Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '12

 
Kategori
Deneme
 

“Yalan”

Bir insanın, yaşamı boyunca, en çok yalan duyduğu kişi bizzat kendi çocuğudur ve bir insanın da en çok yalan söylediği kişi kendi annesi ve babasıdır. Hele bu bir de alışkanlık halini almışsa vahimdir; bir de bu kişinin ceddinde bir melezlenme olmuşsa o zaman bu çok daha vahimdir; çünkü o kişi evinden çıkarken baktığı aynada gördüğü kişiyi, sokakta ilk rastladığı insanda göremez ve o insanı kendisinden yararlana bileceği bir yaratık olarak görür. İçinde bulunduğu ahali onun için bir yaratık sürüsüdür ve bu sürüden nasıl ve ne şekilde yararlana bileceğinin yollarını araştırmaya başlar. Hemencecik de buluverir:”ASİL İNSANOĞLUNUN ZAAFI.” O nun için böyle şeyler bir buluş değil, basit ve olağan şeylerdir; yeter ki alıştığı yalanlarının gerçekliğine başkalarını inandıra bilme düzeyinde eğitimini tamamladığına inansın. Birkaç denemenin başarılı olduğunu görmesinin ve dümencileri olmadan üç kağıt açanın kendisine yarar değil zarar getireceğine de kanaat getirmesinin ardından, kendisine destek olabileceklerine inandığı aynı seviyede ortak ve yardakçılarını bulup, yalan ve talan takımını kurar. Önce, ahaliyi bir yöne doğru çekebilmeleri için, cazip maskeler takılır, çünkü kendi yüzlerini gösterseler, tükürülmeye bile layık olmadıkları ayan-beyan ortada kalacaktır. Oyunun kuralları yazılır, ezberlenir ve hitabet sanatıen küçük bir açık verilmeyecek derecede yutulur. Sahne hazır, oyuncular da tamam!.. PERDE!

Yaptıkları ve yapacakları her şey artık mubahtır!..

Daha ilk perde de cennet kapılarının kendileri için açıldıkları zannı ile, uyutan* yedirilmiş bebekler gibi mışıl-mışıl uykuya dalıveren seyirciler, huzur buldukları inancı ile meclupları olmuşçasına oyuncuları alkışlarlar, istenilen her şeyi vermeye başlarlar; ama aynı anda çok kötü bir depremin de başlamış olduğundan, bulundukları yerin bir bataklığa dönüşmeye başladığından bihaber, ateşi olmayan kara bir meşalenin peşinden çıkışı olmayan bir tünele doğru akıp gitmeye devam ederken, onların önlerini görebilmeleri ve böyle bir karanlıkta bataklığa düşerek heba olmamaları için hemcinsleri tarafından yakılan, ne öbek-öbek ateşin sıcaklığını hissederler, ne de Güneş’in ışığını fark ederler, çünkü bu son ikisi çekilen perde ile örtülmüştür artık.

Boğaz köprüsünden geçmenin bile bir bedeli ve ne kadar müşkül olduğunun, geçenler için de bunun büyük bir başarı olduğunun bile farkında olamayan seyirciler, kendilerinin Sırat’ı geçmek üzere olduklarını zannederlerken, karanlıkları yırtarcasına gelen üçüzlerin tiz ve kılıç kadar keskin çığlıklarıyla irkilirler; gayri ihtiyari göz kapaklarını aralarlar: her biri bir diğerinin üryan olduğunu, yoğun bir sis perdesinin gerisinde de olsa, görür ve karşısındakinin çıplaklığına kahkahayla gülmeye başlar. Bir kahkaha tufanı girdaplanırken, üçüzler tekrar çığlık atar:”AYNADASINIZ!..”

Herkes kendisine bakar: batmışlar!.. ve bir asma yaprakları bile kalmamış!..

Sesin geldiği yöne doğru bakarlar: karanlık bir duvarın ötesinden gelen ama göremedikleri üçüzlerin sesleri, birisininki diğerini takip ederek:

- Önce sütümüzü verin!..

*…

*- Tıkadığınız su pınarlarımızı açın…

*…

*-  Kuruttuğunuz ırmaklarımızı doldurun…

*…

*- Pislettiğiniz denizlerimizi temizleyin…

*…

*- Söndürdüğünüz ateşimizi yakın…

*…

*- Kirli ruhlarla hesaplaşmasını ve onları yıkamasını bilin…

*…

*- Güneş’imizin önüne çekilen perdeyi kaldırın…

*…

- VE BİZİM TÜRKOĞLU TÜRK OLDUĞUMUZ GERÇEĞİNİN DE YALANA ÇEVRİLMESİNİ ÖNLEYİN…


*…

Seyirciler göremedikleri üçüzlerin seslerini kulaklarına doldururken, sahneye : ne sahne kaldoğru döndülermıştı, ne perde, ne de oyuncular gözüküyordu ortalıkta: “GİŞENİN HASILATINI ÇOKTAN ALIP GÖTÜRMÜŞLERDİ!..”

 
Toplam blog
: 2
: 135
Kayıt tarihi
: 06.01.12
 
 

Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi, Görsel İletişim Tasarımı bölümünde eğitim almıştır. S..