Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '12

 
Kategori
Sinema
 

"Yeraltı" filmi ve Dostoyevski

"Yeraltı" filmi ve Dostoyevski
 

Dostoyevski' yi tanıma yolculuğum farklı farklı şehirlerde sürdü, sanırım bu şekilde sürmeye de devam edecektir. "Suç ve Ceza"yı Sivas'ta, "Budala"yı Ankara'da , "Yeraltından Notlar"ı Mulhouse'da ve bir başyapıt olarak gördüğüm "Karamozov Kardeşler"i Strazburg'da okudum. Farklı senelerde ve farklı şehirlerde okunmuş bu eserler üzerimde aynı etkileri yaratmıştır her nedense. Son on yıldır sürekli yer değiştirmem sebebiyle her şehirde kendime küçük bir kütüphane oluşturup sonra da onları dağıtmak zorunda kaldığımdan artık kitap satın almak yerine nerede kitap bulursam okuyup yerine teslim ediyorum. İşte "Karamazov Kardeşler"i de Strazburg Başkonsolusluğu Eğitim Ataşeliği kütüphanesinden alıp okumuştum. Ve şimdi şu tesadüfe bakın ki "Yeraltı" filminin gösterildiği şu sıralarda elimde "Ölü Evinden Anılar"ı okuyordum. Durur muyum? Tabii koşa koşa filmi seyretmeye gittim.

Okuduğum bütün bu eserleri saymamın nedeni izlediğim filmde Dostoyevski'nin neredeyse bütün eserlerinde ortak özellıklerı gösteren "o" kahramanını görmüş olmam. O aşağılanmış, dışlanmış, hastalıklı, takıntılı, kendini ifade edememiş ya da yanlış ifade etmiş, ruhu yarıklarla dolu kahramanını. Örneğin taze okumakta olduğum "Ölü Evinden Anılar"da yazar, Sibirya'da sürgün hapishanesindeki katilleri, hırsızları, kaçakları anlatırken bir batakta bile insanın var olma çabalarını farkeder.Tiksinti veren karakterlerin, böcekler gibi yerlerde debelenen mahlukların nasıl kişiler olduklarını anlamaya çalışır. "Ölü bir ev diye düşünürdüm. Tutuklulara dikkatle bakar, yüzlerini, hareketlerini inceleyerek, onların nasıl insanlar olduklarını, huylarını anlamaya çalışırdım." Der anlatıcı.

Zekı Demirkubuz'un Türk insanına uyarladığı bu "Yeraltı" insanı, Muharrem'in suretinde ortaya çıkar. İyi olmaya çabaladıkça bataklığa gömülen bir adamın hikayesidir "yeraltı". Kendini işe yaramayan bir böcek gibi görür Muharrem.Yaşadığı eski, kirli, duvarlarının sıvaları yer yer dökülmüş daire de ancak hamam böceklerinin, tahta kurularının var olduğu bir yerdir zaten. Sıradan memurluk hayatında dişe dokunur bir şey yapmamış, bir şey üretmemiştir. Arkadaşları tarafından sevilmez.Takıntılıdır, korkaktır,kıskançtır, komplekslidir, içinden geçenleri karşısındakilere söyleme isteğini bile gerçekleştiremez, bulunduğu ortamda sürekli arıza çıkarır. Muharrem monologlarında şöyle der: "kendine karşı acımasız olan insan gururludur, oysa ben hem kendime karşı acımasız, hemde gurursuzum... " Roman ödülü alacak arkadaşları için gece düzenleyen mesai arkadaşlarına, istenmediğini bile bile, gurursuzluk yaparak zorla kendini davet ettirir. İçinden bu davete katılmayacağını söylese de, o gün geldiğinde koşa koşa arkadaşlarından önce gider davete. Ödül alacak arkadaşının da yemeğe gelmesiyle grup tamamlanır. "Ankara Sıkıntısı" adlı romanıyla ödül alacak arkadaşına "yazdıklarının başkalarından aşırma olduğunu, fikir hırsızlığı yaptığını" söylemek istese de (ki romanın adı Baudlaire'in" Paris Sıkıntısı"ndan esinlemedir, yönetmen belki de bir gönderme yapmak istemiştir ) baştan bir şey söyleyemez ama aldığı alkolün etkisiyle de eski hesaplar açılır ve yemek büyük bir rezaletle biter. Aslında kendisini aşağılayan, hor gören toplumun normal gözüken bu arkadaşları da yalancıdır, riyekardır, iki yüzlüdür.(Toplumun büyük bir çoğunluğunu da bu normal gözüken insanlar teşkil eder. Uzaklara değil, çevremize bakmak yeterlidir sanırım.)Muharrem, kendini fuhuş batağına gönderir egosunu tatmin etmek için. Varoluşsal acı çeken bu kişi belki de varolduğunu hissettiği tek yerdir fuhuş odası.

Aslında Muharrem tümüyle kötü değildir. Örneğin evini temizlemeye gelen kapıcı kadın Türkan'ın dert ortağıdır. Onu dinler, acılarını paylaşır. Sorunlarına çözüm arar hatta öylesine çözüm arar ki, Türkan'ın ona sürekli dert yandığı apartmanın başka bir sakini olan(sanırım) yöneticisinden kurtulması için onu öldürmesini söyler.Oysa çevresindeki bu insan da iki yüzlü, çıkarcıdır. Öldürmeye çalıştığı insanla evlenmeyi kabul eden Türkan Muharrem'e çoktan arkasını dönmüştür bile..

Filmdeki gölge gösterisi muhteşemdi. Sinema boyunca dikkat çeken diğer bir unsur ise, film boyunca Muharrem'in yanından ayırmadığı "patates" simgesi. İlk başlarda anlayamadığım bu sembole sonradan bir anlam yükledim elbette. "patates" insan egosuydu. Çünkü o patatesle işe yarar bir şey yapmıştı Muharrem. Bir gece komşu apartmanda çıkan eğlenceli gürültüye uyanan Muharrem onları susturmak için önce bağırmış,sonra yumurta fırlatmış fakat susturmayı başarmayı bırak sesini bile duyuramamıştı. Oysa mutfaktan eline geçirdiği patatesle gürültü gelen evin camını kırmayı başarmiş, oradaki insanları korkutmuştu. Bir anlamda egosu tatmin olabilmişti. Zaten patatesi de tatmin işlerinde kullanmaya devam etti.

Fakat "gerçekler" her şeyin önündeydi. Hatta insan egosunun bile.

Ve eve dönüp kapıyı her açışımızda "farklı bir şey olsun " beklentisi insanın en önemli tragedyasıdır aslında.

19/04/2012

 

 

 

 
Toplam blog
: 71
: 1292
Kayıt tarihi
: 10.08.11
 
 

Hacettepe Fransız Dili ve Edebiyatı mezunuyum. Öğretmenim, şu anda yurt dışında görev yapıyorum. ..