Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '09

 
Kategori
Siyaset
 

0.-3. Liberalizmler

0.-3. Liberalizmler
 

google görsel


0.-3. Liberalizm Dalgalarının Türkiye Toplumunu Parçalaması

Sıfırıncı liberalizm, Menderes-DP akımı idi. Aslında ne Menderes, ne de Bayar liberal değildi. Zaten yıllarca CHP milletvekilliği yaptılar. Atatürk’ün Serbest Fırka deneyimi gibi, İnönü de 1946 seçimlerinde dersini öğrenmiş olarak, DP’nin kazanmasına izin vermedi. Ne kadar haklı olduğu, 1950-1960 arasında ortaya çıktı. Aslında feodal bir senyör olan Menderes, 1950’lerde o zamanki adıyla 1. Dünya’nın bile beceremeyeceği işlere kalkıştı.

Ve yanıldı. Ve asıldı.

Ardından gelen Demirel-AP asla liberal olmadı. Derslerini onlar da almıştı. Demirel iktidarda olduğu tüm yıllar boyunca, kendisini köylülerin iktidar yaptığını açıkça belirtmekten çekinmemiştir. Öyle ki 1993’te artık gecekonduluların ya da neo-kentsoylu adaylarının oylarını alamadı.

Özal çok taraflı oynadı. Demirel ile çalıştı. 1980 darbecileri ile çalıştı. 1983’te ise, ters köşeden sıyrılarak golünü attı. Her ne kadar bu konuda Evren’in 1983 seçimlerinin hemen öncesinde yaptığı, MDP lehine aşırı dozlu bir konuşması, kendi kalesine atılan bir gol olduysa da, Özal yine kazanırdı, çünkü kazandırtılırdı.

Özal 1983, Çiller 1993, Erdoğan 2003 oldu.

Erbakan, MNP, MSP, RP, FP ataklarıyla en fazla partisi kapatılan parti başkanı olma rekorunu yakaladı.

Erdoğan, Erbakan’ın kapamadığı repliği kapıp, suflesini doğru yönden aldı.

Her üçü de muhafazakar, liberal ve demokrat olduklarını ileri sürdüler. Oysa, bunların herhangi ikisi birarada var olamaz, tanım kümeleri elvermez.

Özal, ümüğünü devletin derin sıktığı bir seçmen kitlesi bulduğu için, aradan sıyrılıp geçti.

Çiller, Demirel’in inayetiyle aradan sıyrıldı. Demirel, Özal’ın Akbulut hatasından ders almayıp, kendi ağzıyla itiraf ettiği gibi, hayatının en büyük hatasını yaptı. Bugün yargılananlar, yapacaklarını o zaman yaptılar.

Erdoğan ise, CİA patentli ‘ılımlı İslam’ cingılının assolisti olabildi. Gül ile yaptığı düetler tarihe geçti. İkisi de birbirinden sıyrıldığını sandı ama ikisi de yanıldı. Tarihin daha çok cilveleri var. Filmin sonunu yazmayalım, seyirci bozuluyor. Tarihi tren niyetine seyretmeyi daha çok seviyorlar.

Tüm bu süreç içinde, 26 yılda 20 milyon kişi kentlere aktı.

Sanayi, İstanbul ve Anadolu odakları arasında açık savaşa dönüşecek biçimde, sıçrayarak gelişti. Oysa ki 1960’larda DPT bunları çoktan halletmişti ama devlet kapitalizminin planlarını ‘liberalizm’ diye herkese yutturabildiler.

Sonra en büyük hata geldi: Neo-globalizme entegre olunacak sanılan Türkiye, tüm üretim güçlerini yitirdi.

Tüm bu aşamalar sırasında, reel sektörün yerini sanal sektör aldı. Öyle ki sanayi küçülürken, bankalar hala karlılık zirvesinde seyrediyor. Bunun nedeni belli: Ürettiğinden çok tüket ve bit.

Deniz gerçekten bitti.

İstanbul’u 3. Köprü ile 30 milyon nüfuslu bir köy yapma planının tüm vidaları sökük durumda: 1983-2007 arasında herkes iş buluyordu ama artık iş yok. Özellikle de nitelikli işgücüne hiç yok.

Gözlerinde dolar işaretleri, sınıf atlama hayalleri, televizyon dizileri derken, kitle tümüyle laçkalaştı, dizginden çıktı. Ahlak erozyonu değil, tükenmesi yaşandı.

İşin en hoş yanı da, bunu muhafazakarların becermiş olması: Koskoca aie kurumunu 20 yılda, ‘3 kuşak birarada’dan, ‘tak sepeti koluna, herkes kendi yoluna’ sokak çocukları aşamasına getirdiler.

Tüm bunlara, Dünya’nın çok açıkça yaşadığı bir parçalanma yaşandı:

Proto-feodal (göçer), feodal (tarım / köy), sanayi (kent), post-sanayi (bilgisayar ve internet) kültürel modları, uzlaşmaz biçimde birbirinden uzaklaştı.

Dünya, G-8 ve diğerleri yerine, 1 milyar internetli, 2 milyar cep telefonlu, 1 milyar gecekondulu, 3 milyar köylülü / göçerli duruma dönüştü.

Türkiye, bunu son 10 yıldır nüfusu kabaca eşit olarak dörde bölünerek sürdürüyor.

Bu durumda, herkesin birbirine silah çektiği mafya planlarına benzer bir duruma geldik.

Gerçek bireyler yetişmediği için eksoduslar (çıkış) yaşanmadı. Alamancılar 40 yılda Almanca öğrenmedi. 30.000 siyasal 12 eylül sürgünün gözü hala Türkiye’de siyaset yapmakta. Herkes realiteden feci kopmuş durumda. İnkar ve yalan kültleri egemen. Tüm oylar satılık.

Bu durumda ne olur?

Fetret Devri olmadan İstanbul alınmadı, ABD İç Savaş yaşamadan tam emperyalist olmadı.

Yaşanan şudur: Tüm toplum bilgisel saçmalığa vardı. Zihinler hiçbir işlemde bulunamıyor. Akil adam yok. Paralı iktidar seçkinleri, toplumu nasıl yöneteceğini bilemiyor.

Genelde sürünün uçurumdan düşmesi gerekir ama çevremizdeki 40 ülke bizden daha berbat durumda, o yüzden dış basınçla birarada duruyoruz. Ya biz de parçalanırız, 1 milyar karanlığa girer; ya da 2018’liler veya 2028’liler çıkış yolunu yaratır.

Eskiden hep paranın yokluğundan yakınılırdı. Şimdi para akıyor ama kültürel açıdan hala bomboşuz.

Bana 50 yıldır kötülük yapan ülkeme beddua etsem, bundan çok daha azını ederdim. Şimdi, artık yangında kurtarılacak tek bir ‘ilk kalem’ yokken, rakımı ramazanda doldurmuş, Nasreddin Hoca’nın hesabıyla küplerin gümbürtüsünü seyreyliyorum.

Fikrimi soran yok, ben de ortaya üç buçuk karışık yazıyorum işte.

Dipnot: Bu metin yazıldığında, İstanbul seli ve naklen yağma olayları vuku bulmamıştı. Sözünü ettiğim kendini dağıtma, işte tam da odur.

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..