Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Şubat '14

 
Kategori
Felsefe
 

'Yerliler' ve Alatlı

'Yerliler' ve Alatlı
 

Saçaklı Sarı Saçlarından Sen Suçlusun Rodoplu! Pardon, Alatlı..!


“Anadolu’nun Tefekkür Kuleleri”nden

‘Ahh!’ Dedirten Bir Buket

ve

Ortak Damar;

“YERLİLİK”

 

“Anadolu’nun düşün hamuruna karılmışların ciddî ciddî maya tutmuşları”ndan serî bir demet yaparsak; kronolojik sıraya göre şu tefekkür kulelerine çıkıverir yol…

Necip Fâzıl Kısakürek (1904-1983), Nûrettin Topçu (1909-1975), Cemil Meriç (1916-1987) ve Sezâi Karakoç (1933- …)

Daha yavaş, daha sâkin bir buket karmaya vakit olduğunda ise;Nûri Pakdil (1934- …), Râsim Özdenören (1940 - …) veİsmet Özel (1944 - …) belki!

Bu hatırı sayılır temel istasyonlardaki ortak damar, ana çatı ise; omurgayı, merkezî temayı oluşturan “yerlilik şuuru”dur şüphesiz… Tabî “uygarlık” kavramı ile tamamlanan bir omurgadır bu!

Çekirdek “yerlilik” ise; çekirdeğin etrâfını ören tasarım ve vizyonun da “uygarlık” olduğunu söyleyebileceğimiz bütüncül bir b-akış…

Hâdiseye târihsel süreç içinde yaklaşan ve bugüne de eleştirel bir gözle nazar edip, “uygarlık” meselesini bu fıtrî akış içinde irdeleyen basarlardır bunlar! “Sendeleten, depreştiren, sık sık çileli iniş ve çıkışlara sevk eden, yer yer harâretli demlere savuran hakîkî bir dert” ile dertlenenler…

Örneğin 80’lerden önce adı koyu bir sosyalizmle anılsa da 80’lerden sonra; “yerlilik” ana vurgusu üzerinden net açılımlarla yürüyen bu isimlerle berâber anılır, Ataol Behramoğlu ile yakın dost olan İsmet Özel!

Sivri söylemler, sert çıkışlarla dolu marjinâl seyrinde, hakîkat adına tâvizsiz aldığı keskin virajlarda Necip Fâzıl’ı aratmayan İsmet Özel…

Ve Cemil Meriç yana yana “Bu Ülke” çığlıkları atarken, o da sık sık “Bu topraklar!” sözünü kullanır kendi seyrinde. Tabî nüanslar farklıdır mutlakâ… Örneğin İsmet Özel “uygarlık” kavramına radikâl bir biçimde karşıdır.

Zîrâ “uygarlaşma” mefhumunun toplumu zarûrî bir kurumsallaşmaya, çürümeye, yabancılaşmaya, kültürel dejenerasyona götüreceğinin altını çizer kendi şahsî kaygılarıyla.

1978’de “Müslümanca Düşünmeye Başlangıç” adıyla hazırlayıp daha sonra ismini değiştirerek yayınladığı deneme çalışması “Üç Mesele”; ‘teknik, medeniyet ve yabancılaşma’ kolonları üzerine kurulmuş, eskimeyecek bir toparlamadır örneğin.

Fakat teknolojik akıntıyı hiç düşünmeksizin veto eden Özel’in, aynı zamanda ‘devingen bir toplum tasavvuru’ taşıması da ciddî bir açmaz mıdır acabâ? Devamlı değişim içinde, fıtrî bir devingenlik içinde akan bir toplumun medeniyet köklenmesi, nasıl olacaktır meselâ?

Ve neden, ‘anlaşılamayan bir şâir ve aydın’ karizması taşır acep İsmet Özel? Neden, onun altını müthiş bir cehd ve yanışla çizdiği ‘Türklük’ meselesi hâlâ gündemimiz değildir ya da? Niçin, “Nedir Özel’in, bu yana yakıla altını çizdiği Türklük dâvâsı?” dememişizdir ki bir türlü?

Ciddî derinleşmeleri şart koşan bu açık uçlardan “yerli kadro”ya dönersek; kendisini, “varlığını Türk irfânına adamış münzevî ve mütecessis bir fikir işçisi” olarak tanımlayan ve kör ideolojilerin tavan yapmış gürültüsü ile sloganların o devâsâ hegemonyası arasından “Pusula şuur!” diyerek can havliyle ortalara atılan Cemil Meriç’e çıkar yolumuz. Hem de ne yol…

  Nesiri şiirselleştiren, zekâyı sarsıcı ve yadsınması imkânsız aynalarla destekleyen uçsuz bucaksız bir umman; insanı içine aldı mı bir daha salıvermeyen ömürlük bir derttaştır o… “Yerli aydın-yerlilik”omurgasına ve “bu toprağın dertleri” temasına en mâkul, en tatmîn edici söylemlerle, fevkalâde kuşatıcı bir üslûpla sâhip çıkanlardan bir büyük yalnız…

Ve, Cemil Meriç’in yolun ilk yarısında uğradığı ‘sosyalizm durağı’na, yolun ikinci yarısında detay veren Nûrettin Topçu! “Yerlilik şuuru” çerçevesinde açtığı sosyalizm pasajında, konuyu getirip “kul hakkı”na dayandıran; bu kavramı açık ve net dillendiren Topçu!

“Kültür emperyalizmi-kültürel yabancılaşma”meselesini kitabın ortasından, en çekincesiz ve açık biçimde dillendiren; tüm boyutlarıyla ameliyat masasına yatıran dertli Topçu…

Kabaca resmi çizilen bu yerli kadroya paralel akan Necip Fâzıl’ın yerliliğine gelince; onunki çok daha başka belki! Çok daha evrensel…

“Asıl yerlilik; ‘vicdan muhasebesi’nin hakkını gerçekten verdiğinde zuhûr edebilecek çok daha kuşatıcı bir adres!” iç mesajını veren çok daha farklı, çok daha deli bir ırmak…

Ve son tahlilde “yerli Alatlı”, bu ciddî târihî planın sürpriz bir meyvesidir işte! Sürprizdir, çünkü kendine has farklı tınısı, holistik bakışı ve sistemik analizleriyle hamuru hiç beklenmedik yerden karan; işi ‘tecessüs’den, ‘yabancılaşma’dan, ‘tecessüse yabancılaşma’dan alıp “kuantum yosması”na getiren sıradışı bir portre, saçaklı bir “Bilge Ana”dır…

Yeni yeni zihnî gündemlere düşen ‘Kaos’u, ‘Kelebek Etkisi’ni ve ‘Saçaklı Mantık’ı (Fuzzy Logik) uzun yıllar önce edebiyat dünyâsının gündemine düşürmüş şaşırtıcı, öncü bir ufuk…

 

 

‘Saçaklı Sarı Saçların’dan

Sen Suçlusun Rodoplu!

Pardon, Alatlı..!

 

Serî bir fotoğraflamayla üzerinden geçtiğimiz ‘yerli kadro’dan fıtrî bir akışla tevârüs ettirdiği ‘laik muhafazakârlığı’, birdenbire demlenmemiştir onun! Onun da geçtiği doğal duraklar olmuştur mutlakâ…

Dönemin, entelektüel anlamda neredeyse zarûrî bir uğrağı olan 'sosyalist istasyon'dan hâliyle o da geçmiştir meselâ! Ama öyle bir geçiş ve bütüne eriş olmuştur ki onunkisi; ne Îsâ'ya ne Mûsâ'ya yaranamayan o hazin figür Günay Rodoplu, içe işleyen bin yıllık bir acıyla can verivermiştir kendi hassas avuçlarında! 

Vicdan kaleminde!

Tehlikeli bir aymazlığın sıradışı bir kurbânı oluvermiştir;

toplumsal utanmazlığın hiç de tınlamadığı kör bir akıntı içinde…

Onun deyimiyle Rodoplu, “önce, bilgilenmek gibi bağışlanmaz bir suçtan müebbeten mahkûm edilmiş, bastığı yerde ot bırakmayan câhili, vicdânının demir parmaklıkları arasından seyretmek zorunda kalmış; sonra ise azgın iştahların beslediği cehâleti şehvetle bağrına basan Türkiye toplumu tarafından katledilmiş bir aydın”dır.

Biliyor olduğu için mutlak sûrette bir haksızlığa mâruz kalması gerekenlerden! Son tahlilde; ‘Eski Türkiye’nin, kör zihninin testeresiyle dirhem dirhem kesip attığı sancılı bir beden, trajik bir cinâyettir o!

“Or’da kimse var mı?”diye ünleyen sınırlı bir azınlık olsa da adresi meçhûl bir yerlerde; “tepinen Beyoğlu’nun yanında ağlayan Karacaahmet’i duyamayacak kadar kendinden geçmiş toplu bir intihar”ın, dönüp de bakamayacağı cinsten bir felâket…

Yoğun bir “afazi” salgını altında şuursuzca sallanıp, ‘Yüce Pir’in (Cüce Pir) afili ve yüksek desibelli dev megafonlarından yükselen o karanlık müziğin pörsüten hipnozu altında lisân-ı hâl ile “Saçaklı sarı saçlarından sen suçlusun Rodoplu!” demiş midir ki ‘Eski Türkiye’..?

Demiştir.

En derinde bir yerlere oturan bu tehditkâr mesaj,

alınmıştır aslında…

            …

“İzmler! İdrâkimize giydirilmiş deli gömlekleri!”diyen Cemil Meriç’in o güçlü mîrâsını doğal bir biçimde onun omuzlarında gören gözlerin abartılı bir yanılsaması mıdır ortadaki? Hayır, değildir! Aslında manzara, tam da öyledir…

Meriç’in doğal mîrâsı, Alatlı’nın “Kuantumcularla sûfî tayfası el ele!” koduyla on yıllar önce zihinlere şerh düştüğü o holistik vizyondur zîrâ! Ama şüphesiz ki bugünün diliyle; şimdinin, bilimsel paradigmaları es geçemeyecek denli komplike versiyonu ile…

Neredeyse bir filozofun dizgesi kadar sistematik ve bütünsel bir manzarayı adım adım ortaya koymuş olmasına rağmen hâlâ çok geniş kitleler yerine “ehl-i müdakkik, elit bir okur”a hitâb eden Alatlı’nın en büyük suçu budur velhâsıl! Saçaklılığı!

'Ya benimsin ya toprağın!’ diyen siyah-beyaz mantığa vedâ eden zamânın dili, onun ebeden mevzîlendiği saçaklı bakışta erimiş ve her olasılığa eşit mesâfede olan bulanık-puslu (fuzzy) mantığın o tevhîdî gerçekliği, ‘kesitte takılı kalmış afazik ruhlar’a oldukça ağır gelmiştir.

Ve hâlâ ağırdır; Alatlı’nın ‘dekadans’ ve daha çok da ‘filistinizm’ gibi bir kavramı ancak avamın diline güncelleyerek gündeme düşürmeyi başardığı “paçozluk”,hâlâ hâkimdir. Dünyâdan haberi olmayan çoğunun, Alatlı’yı oldukça medyatikleşen “paçozluk” kavramıyla tanımasıysa; ayrı bir paçozluktur aslında…

Evet, hâkim güç odur! Dört bir tarafta kol gezen, her taşın altından çıkan; hem alenî hem sinsi biteviye bir çürüme, zincirleme bir ucuzluktur şüphesiz…

Ve bu hâkimiyet,

çalakalem çakma tedâvilerden önce

esaslı bir ‘durum tespîti’ni zarûrî kılmaktadır elbet…    

 

 

 

“Durum Tespîti” Yapamayan

Afazik ve Safsatik Bir Toplumun

Durum Tespîti…

 

 

Soruyu açıktan atıverelim ortaya!

Alatlı’nın farkı ne?

Alatlı, neden “Alev Alatlı”..?

 

Buna ilk yanıtım, “durum tespîti nedir bilmeden absürd girişimlerle toplumunu sözüm ona tedâvi etmeye çalışan ‘aydınlanmamış aydınlar’dan başlayarak (Aydın Despotizmi) afazik yığınlara kadar her katmanın ayrı ayrı durum tespîtini yapması; önce temel hastalıkları ‘anlama’ murâdı taşıması” olur doğrusu!

Heyhat! Herkes can yakan hastalıkları onaran bir kahraman (!), şok tedâvileri piyasaya süren bir muhteşem olmanın derdindedir de; doktor ne kelime, “henüz kendi hastalığıyla tanışmamış bir devekuşu”ndan başkaca bir şey yoktur sahnede…

Velhâsılı Alatlı, zamânında ‘Hasta Adam’ ismiyle kodlanan ve bu hâli nerdeyse sosyo-psikolojik bir kader olarak üzerinde taşıyan Eski Türkiye toplumunun dosyasını açar önce ve ardından “net, sistematik, işlevsel kavramlar” üzerinden serî durum tespitlerine başlar. “Uzun farları yakmadan gittiğin yol yol değildir!” der ve sıvar kolları!

Bu mânâda en önemli kavramlarından biri de “durum tespîti”dir belki! Olan ne ise onun gözlerinin içine adam gibi bakmadan, duygusal körlüğe yenik düşmemiş realist bir idrakla hâdiseyi tam anlamadan, anlama murâdı taşımadan şuradan şuraya gidilemeyeceğini güzelce bir açık eder önce! Sonra da başlar “sosyâl afazi”, “safsata”, “nekrofili”, “paçozluk” diye saydırmaya!

Tabî kavramları saydırır saydırmasına da, hepsine de güzel bir roman kahrâmanı biçiverir usta parmaklarla! Meriç, Topçu, Fâzıl gibi doğrudan savaşa girip sert restleşmelerde bulunmak yerine ‘roman’ gibi bir eldiveni kullanır Alatlı! Ve en önemlisi de, kavga etmez.

Analitik ve saçaklıdır; belirli bir dâvâya adanmışlık yerine kavramları bir bul-yap gibi çeviren, harâretli dalışlara tevessül etmeyen sâkin bir üsluptur onunkisi. “Sazlığımızı korumak zorundayız!” deyip gardını alırken bile analitiktir yine...

‘Kâbus’taki Remzi; psikolojileri en çok zorlayan, en sinir bozucu ve işlevsel karakteridir belki! ‘Evlerden ırak!’ diyeceğin bir hastalığın pençesinde can çekişmektedir o! Ötelemek, yadsımak ve mahreminden ırağa küreyip atmak istersin ama; bir bakarsın ki her yer Remzi kaynıyor! Sonra ayna falan karışır işin içine, iyiden iyiye gerilirsin…

Remzi; anasıyla bağını kesememiş, olanları sağlıklı okuyamayan, birbiriyle ilintisini çözemeyen, akıl yürütemeyen ve yürütemediği için de sağlıklı konuşamayan, ‘anacıl aşama’da takılıp kalmış toplumun ürettiği anomali bir varlıktır. Bir ön-insan…

Remzi’yi eline alırsın, evirip çevirip sağına soluna tiksinti ve yadsıma duygusuyla iğreti bakmaya zorlarsın kendini ve bir de bakarsın ki “sosyâl afazi” denilen bu kayanın altından ne kurtlar çıkıyor ne kurtlar!

 

  • ‘Hatâ mutlakâ bendedir!’diyen, kötülüğün ve yanlışın gözlerinin içine bakamayan, hayır demeyi beceremediği için ‘O öyle değildir, mutlakâ başka türlüdür!’ simidine tutunup ‘olan’ ne ise ondan hızla kaçan irrealist, gerçek dışı, kör bir bakış!

 

  • Körlüğü besleyen şiddetli bir ağlaklık, vicdânı öldüren katı bir duygusallaşma ve arabesk bir bilinç!

 

  • Hayâtında dengeyi tanımamış, ifratla tefrit arasındaki o kısır med-cezire sıkışıp kalmış, zaman planlaması nedir bilmeyen, bütüncül idrak ve cesâretten yoksun, pısırık ve ölçüsüz bir beslemelik hâli!

 

  • Sonradan görmeliğe, kaba halk tâbiriyle sidik yarışına, ‘Ben üste çıkayım da, gerekirse altta kalanın canı çıksın!’ diyen biteviye bir cedelleşmeye dayalı traji-komik bir sahte bireyselleşme!

 

  • ‘Safsata’nın hâkim olduğu, içinden çıkılması imkânsız bir gürültü ve metazori  bir kakofoni! İnsanın “muhakeme” yetisini yanlış  yönde kullanması anlamına gelen ve çoğu kez önyargı, eksik bilgi, bâtıl inançlar, duygusallık, yersiz göndermeler, acelecilik, özensizlik, genelleme, duygu sömürüsü, Türkçe’yi kötü kullanma gibi sebeplerden kaynaklanan ve“Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?”îkâzını hatırlatan o dev yanılsama! Belki bir tetikleyici olur umûduyla hazırlanılan “Safsata Sözlüğü”ne dönüp de bakamayacak kadar kesif bir safsata!

 

  • Kesin ve aceleci hükümlere pek bir bağımlı, olaylara dışarıdan, soğukkanlı ve yargısız yaklaşamayan, amigdala merkezli, reflektif, tepkisel bir ilkellik! Sınırsız bir şaşılık…

 

  • “Korku”gibi bir dip motivasyondan doğan türlü yeni hastalık

               ve kuvvetli bir “şiddet temâyülü”..!  (İşkenceci)

 

 

  • “Dünyâyı bilmeyen dünyânın maskarası olur!”hakîkatinden zerre nasîb almamış derin bir cehâlet ve kuvvetli bir ‘aşağılık kompleksi’nin iyiden iyiye semirip palazlandırdığı, tiksinti uyandırıcı bir atâlet!

 

  • Tüm aslî kodlarını unutmuş, “Kutsal Koordinatları”nı yitirdiği için, Yüce Pir yönetiminde dünyânın ırzına geçen Kutsal Koalisyonun kirli parmaklarında can veren; ‘turbo-kapitalizm’e yakıt olmak için canhıraş koşturan ebleh bir güruh!

 

  • Bedensel hazlara dayalı sınırlı bir duyum eşiği ve “seks” kavramı etrâfında dönüp duran, alt bilince tutsak anomali bir yapı! 

 

  • “Âile”mefhumunu “bâtı-l”ın câzip tekliflerine yem vermiş ve Devrim Kadızâde’nin ardından teker teker serî intiharlara yol bulmuş kayıp bir ülke… Artık “BU ÜLKE benim ülkem mi?” diye sorulamayacak kadar yabancılaşılmış bir ülke…  

 

Okursun, okursun, okursun ve tüm bu, fazlası var eksiği yok listenin ardından bir de bakarsın ki

“Bu Ülke” senin ülken…

 

Ardından ‘Sazlığımızı korumak zorundayız!’ diyen Alatlı’nın o içten çığlığı, Aladağlar’dan anlık bir esintiyle can kulağına vuran o turna selâmı; İsmet Özel’in “Toparlanın, hiçbir yere gitmiyoruz!” vurgusuyla perçinlenir ve kendine gelir gibi olup yandan yandan yanaşmaya başlarsın sofraya…

 

 

“Onarımcı Ahlâkı”ndan Nasîb Almadan

“Mûcizeler Diyârı”na Kanat Çırpılmaz…

 

 

“Kâbus”unu anladıkça, anlama murâdıyla az eğildikçe; “Rüyâ”ya sulanır ağzın! Ve sonra “Kâbus”tan çıkıp, “Rüyâ”dan geçip “Hakîkat”e nasıl kıyâm edeceğini sorgular, ‘çözüm listesi’ne göz atar bulursun kendini!

Kara kaplı değil kara kalpaklı çözüm dosyasının ardından “Turna Yasaları”, “Aydınlanma değil, merhamet!” kriptosu, “Akıl, Ahlâk, Adâlet, Âdap” diye sıralanan 4 A’nın gizli beşincisi olan “AŞK” gibi şifreler çıkar; ‘öz’e g-öz kırpar!

Bilderberg’in, Yuvarlak Masa’nın, Triletaral Komisyon’un, İlluminâti’nin, CFR’nin, Skulls & Bones’un o şeytânî gölgesinin ardından her şeye rağmen doğan “Daha iyi bir dünyâ pekâlâ mümkündür!” çılgınlığı karanlığı aralar ve kirli sisteme sızan vazîfedarlar ekranlara şu özel kodu yazar; “Korkma! ONARIMCILAR burada!”

Onarımcılar;‘kendi’lerine ayarak, Matrıx’in sanal koridorlarından, bir ömür bağımlısı oldukları küvezlerinden kıyâm ederek ‘Hakîkat Sırrı’na kadem basan uyanmış şuurlardır! Yanmış ve uyanmış idrakler… Hakîkî yerliler…

Yâni gâyet net ve dünyevî ip uçları veren Alatlı, bir anda “Rüyâ”lar âleminin o büyülü ve buğulu frekansına da geçirir “okur”u..!  Şifreler hem oldukça somut ve bilimsel, hem de bir o kadar rûhânîdir aslında! Okuyana, kavramların arkasındaki o derin vicdâna dokunana…

Alatlı, aldığı kulak arkası edilmiş önemli ödülden sonra bile “Türkiye gerçekleri dururken, neden gidip Rusya’yı yazmaya kalktınız?” sorusuna muhatap olmuş bir Rodoplu’dur! ‘Birinci Aydınlanma’ ve ‘İkinci Aydınlanma’nın tüm detaylı analizini masaya koyup ‘sahte aydınlanma’nın ipliğini pazara çıkardıktan sonra “Aydınlanma değil merhamet!” diyerek esaslı bir çığlık savurmuş titrek bir gönül!

Kürt meselesinden Kıbrıs’a, Filistin açmazından Bosna’ya kadar her yaraya dokunmak zorunda olan diri bir yürek! Rusya’nın yaşadığı cinnet hâlinde; üniversite mezunu olan türlü meslek sâhibi bayanların, Moskova Fizik Enstitüsü diplomalı kadınların bir tas çorba için fâhişelik yapmak zorunda kalışına bigâne kalamamış saçaklı bir vicdan!

Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse nefsimizin beton çatısını tepemize dikmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Merhamet! Âlem bu temel üzerinde!
Eğer toprağa, tohuma, hattâ kire, lekeye merhamet olmasaydı; su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı şırıltılı su...

Ne duruyorsunuz! Sökün sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesi kurun!
Tepemizdeki çatıları da yıkın! Göklerle temâsa geçin! O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından tatlı su akacak ve başlar üstünde Güneş’e yol veren kubbeler yükselecek...”
diyen Reis Bey’i ruhlara çivilemiş Necip Fâzıl’ın güncel bir versiyonu, tüm ideolojik ayrılıklardan abdest almış gerçek bir derttaşı belki!

Onun için “Mûcizeler Diyârı”na açılmanın hayâlini kurmadan önce “Onarımcı Ahlâkı” ile ahlâklanmayı, dört değil5 A ile kuşanmayı salık verir ve ‘Parmağıma değil parmağımın işâret ettiğine bak!” uyarısıyla dâimâ gerçekliğin, gerçek bir cehdin haritasını çizer!

“Küsen Beyaz Türkler”in kaybettiği koordinatlar da, gerçek yerlilerin kaybettiği o aslî rota da önünde sonunda “Kutsal Koordinatlar”ın kaybında çıkar ve telâfi ancak ciddî kazı ve “bireysel cihad” iledir! Ancak “dünyâyı ve kendini okuma” ile…   

 

Alatlı

Bu Topraklar İçin

Bir Joker Olabilir mi

ve

Henüz Tam Anlaşılamamış Bu Jokeri

Değerlendirmenin Yolu Ne?

 

 

Alatlı; bilimden târihe, sanattan stratejiye uzanan alışılmadık birikimi ve henüz kaldırabilecek kadar olmadığımız o holistik vizyonuyla bu topraklar adına şüphesiz büyük bir avantajdır! Ve kendi ağırlığında bir hemcinsi de olmadığını söyleyebileceğimiz sıradışı bir kadın modeli…

İslâmî terminolojiden ‘İslâmî öz’e henüz nüfûz edememiş “muhafazakâr erkek tipi” için bir tehdit olarak da algılanabilecek olan Alatlı, gerçekten bir tehdittir midir; yoksa henüz doğru tanımlaması yapılamamış, çoğu zaman tersten okunmuş alışılmadık bir aydın mı?

“Sofranıza, kültürünüze, mutfağınıza sâhip çıkın!” diyen, “Çocuk da yapın, yemek de, kariyer de!” mesajı veren ve çalışma hayâtı içinde mutfağa girmeye pek vakit bulamayan kızı Funda Alatlı üzerinden “turbo kapitalizmin dehlizlerinde kadınlığını unutmuş mağdurlara ‘Kendinize gelin!’ îkâzında bulunan bir Alatlı; bu mânâda bir tehdit mi, yoksa bir pusula mıdır acabâ?

Ya da “Yüce Pir”in darmadağın etmek istediği o olmazsa olmaz yapı taşının, “aile” denilen kuvvetli harcın altını her fırsatta çizen ve yeni Devrim Kadızâde’lerin önüne bend olmak için yana yakıla “Kodları yakalayın! Yitik kodları bulun, tutun ve birer ‘besleme’ değil, ‘gerçek birey’ yetiştirin!” diyen Alatlı; bu topraklar için ne kadar tehdit olabilir ki acabâ?  (Kadere Karşı Koy A.Ş. – Âile)

Ve Sokrates’in metaforik at sineğiyle de gâyet rahat özdeşleştirebiliriz aslında onu! Duvara yansıyan gölgeleri gerçek zannedip saçmaladığımız için kolumuzdan tutup bizi mağaradan dışarı, Güneş’e çıkarmak için kendince savaşan kendi gibi bir ruh! Neyse o olan, mış gibi davranmayan…

Anadolu’yu avucuna alıp kendine göre yoğurma planları yüzyıllardır soluksuz devam eden Batı’nın bile canını sıkabilir belki! Kurtlar Vâdisi’nde Tapınakçılar’ın valizinden kitabı çıkan, Batı’nın doğru iz üzerinde yürüyüp Anadolu’yu çözmek için kullandığı bu doğru referans; Hollywood’a karşılık kendi yerli yapımlarının arkasında duran bu cüretkâr gladyatör, pekâlâ Batı’yı da tâciz eden bir at sineği olabilir. Devşirme ve expat ruhları hiç ama hiç sevmeyen bir gladyatör hem de!

Hattâ Batı’ya yönelik net analizleri, oldukça sakınca arz edebilir. “Batı’ya dühûl etme serüvenimiz pagan kanalı olan Yunan-Roma bacağı yerine bize daha yakın olan Hristiyan-Yahudi bacağından başlamış olsa idi; bugün kodları daha az kaybederdik.” şeklindeki derin, bütüncül bakışı; kodların kaybı adına çalışan “Yüce Pir” yönetimindeki “Kutsal Koalisyon”un Batı’daki gövdesini iyiden iyiye örseleyebilir.

Bir de“Batıya Yön Veren Metinler” gibi Batı’nın tüm kriptolarını deşifre eden bir külliyâtın sağlıklı değerlendirilerek, üzerimize âdetâ yapışmış o derin aşağılık kompleksini bertarâf edebileceği düşünülürse; iyiden iyiye sıkıntıdır Alatlı..! Allâh’tan daha tam anlaşılamamış, sindirilememiş ve tam kapasite değerlendirilebilen bir moda geçilememiştir..!

Ancak bilimsel paradigma değişimlerinin sağlıklı analizi üzerinden oluşturulmuş bu holistik bakış, “Anadolu’nun, orijin İslâm’ın rûhu olan tevhîd şuuru” ile bir örtüştürülürse; işte asıl tehdit o zaman başlayacaktır!

 

Bu tehdîdin Batı’ya

yol, su, elektrik olarak dönmemesi için de;

Alatlı’ya bir bakıma bir Günay Rodoplu muamelesi yapılması evlâdır…

 

 

(Not : 24 Şubat 2014’te

Bayrampaşa Belediyesi Gençlik Merkezi’nde

yapılan konuşmanın özetidir.) 

 
Toplam blog
: 27
: 1562
Kayıt tarihi
: 19.01.07
 
 

İsmim Ayten Çalış. Tanıyanlar soyadımla müsemmâ olduğumu söylerler, bilmiyorum! Ama "Sen kendini ..