- Kategori
- Anılar
"Zaman"la "özlemek"
Okyanusa düşmüş gibi düşmüşüz içine zamanın; içimiz ürperdiği an hangi kıyılara vurduğumuzu fark ederiz birden. Savrulduğumuzun resmine tanık oluruz. Geriye baktığımızda görürüz ki her şimdi bir geçmiş barındırmakta, sinsice gizli gizli yasını tutmakta tozlu geçmişin... Zaman kavramı altüst oluyor savrulan duygularda. Geçmiş, gelecek, şimdi…
Ve "Anılar yangın yeri, " çünkü "anılar üşüyor … "
Güzel insanlar sustuklarında içimden: “Uçurumlar gibi susuyorsun yine…” demek geliyor... Hani bir filmde de geçiyordu: “sessizlik en büyük çığlıktır” diye. Sonra nedenler ırmağı, suyun kör girdapları; havada asılı duran sorular...
Ufka dalarken yorgun gözlerle, aynı anda bedenden akan çığlıklara az tanık olmadım. Tenlere ve ruhlara işkence çektirirken bir şeyleri içe gömmenin zorluğu ortada...
Acımasız bir sıfat koyup önüne, diğerinin/"öteki"nin ne tür bir insan olduğunu belirlemek mümkün; fakat insanız sonuçta. Neşter vurulduğunda bedenden akacak şeyin yine kan olacağını görebilmeliyiz. Kanayan her bedende olduğu gibi.
Her adımda “dönülmeyen gitmeler” yaşıyoruz, ağrıyan anılarla beraber… Güneşi özlüyoruz; hürriyet gibi.
GÜNEŞ GİBİ
İki elinle kapatıp
Yırtığını yaranın
Koynunda yıldız taşırsın
Ama düşer yine yıldız
Düşeceksen sen de
Bir akşam alacası
Güneş gibi düşmelisin
Ardında binlerce yıldız
Nevzat Çelik