerefli mensuplarına kafa tutmaya gelince, aslan kesilmekte hiç de acemi davranmamakta bu Beyefendi.

Bay Talat, kantarın topuzunu iyiden iyiye kaçırdı ve bir resmi kutlama sırasında, kendisinin Cumhurbaşkanlığı’nı yapabildiği devletinin, yaşam sebebi olan Türk ordusunun ve şehitlerinin bir komutanı ile aynı arabada geçit resmi yapmayı kabul etmedi. Yazık ki ne yazık. Ben yazarken, utanıyorum.

Yapmış oldukları bir kongre sırasında, ne İstiklal Marşımız okunuyor, ne ay yıldızlı bayrağımız göndere çekiliyordu. Dikkat buyurunuz, bunlar, kimilerinin seviyesizce aşağıladığı gibi “vatan-millet-Sakarya” edebiyatı falan değil; direkt olarak, bir toplumun ve devletinin hükümranlık sembolleridir, uluslar arası hukuk kurallarına ve teamüllere göre.

Tüm bu gelişmelere tepki gösteren milyonlarca vatan evladından birisi olan, Kıbrıs Türk Barış Kuvvetleri Komutanı Kıvrıkoğlu Paşa, açıktan tepkisini ortaya koyunca da ikisi birden celallenip, kendisine kafa tuttular. Keşke, Papadopulos’a da, böyle can siperane ve dimdik karşı durabilselerdi.

Bu ülke ve evlatları, o topraklar için yüzlerce yıldır ve en son daha otuz sene öncesinde, sadece canlarını vermekle kalmamış, istikballerini de, bir anlamda ipotek altına almışlardır. Tam beş koca sene, ambargolar nedeniyle, bir nesil; karne kuyruğunda ekmek, yağ, şeker, gaz alabilmiştir. Milyonlarca aç ve işsiz insanına rağmen, vergilerinin önemli bir bölümünü o topraklara akıtmakta hiçbir beis görmemiştir bu devlet ve toplum.

Bugün, Rum ve İngiliz hayranlığı yaparken, diğer taraftan da Anadolu insanını hakir gören bir kısım Kıbrıs Türk’ünün(?) altında, ikişer-üçer araba varken; bu topraklarda bebekler, doğum parasını bulamayan babalarının yüzünden hastanelerde mahsur kalmaktadırlar.

Peki bizler ne yaptık? Daha doğrusu, hızla devletin en tepe noktasına koşan zat-ı muhteremler ne yaptı? Bu aşağılık durumu gerçekten de hak ettik mi? Kısaca, madde madde özetleyelim:

Çıkarılan “Petrol Kanunu” ile neredeyse tüm milli haklarımızı, birilerine devrettik.

Banka satışları ile ciddi orandaki bir, Türk finansal yapı dilimini Yunan Milli Bankası’na satmakta hiçbir sakınca görmedik.

“Win-win yapıp hepimiz kazanacağız” aptalca mantığı ile, her türlü alt kimlik-üst kimlik hezeyanlarına bön-bön baktık, durduk.

Adını “Mehmetçik” koyduğumuz ve bayram edercesine hizmetine, evlatlarımızı yolladığımız, şerefli ordumuzun mensuplarının başlarına geçirilen çuvallar nedeniyle, bir tekimiz sokağa, meydana, alana çıkmadık.

Kafasına göre, sözde siyasi açılımlar yapan “rap”çilerimizin her türlü garabetini ciddiye alıp tartışır gibi yaptık, kafa ve mide bulandırdık.

Dünyanın en zengin 500 kişisi içine bilmem kaç kişi soktuk diye göbek atarken, “acaba neden bu ülkenin toplam milli gelirinin %10’unu, sadece 25 kişi paylaşır?” diye düşünmedik. O saçma-sapan listeye soktukları kişi sayısı itibarıyla altımızda kalan İsveç, Danimarka, Hollanda gibi ülkeler bizden daha gerilerde kalmış diye göğsü kabaran eblehlerimiz bile oldu. “Gelir dağılımı adaletsizliği”, “sosyal adalet” gibi mefhumlar onlara, Başbakan’ın okuduğu şiirlerden birisinin, manzum bir mısraı gibi geliyordu galiba.

AB, IMF ve bilumum “müstemleke düyun-u umumiye” kurumlarının katip efendilerinin ülkeye gelip; ders vermesini, kulak çekmesini, enseye tokat, bizim meseleye parmak atmalarını öyle bir içimize sindirdik ki adeta bu zavallı durumdan mazoşist zevkler almaya başladık.

Daha ne söyleyeyim ki? Biz gerçekten bunları hak ettik. Önümüzde genel seçimler var ve yukarıda yazdığım olumsuzlukların baş sorumluları, yine seçimlerin en büyük favorisi.

Sizi bilemem ama benim bir tek oyum var. Geçen sefer de o ampulü yakmadım oy pusulamda, bu sefer de yakmayacağım. Değil bir oyum, bin tane oyum olsa; birini bile helal etmem, etmedim, etmeyeceğim.

Yazarın Notu: Biliyorum ki bu sayfalarda; bu tip gerilimi yüksek yazılar, okurlar tarafından çok tasvip edilmiyor. Çok şık ve okunası bulunmuyor. Ancak ben, sızlayan vicdanımı bir nebze olsun rahatlatmak adına, içimi dökmek, derdimi paylaşmak için zaman zaman bu tarz yazıları kaleme almak zorunda kalıyorum. İçini kararttığım okurlardan özür dilerim. Ancak bu gerçekleri birilerinin yazması, anlatması gerekiyor. Naçizane benim de bu mücadelede ufacık bir katkım olursa kendimi mutlu, en azından vicdanen, bir nebze olsun rahatlamış hissedeceğim. Belki de kendi kendimi kandıracağım ama hadise bundan ibaret. Sevgi, saygı ve hürmetlerimle efendim.

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..