Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Aralık '10

 
Kategori
Felsefe
 

“Zirve Saplantısı”ndan Kendin Olmaya

“Zirve Saplantısı”ndan Kendin Olmaya
 

Everest’i tırmanan pek çok dağcının cesedi henüz dağdan indirilememiştir. Yorulduğu yerde kalan, donarak ölen pek çok dağcı, aslında meslekteşlarının zirve saplantısı (summit fever) nedeniyle yardım eli görmemiştir. Eğer birinin geçirdiği hayati tehlikeye rağmen ona yardım etmek yerine zirveye çıkamaya devam ediyorsan, egon Everest’ten büyük demektir.

Ego bir zirve saplantısıdır. Sistem seni önce ayırır, böler. Bu yüzden devreye dogmaları, milliyeti, ideolojileri sokar. Sen kendini diğerlerinden ayırırsın ve böylece sistem seni en yakın arkadaşınla yarıştırır. Sırf bir konuda onu geçtiğin, belleğin daha iyi olduğun, iyi ezberleyebildiğin için seni daha zeki kabul eder, başarılı sayar.

Yalnızca varoluşlayken, varoluşun yanındayken başarılı olabilirsin. Hayatın karşısındayken, öfkeliyken, mutsuzken hangi başarıdan söz edebilirsin? Yarattığın öfekenin, şiddetin, mutsuzluğun esas sorumlusu sensin. Kendini ne zaman egoya teslim etsen, çatışmaya da teslim etmiş olursun.

Ego tüm rekabetin, kıskançlıkların, çatışmaların, savaşların, problemlerin kaynağıdır. O yüzden depresyon, mutsuzluk ve dolayısıyla mutluluk hayali yaygındır. Sana mutluluk adına şablonlar, idealler, sonuçlar verilir. Sırf bu hayali görüntüler nedeniyle, yaşamını ziyan edersin, zehirlendiğini fark etmezsin.

Böylece bol bol etiketler ve önyargılar, bütünü yansıtmayan parçalardan oluşun düşünceler devreye girer. Kendin olmak dışındaki her şey saygınlık olarak sunulduğunda, bir şeyler olacağı zaman mutlu, sağlıklı, bütün, tatmin olmuş hissedeceğin vaadiyle baş başa kalırsın. Ve o tatmin asla gerçekleşmez.

Topluluklar, otoriteler, iktidarlar ne zaman sana saygınlık, para, şöhret sunsa, kendini yokla. İçinin neler tarafından ele geçirilmek istendiğini anlarsan, bir başkası olmana, bir başkası gibi davranmana gerek kalmaz.

Ancak o zaman rüşveti geri çevirmek sorun olmaz.

Kendini dinlediğinde, kendini solduğunda, içindeki yetenekleri keşfederek gerçekleştirdiğinde, gerçek başarıyla tanışırsın. Adım adım, yavaş yavaş kendi hakikatini keşfedersin, kavrayışın tamamen sana ait olur.

Maskeler, roller, kaygılar, stres, çatışma, rekabet, hırsın çoğalması modern olarak sunulan hayatın sonuçlarıdır. Sahte davranışlar, sahte mutluluklar, sahte istekler hakiki olanın yerini almaya başladığında, daimi mutluluk hayali ve arayışı da baş gösterir.

Sen hakikatini keşfettiğin zaman, yüzün hakiki olduğu zaman, başkalarını da anlamaya, dünyayı derinden kavramaya başlarsın. Önyargıların, etiketlerin, sana dayatılmış, koşullandırıldığın tüm sahte değerler dökülmeye, ölmeye başlar. Sahte olan, hakikatle iç içe yaşayamaz.

Hakikatin, varoluşun karşısında olmadığın zaman, başarılısındır. Kendi doğanla ve dış dünyayla barış ve uyum içindesindir. Enerjin sağlıklıdır, yaratıcıdır. Başkalarından ödünç alınmış bir şey yoktur, coşku ve yaratıcılık içinden taşar.

Sen kendinken hiçbir sahtelik, ikiyüzlülük, yalan kalmaz. Toplum ve onun yarattığı baskı, gelenekler, dogmalar silinir; sen farkındalığın ve bilincinle baş başa kalırsın. Böylece kaygılar, öfkeler, çatışmalar anlamsız kalır.

Toplum senin içyüzünle, hakikatinle ilgilenmez. Eğer hükümetlerin, dogmaların, ideolojilerin seni bir köleye indirgemek, seni yönetmek için varolduğunu fark edersen, o zaman onlara başkaldırırsın.

Her zaman kalbini dinle, başkalarına değil kendine, kendi içine bak.

Toplumun çılgınlığını, dayatılanları fark ettiğin zaman, kendinle yüzleşmen, kendini anlaman ve tanıman mümkün olur. İçindeki sessizliğe, huzura, doyuma ulaştığın an, toplumun ikiyüzlülüğü, senden saklamaya çalıştığı oyun sona erer.

O zaman sen de hakiki yüzünü saklamak, hakiki yüzünden korkmak zorunda kalmazsın.

Oysa sevgililer bile birbirlerini açılmaktan korkarken, içlerine kapanırken, kendilerini bastırırken, bütün paylaşma coşkularını, saf enerjilerini, yaşama sevinçlerini kaybederler.

Bastırmadığın zaman varoluşun güzel kokusu içinden yayılır. Yaşamanın sevinci her seferinde dışarı çıkmak için nedenler bulur ve bir süre sonra nedenlere de gerek kalmaz. Varoluşun, sevincin olur.

Kendine karşı gerçekçi olursan, kendine dürüst davranırsan, varoluşla ahenk içinde yaşarsın. Kendin olmanın tatmini, her tür yarışı, rekabeti, hırsı devre dışı bırakır.

Bilinçaltın bastırdıklarınla, koşullandıklarınla, önyargılarınla, sorgulamadan kabul ettiklerinle dolup taştığında, hakikatin de bastırılmış olur.

Kendi varlığına karşı sorumlusun.

Kendin olma sorumluluğunu aldığında, egonun yarattığı tüm çatışmalar, kıskançlıklar, problemler, savaşlar, depresyon da ortadan kalkmaya başlar. O zaman dış kaynaklı başarı tanımın tamamen değişime uğrar ve sen de bu değişime kendini açık tutarsın; değişimden, yeni olandan, bilinmeyenden korkmazsın.

Sürekli olarak başarma arzusu, dışsal olarak dayatılan başarı ölçütleri, saygınlık ve kabul görme tuzağı, insanı kendinden uzağa çeker. O zaman sürekli rekabet halinde, hırslı, başarısızlıktan korkarak, stresle, duygusal baskıyla yaşaman sağlanır. Sürekli olarak rekabet etmen, başkalarınla kıyaslanmandır. Gözün zirveden başka bir şey görmez olur ve her kıyaslanmada da incinirsin.

Ne kadar çok kıyaslama varsa o kadar çok incinirsin çünkü her zaman bir konuda senden daha iyi, daha hızlı, daha güzel, daha başarılı olan biri olacaktır. “Daha” nın sonu yoktur, tüm rekorlar bir gün aşılır. İlk olan her şeye farklı bir ilk ile yanıt verilir.

İncinirsin çünkü aslında incinen egondur. Niçin karşılık alamadığın, başaramadığın, kabul edilmediğin, birinci olamadığın, zirveye çıkamadığın için kendini suçlamaya, kendini lanetlemeye götüren, kendi egondur.

Sen idealleri, sahte olanı, gölgeleri kovaladığın zaman, yapay, sahte olana yenildiğin zaman egon hep incinir. Hakiki olandan, hakikatle kendini yaşamaktan korkarsın.

Ego hep zirveye oynar. O hep daha yükselmek, daha başarılı olmak ister.

Ego, “daha”nın oyunudur. O yüzden her şey hep biraz eksik kalır, eksik gözükür.

Güç, iktidar hırsı, para arzusu, kariyerizm hırsı egonun oyunlarıdır. Yetinmek sevinç verir, derin bir tatmini içerir ama ancak egoyu bıraktığın zaman bu tatmini yaşayabilirsin.

Toplumun oyunlarını fark ettiğin zaman, tuzağa düşmezsin. Toplum, egon sayesinde seni yönetir ve toplumun oyunu, daima “daha yukarı” oyunudur.

Herkes yukarı doğru tırmanmaya, tutunmaya çalışır ancak zirvede herkese yetecek kadar yer yoktur. Herkes zirvede olursa, ego bundan zevk duymaz, kendini özel hissetmez.

Hiçbir şey eşitlik kadar egoyu yaralayamaz.

Everest’e çıksan bile bu yeterli gelmeyecektir. Ölümüne rekabet, senin hep yarını beklemen, idealler, gölgeler peşinde oyalanman ve hakikati fark edip uyanmaman için bir oyundur.

Ego, senin hakikat olarak kabul ettiğin sahteliktir, yalandır.

Gerçekten hakikatini keşfettiğin zaman, bir birey değilsin; evrensel olduğunu, bütün olduğunu, birliği hissedersin.

O zaman, sana “Sen kimsin?” diye sorduklarında sessiz kalırsın çünkü ifade edeceğin bir ismin olsa bile sen bütünden ayrı değilsin.

Dağın zirvesine tırmanmana gerek yok. Dağla bütünleştiğini, dağ olduğunu kavraman yeterli.

Bir Zen şiirinde dediği gibi:

Kuşlar yitip gitti göğün ucunda.

Son bulut da boşanıyor şimdi.

Oturuyoruz baş başa, dağ ve ben,

dağdan başka bir şey kalmayana dek sonunda.


(Li Po)


Ne zaman birileri seni zirveye çağırsa kendi dağını anımsa. Çünkü sen özünde tüm varoluşsun.

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..