Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Mayıs '08

 
Kategori
Haber
 

1 Mayıs: İşe gidelim dedik, biber gazını yedik!

1 Mayıs: İşe gidelim dedik, biber gazını yedik!
 

Bütün dünyada barış içinde kutlanan 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı devletimiz her yıl olduğu gibi bu defa da emekçilere zehir etti. Mecaz değil, düz anlamında "zehirlenme". Resmen biber gazıyla zehirlendik. Parlamentomuz, dünyanın çoğu ülkesinde tatil günü olan 1 Mayısın tatil ilan edilmesine izin vermedi. Dolayısıyla ben de herkes gibi mecburen işe gelmek zorunda kaldım. Evden de bu amaçla çıktım ama o kadar yolu geldikten sonra işyerinin elli metre yakınında polis barikatına takıldım.

Polis, bölgeyi yalnızca araç trafiğine değil yayalara da kapatmıştı. Göstericilere izin vermek bir yana yakındaki işyerlerine gitmek isteyenleri bile bırakmıyorlardı. Çevre yollardan gelip Taksim’e ulaşmak isteyen kitlelerin önü daha Taksim’in birkaç kilometre uzağındaki cadde ve sokaklarda kesiliyordu. Hadi Taksim meydanı yasaklandı Şişli de mi yasaktı? Bilenler bilir, Şişli’yle Taksim arası birkaç kilometre vardır. Anlaşılan devletin niyeti İstanbul’da Taksim’i bahane ederek direkt emekçilerin gösteri ve yürüyüş hakkını engellemekti. Maç sonrası göstericilerine, yılbaşı tacizcilerine ardına kadar açık olan meydan işçi ve emekçilere yasaktı. Hatta sadece Taksim değil, bütün İstanbul...

Taksim’e yürümeye niyetlenip gidemeyen kalabalıklar bulundukları yerlerde birikip slogan atmaya başlıyorlardı. Ben de madem işe gidemiyorum bari bir çalışan olarak gösteriye katılayım diye düşünüp o tarafa doğru yürümeye başladım. Ama ben kalabalığa karışmak üzereyken polis, cop, biber gazı ve su sıkan tankerlerle göstericilere müdahale etti. Ortalığı yoğun bir gaz kokusu ve duman kapladı. Gözlerimiz ve boğazımız yanmaya, burnumuz akmaya başladı. Göstericiler kaçışıp başka bir yerde yeniden bir araya gelmek üzere dağıldı. Bir yandan da fotoğraf çekmeye çalıştım. Bir süre polislerin ve Taksim’e yürümek isteyen kitlelerin arasında gezinip durdum. Eskiden beri bu tür gösterilerde karşılaşıp artık aşina olduğum kimselerle selamlaşıp ayak üstü ufak sohbetler yaptık.

Kimse ne yapacağını bilemiyordu. İnsanlar birbirinden kopuk vaziyette yirmi kişi bir yerde, elli kişi bir başka yerde polis barikatını aşabilecekleri bir gedik arıyor ama bulamıyorlardı. Doğrusu devletimiz vatandaşının en doğal haklarından biri olan gösteri ve yürüyüş hakkını engellemekte gayet başarılıydı. Ancak aklıma hemen dört gün önce Sakarya’daki DTP toplantısını basma girişimi geldi. Devletimiz orada <ı>nedense bu kadar başarılı olamamış, 1 Mayıs göstericilerinden çok daha az sayıdaki linç kalabalığını zamanında dağıtamamış, yüzlerce kişinin bir düğün salonunda mahsur kalmasını ve içlerinden bir kişinin ölmesini engelleyememişti. Bütün ülkeyi bir etnik çatışmaya sürükleme potansiyeli taşıyan, ikinci bir Sivas Madımak Oteli katliamı yaşanmasına ramak kalmıştı.

İşçilerin Taksim’e yürüme girişimi sonuçsuz kalacak gibi görünüyordu. Eve dönemezdim, bari başka bir yoldan işyerine ulaşmaya çalışayım dedim. Ancak çalıştığım büronun bulunduğu blokun etrafındaki polis çemberini aşamıyordum. Bir sürü alternatif giriş noktasını denememe rağmen başaramadım. Polis, yaklaşıp laf anlatmaya çalışanları dinlemiyordu bile. Öylesine gezinip epey vakit geçirdikten sonra nihayet abluka biraz gevşedi de gelebildim. Ama atılan gazlardan işyeri de nasibini almıştı. Büronun içinde de insanın genzini yakan bir hava vardı. Dünyadaki bütün demokratik ülkelerde barış içinde, şenliklerle kutlanan, emekçilerin birlik ve dayanışma günü 1 Mayıs, bizde devletin emekçilere tahammülsüzlüğü yüzünden alıştığımız biçimde yasaklar, itiş kakış, kavga ve dayak görüntüleriyle geçti.

1 Mayıs 1977’deki Taksim meydanı katliamının sorumlularını bulup yargı önüne çıkaramayan devlet, otuz yıldır bu günü emekçiler için yasaklarla, asker-polis ablukası, dayak, gaz, baskı ve gözaltılarla cehenneme çeviriyor. Çalışma süreleri açısından dünyadaki en kötü ülkeler arasında yer almamıza rağmen tatil günlerinin fazla olduğu bahanesiyle 1 Mayısı tatil ilan etmekten kaçınıyor. İş Kanunu’nun haftalık çalışma süresini 45 saat olarak öngörmesine karşılık birçok işyeri ve işkolunda bu süre 60-70 saati buluyor. Fazladan çalışılan süreler için ya hiç ücret ödenmiyor ya da komik ücretlerle geçiştiriliyor. Milyonlarca işçi kayıtdışı, hiçbir sosyal güvenceye sahip olmadan kötü şartlarda çalışıyor. Birer “iş cinayeti” halini alan iş kazalarına karşı devlet ne sorumlulardan doğru dürüst hesap soruyor ne de yeni cinayetleri önlemek için etkili tedbir alıyor.

Peki Taksim meydanını fetiş haline getirmek doğru mu?
Bu noktada emekçiler olarak bir soru da kendimize sormamız gerekiyor. Dünya işçi sınıfının mücadele geleneğinde yüz elli yıllık köklü bir yeri olan 1 Mayıs tam da emekçilerin bu sorunlarının en güçlü sesle dile getirileceği bir gün olabilirdi. Ancak bizde bazı sendika, parti ve işçi örgütlerinin ille de Taksim meydanı inatlaşması bütün bu konuları geri plana atılıp her şeyin bir çeşit “Taksim’i fetih” olayına indirgenmesine neden oluyor. Evet 1 Mayıs kutlamaları bütün demokratik ülkelerde kentlerin en büyük meydanlarında yapılır. İstanbul’da da 1 Mayısın Taksim meydanında kutlanmak istenmesi gayet doğal ve haklı bir taleptir. Ama devlet her yıl çeşitli bahanelerle bu girişime izin vermiyor. Bütün kolluk gücünü Taksim’e yığıp meydanı kendi vatandaşına yasaklıyor. Göstericilerin meydandaki bu ablukayı yarıp orada bir gösteri yapması bugüne kadar mümkün olmadı, olması da zor. Bu konuda devlet yüzde yüz haksızdır. Ama emekçi örgütlerinin de bu şartlarda orada gösteri/kutlama yapılamayacağını bile bile ille de Taksim’de kutlayacağım diye inatlaşması doğru mudur? Bence değil. Bu inatlaşma nedeniyle Türkiye’de 1 Mayıs, uzun bir süredir göstericilerle polis arasında kovalamaca oynanan bir gün olarak bilinir hale geldi. Taksim meydanı sorunu işçi sınıfının öteki bütün sorunlarının önüne geçti. 1 Mayıslarda kamuoyu emekçilerin yaşamsal sorunlarını değil, Taksim çevresinde yaşanan arbedeye odaklanıyor. Polis meydanı nasıl kuşattı, çatışmalarda kaç kişi yaralandı, kaç kişi gözaltına alındı vs o gün sadece bunlar konuşulup geçiliyor.

Halbuki 1 Mayısta ülkenin başka şehirlerinde de işçiler meydanlara çıkıyor. Bu meydanlarda sorunlarını dile getirip taleplerini haykırıyor. Onlarla ilgilenen yok. 1 Mayıs öncesi ve sonrası medyanın gündemindeki konu “Taksim”den ibaret. Taksim inatlaşması her şeyi bastırıp esas sorunların gündeme getirilmesinin önüne geçiyor. Oysa amaç nerde nasıl olursa olsun 1 Mayıslar emekçilerin üretimdeki ve toplum hayatındaki yaşamsal rolünü herkese gösterebilecekleri gün olmalı. Taksim civarında gösteriye niyetlenip şiddetle engellenen birkaç bin kişilik kalabalığın değil, başka bir meydanı dolduracak milyonlarca emekçinin sesi çok daha net bir mesaj verir. Enerjimizi sadece Taksim'i fetih için değil emekçi kitleleri alanlara toplamak için de harcamalıyız. Bugün Türkiye’de çok büyük bir kesim 1 Mayısı polisle gösterici grupların kavga ettiği bir gün olduğunu sanıyor. Emekçilerin asıl muhatabı olan sermaye sahipleri ve düzenin temsilcileri ise olan bitenle hiç ilgisi yokmuş gibi kenardan izliyor. Bu kısırdöngüyü kırmamız gerek.

Her şeye rağmen bütün emekçilerin 1 Mayıs Bayramını kutlar, gelecek yıllarda bu günün amacına uygun biçimde, birlik, mücadele, dayanışma içinde geçmesini dilerim.

Dünyanın bütün dillerinde, “Yaşasın 1 Mayıs!”
...


Resim: Celal Çelik

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..