Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Ağustos '07

 
Kategori
Felsefe
 

10 kasım yaklaşıyor...

10 kasım yaklaşıyor...
 

Söylev öylesine atılan bir nutuk değildir..!

Türkiye Cumhuriyetine gönülden bağlı her Türk evladının muhakkak özümsemesi gereken Ulusal, Toplumsal, Kitlesel ve beraberinde maneviyatı son derece yüksek, devrim tarihinin ne şartlarda, nelere rağmen gerçekleştirildiğinin tüm dünyada bilinen, külliyatı sayfa sayısından (1010) ibaret olmayan, evreleri (anlatımı toplamda üç evredir), içeriğiyle nasıl tam bağımsız bir Türkiye Cumhuriyeti mücadelesi verilmiştir gösteren, izanı olmayan, aklı tutsak olana aklın yolunu bulmasında rehber, ortak aklı benimseyenin, vatanını tarihsel dokusu ile varoluşunda verilmiş mücadelenin esasını kavratacak, en hakiki hitap metni olmasının yanında, tüm dünyada mazlum halklara kutsal kitap niteliğinde gerçekler üzerinden yol gösterici olmuş, son yüzyılın bir millete mal olmuş edebi ve tarihi eseridir...

Bu eserin Baş Yazarı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür...

Bu eseri ile ilgili sözü onun insancıl yönünün, yaptıklarını, başarıları ve sair her ne olursa olsun takdiri kendisi dışındakilerin sözlerinin yansımasına bırakabilecek kadar da mütevazı bir kişiliktir..!

“Amacım, devrimimizin incelenmesinde tarihe kolaylık sağlamaktır”

Söylev ilk olarak 1927 yılının ekim ayında Türk Tayyare Cemiyeti (Türk Hava Kurumu) tarafından 50 bin sayı basılmıştır.

Henüz Gazi Mustafa Kemal sanı ile 1927 yılnda, Cumhuriyet Halk Partisinin ikinci kurultayında 15-20 Ekim tarihleri arasında altı günlük sürede, Türkiye Büyük Millet Meclisinin büyük salonunda bizzat Atatürk tarafından aktarılmıştır...

Bu eserin Baş Yazarı 1911 Trablusgarp 1912 Balkan 1914’de başlayıp çok sayıda cephede süren 1.Dünya savaşında da dört yıllık bir sürecin sonunda bitme aşamasına gelmiş bir ulusun içerisinden çıkmıştır...

19 mayıs 1919 sadece bir devrin bitip yeni bir devrin başladığı tarihten ibaret değildir, bu tarihi eserin başyazarının sayfa sayfa yazdığı eserinin de başlangıcıdır.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş destanının sayfa sayfa resmedilmiş hali olmakla beraber, her detayı belgeye ve gerçeklere dayanan, Türk insanına kaybettiği öz güveni yeniden aşılayan ebedi eserdir...

Kendinden sonra Türkiye Cumhuriyetinin temsilcisi olacak genç nesillere o zamandan bu zamana yapılmış öngörüsünü sadece hatipliği ve hitabetiyle değil, Devlet adamı, siyasetçi, asker, hukukun üstünlüğüne inanan yapısıyla bütünleşmiş irade, istek, inanç, alçakgönüllülük, cesaret gibi erdemleri de bünyesinde toplamayı başarabilmiş bir kişiliğin eseridir..!

Gazi Mustafa Kemal Atatürk bir put, bir peygamber değil, ona inananlar, onu anlayanlar, ona gönülden bağlı olanlar put perest değil, söylevi, nutuğu tanrısal ayeti kelime değil, insan aklının hayran bırakacak yansıması olduğunu bilenlerin, okuyarak, aklını sağlıklı tutmada, ortak aklı muhafazada her daim baş vurduğu, baş ucu eseridir..!

Adı aydın, sanı aydın, namı aydın, aydın ama kalbi karanlık, gönül gözü kör, kulağı doğruya gerçeğe sağır ama aydın olanların onu anlaması, aydın sandığından dinlediğiyle aydınlandığını sanan aklı tutsakların yaşadıkları ve yaşamak istedikleri hayatın ebediyete kadar karanlık olduğunu anlamalarını ve kabul buyurmalarını beklemek, bu konuda beklenti sahibi olmak hayalcilik, okyanusu yüzerek geçebileceğini iddia etmek kadar akıl bilmezliktir.

İnsan ömründe 84 yıl, tam anlamıyla uzunca yaşanmış bir ömre isabet eden zaman dilimi olabilir, ama dünya tarihini gözlemlediğinizde bir ulusun köklü tarihini tarifte kısıtlı ve son derece dar bir zaman dilimidir...

O döneme atıfta bulunarak, toplumsal hafızamızın eksikliği, nesnel olaylarda sergilediğimiz bilgisizlik sebebiyle oluşan yetersizlik üstünden, o dönemin çok yakın tarihlerinde 1957’lerden başlayarak günümüze o dönem öncesi ve sonrasındaki haince yaklaşım farklılaşarak, genetiğinde değişim olmadan evrim geçirerek bu günlere gelmiştir..!

Eğer gerçekler ve gerçekleşenler üstünden oluşmuş bir toplumsal hafıza var ve ortak akıl üzerinden hareket ediyor, kendini geliştirirken medeni ve muhassır medeniyetlerin önünde görüyorsa, fiziksel değil düşünsel anlamda gerçekleşen evrim, zaten Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün belirlediği, bu güne kadar göz ardı edilen en önemli ilkesi devrimciliği tarif eder ki, diğerleri bu ilkenin teminatıdır..!

Bu güne kadar yapılan, onun zamansız vefatı sebebiyle bıraktığı emaneti, taşımakta yetersizlikleri bu güne kadar yansımış örneklerin, teminata ve onun getirilerine saldırmak yada koruma(?) şeklinde davranış bozukluğu belirtileridir...

O teminatlar ancak ve ancak devrimcilik ilkesi kullanılarak, devreye her gerektiğinde alınarak, geliştirilerek muhafaza edilebilir ve kıymetleri kaybolmaz.

O günde, o günün sonrasında da, 1951-1957 sırası ve sonrasında da kuvvetle, şiddetle yapılan ve günümüze kadar da yapılanlar bu davranış bozukluğu, milli şuur eksikliği, toplumsal hafızadaki ortak akıl eksikliğinin tezahürü şeklindedir...

Ortak akıldan rahatsız olan namı aydınlar ve onları kendilerini anlayan aydınlar kabul eden karanlıkta kalmış tutsak akıl sahibi bedenler ne der, neler der..?

Köklü toprak reformu yapılmamıştır...

Köklü ekonomik reform yapılmamıştır...

Köklü sosyal reform yapılmamıştır...


Ben ne derim, Allah’a nadiren birilerine ulaşsın diye ettiğim bedduamı iadeli taahhütlü dile getiririm..!

E be izansız, sen nasıl bir insan evladısın ki o tarihin gerçeklerini görmezden gelme hakkını kendinde bulursun?!

1911-1922 de dahil, arasında son derece yaygın bir coğrafya da, son derece kıt şartlarda, bölgesel cephe savaşlarının arkasında, birde 1. Dünya Savaşı yaşayıp sonuçlarını en ağır biçimde yaşamış bir halkın torunu olduğunu bilmez misin?

Misak-ı Milli sınırları içerisinde kaç tane yanmamış, yarı yıkık, düşman topunun şarapnelinin parçası değmemiş ev kalmış idi bilmez misin?

Sadık Teba’dan, Asri ırk-Teba’dan insanlarımızın hangi fakru zaruret içerisinde hepsi birbirinden kıymetli evlatlarını kaybettiğini, gelecek için gereken akil adam sayısının darlığını, bunca eziyet mağduriyete rağmen hala bu mücadele için her şeyini vermiş bir insana, suikast girişimlerini, karşı çıkışları, ayaklanmaları, devlete baş kaldırmaları, ayakta kalandan verilene, ayakta tutulmaya çalışılana verilen zararları bilmez misin?

Bunca zora meşakkatle katlanmış, ruhu çılgın derecesinde özgür bir halka komünizm gibi bir siyasi iradeyi yakıştıramayan, bu insana ancak Emperyalizm yanlısı bir kapitaliste yapılacak zulmün yapıldığı bir dönemde, halen Osmanlının feodalizm yanlısı grupları ile onların askeri hakimiyetinin baskısı, bunların ruhbanlaşmış din görevlilerine anlaşılmaz bağlılıkları, halka rağmen, halkı için, siyasi risk, hayati risk alabilmiş bir insana, bunu reva görmek, o dönemin Cehaletinin de önünde bir cehalettir, bilmez misin?

Tüm bu Hille-i Şeriye içerisinde dahi en temel zulüm konusu üzerinde, laisizm üzerinde yaptığı çalışmayı tamamlamayı başarmış olması bile, başlı başına bir insan evladının ayakta saatlerce alkışlaması gereken bir başarı iken, şeriat hukukunu-İslamiyetin dini gereklerini birebir yansıtan halinin uzağında, yerel ve ruhbanlaşmış, dini yozlaştıran halini, yaşadığımız ve yaşayacağımız çağ/çağların gereği olarak kaldırıp, esas alanına iadesini sağlamak, ortak aklın kabulü ile gerçekleştirilmiş sistem içerisinde, hem ulusal hem de uluslar arası hukuka, ortak akıla attığı adımın o dönem ve o Toplumsal/Ulusal ruh hali içerisinde başarılmış olmasının ne demek olduğunu, bilmez misin?

Gerek iktisadi anlamda, gerek sosyolojik anlamda gerekse toplumsal bilinç oluşumu ortak hafıza, ortak akıl ve bütünleşmiş nesiller arasında, kuşaktan kuşağa aktarılan değerler manzumesinin hayatiyetini korumak için Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Laiklik yeterli kavramlar değildir, bütünün muhafazası için gereken Halkçılık, Devletçilik ve Devrimcilik ilkelerini, 1937 yılında, ilk Anayasamızın kabulünden yıllar sonra koydurduğunu, halka rağmen, halkı için, halkının ekonomik-sosyal-kültürel değişim ve gelişiminin önünü tıkayacak gelişmeleri, halkından uzak tutmak için koydurduğunu, bilmez misin?

Bahse konu şartların gerçekleştiği ülkemizde o günün şartlarını yok sayıp bu günden o güne, bugünün şartları çerçevesinde projeksiyon tutmak, yargılamak hatta küçümseyen ifadeler kullanmak, en hafif ölçekle, nankörlük olacaktır!

O dönem içerisinde ortak akıl, toplumsal bilinç gibi kavramlar hepten uzak olduğu gibi sendika, sivil toplum kuruluşları, sosyal yapının gerekleri olan dernekleşme faaliyeti bile oluşmamış bir halde iken üstelik..!

O döneme atıfta bulunan ikinci(?) cumhuriyetçiler, ismen aydınlar, aklı tutsaklar yaşadıkları içerisinde o döneme ait eksikliklerin giderilmesi yönünde bir çaba sarfı içerisinde olmadıkları gibi, bu yönde samimi olan kişi/kişilikleri de yaşadıkları hayatı yaşanılmaz kılmak adına her türlü desise ile insanlıklarından şüphe eder hale getirmişlerdir, bilmez misin?


İstiklal mahkemelerini, halk düşmanı emperyalistlerin güdümündeki kukla mebusan meclisi üyelerinin, önceki uygulamalarının toplumsal hafıza içerisinde gerçekler ve gerçekleşenler üstünden yerleşmesini engellemede kullanmış, aslında halk düşmanı, din düşmanı, halk kahramanlarının idamını yapan emperyalistlerin ortağı şeklinde halka yansıtmış, alt hafızaya ileriye dönük düşünceyi sakat bırakacak yara aldırmışlardır, bilmez misin?

Bilinmelidir ki o dönemin yargılanan ve idam edilenlerinin zürriyeti ve müritleri son elli yıllık dönemde öngörülemeyecek merhaleler kat etmiştir.

Aslında öngöremeyen rahmetli Atatürk’ün arkasından yürütmedeki yetersizler ve rehaveti devam ettirenlerdir.

Belki de gençliğe hitabeyi dile getirirken ilk uyarım, benden sonra ilk görev alacak olanadır, bu yönde ihtimali olanın, bunu gençlerden önce daha da dikkatli dinlemesini temenni ederim demeliydi...


Söylev öylesine atılan bir nutuk değildir..! (ikinci bölüm)


Ama burada daha da önemli olan husus, benim şahsi kanaatim odur ki;

Hangi sebeple olursa olsun, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü anlamaktan uzak duranlar, yaşadığı hayat şartları sebebi ile anlamak ve sahip çıkmak adına adım atamayanlar, o dönemde de bu dönemde de, bundan sonrasında da olmuş olan, olacak riyakarlara, din tüccarlarına, siyasi dalkavuklara, yardakçılarına, yöneten-yönlendiren işbirlikçilerine, ulusal-uluslar arası uzantılarına, şerefi, haysiyeti, onuru paraya tedavül etmiş et yığınlarına karşı olan çaresizliklerini yenmek adına, kararlı bir adım atmaktan geri duranların korkaklığından cesaret alan "Derin İlişkiler İmparatorluğunun" zombilerine boyun eğip, halka rağmen, halkı için, alınabilecek her riski almış bir devlet adamını, uluslar arası takdiri aşikar bir siyaset adamını, dünyanın, dehası ve komutasına şapka çıkardığı askeri kişiliği, halkı için en önemli hukuki atılımları başarı ile yapmış, terazinin kopuzunu kaçırmamış bir hukukçuyu, halkın içinden, halktan, oligarşik-feodal-monarşik-otoriter-totaliter yapının içerisinden soy bağı-kan bağı esasına göre değil, halkı için halkın içinden, tırnakları ile kazıya kazıya, her dakikası halkı için harcanmış bir hayatın sahibi olan halk adamı, devlet adamı, sizin gibi etten-kemikten, Allah’ın verdiği ruhla can bulmuş, ama özel olmayı başarabilmiş bir insanı anlamayı ertelemek, ötelemek yada yok görmek, her şeyden önce Allah’ın verdiği aklı reddetmek anlamına gelir, bilmez misin?

Aklı reddedenin görmeye, işitmeye, konuşmaya hissetmeye de ihtiyacı yoktur..!

İhtiyaçlarının ne olduğuna karar veren vardır, kararı alan uygular, uygulatır, yaşadığını sandığın şey hayat değil, hayatının sandığından öte bir şey olduğunu anladığında ise zaman senden olanı çoktan almış, kalan da sadece bir et yığınıdır...


İsterseniz söylev bize anlatsın bunun ne demek olduğunu...


Birinci bölüm...

İlk bilgi, ilişki ve düşünceler...

Özetin, özeti...


19 mayıs 1919 genel durum ve görünüm Osmanlı Devletinin de içerisinde bulunduğu Bağlaşık Devletleri grubu (Almanya, Avusturya-Macaristan ve Bulgaristan) Dünya Savaşında yenilmiş, Osmanlı Ordusu her yerde zedelenmiş, koşulları son derece ağır bir Ateşkes antlaşması imzalamıştır!

... Ordunun silah ve cephanesi alınmış, halen de alınmaya devam edilmektedir. İtilaf devletleri (İngiltere, Fransa, İtalya) Ateşkes anlaşması şartlarına uymuyor...

...itilaf donanmaları İstanbul’da...

...Adana’da Fransızlar...

...Urfa Maraş Antep’te İngilizler...

...Antalya ile Konya’da İtalyanlar...

...Merzifon ve Samsun’da İngilizler...

...Yunan ordusu 15 Mayıs 1919 İzmir’deler..!

Yerli Hıristiyan azınlıkların örgütlenmesi, İstanbul Rum Patrikliğinde kurulan Mavri Mira, beraberinde Yunan Kızıl haçı ...

Mavri Mira kurulunca yönetilen Rum okullar, izci örgütleri, yirmi yaşı aşkın gençlerle askeri yapılanma...

Ermeni Patriği Zaven Efendi düşünce birliği içinde Mavri Mira ile çalışıp, aynı yapılanmayı kuruyor...

Trabzon, Samsun, tüm Karadeniz kıyılarında Pontus çalışması var...

Trakya-paşaeli cemiyetinin İngiltere-Fransa mandası altında kurtuluş, bağımsız(?) bir Cumhuriyet fikri var...

İşgal altında olan doğu illerinde kıyım ve cinayetler var....

Azınlıklar sorunu ile yıkım ve yoksulluğun yıpranmasının giderilme yolları bulunmalı...

Doğu illerinde Rusların girişimine kadar Ermeniler ile ilgili koruyucu yaklaşım yerini şiddete bırakıyor, geniş haksızlıklar var, azınlıklara ve yerleşik Türk halkına...

Şark cephesinde yoğun olarak Türklük-Kürtlük-Ermenilik propagandası yapılıyor...

Fransızlar Le Pays (Memleket) adında Fransızca bir gazete yayınlıyor...

Hadisat Gazetesini kontrollerine aldılar...

Doğu illeri nüfusunda Ermeni Nüfusunun çoğunluğu yönünde resmi kayıtlara müdahale ve tahribat var...

Diğer yandan Ermenilere karşı toplu katliam yapılmış propagandası yapılıyor...

Diyarbakır, Bitlis, Elazığ, İstanbul’dan yönetilen Kürt Teali etkisinde, Kürt hükümeti...

Konya’da Teali İslam itilaf devletleri ile...

Lloyd George başkanlığındaki İngiliz Hükümetinin desteği ile kurulmuş İngiliz Muhipler Derneği Osmanlı Hanedanı Damat Ferit, Ali kemal, Adil, Mehmet ali, Sait molla ve başkan Rahip Frew Amerika güdümü isteyenler, İstanbul’da ileri gelenler...


Ordunun durumu...

Bu geniş yetkiyle beni İstanbul’dan sürüp uzaklaştırmak isteyenlere şaşırabilirsiniz...

Şakir paşa bu yönergeyi okuduktan sonra altına imza atmaktan çekinmiş var-yok mühürünü basmıştır...


Genel durum...

Düşman devletler, osmanlı devletine nesnel ve tinsel saldırmışlardır...

Ulus ve ordu padişahın ihanetinden habersizdir...

İngiltere, Fransa, İtalya gibi büyük ülkelerin gücü tedirgin edici...

Almanya, Avusturya-Macaristan ve Osmanlıyı yenmiş bir birliğe kafa tutmak akıl dışı...


Kurtuluş çareleri...

İngiltereye sığınmak...

Fransaya sığınmak...

Amerikaya sığınmak...

Yada, Ya Bağımsızlık Ya Ölüm!


Ulusun duyuncunda ve geleceğinde sezdiğim büyük gelişme yeteneğini, bir ulusal giz gibi kendi duyuncumda taşıyarak yavaş yavaş bütün toplumumuza uygulatmak zorundaydım...


Atatürk’ü anlamaktan geri duran vatandaşım..!

O tüm bu olumsuzluklara rağmen, kendi için güzel olanı değil, halkı için güzel olanı istediğinden, tutsaklığı kabul edecek kadar onursuz bir davranışın, düşmanın bile olsa ki sana saygısı olmayanın ne dostluğu ne düşmanlığı olabilir, reddetmiş, onursuz bir tutsaklıktansa, onurlu bir ölümü tercih etmiştir.


Sana saygısı olmayan bir insan seni sevemeyeceği gibi hakkın olan ilgiyide göstermeyecektir.

Yine sana saygısı olmayan bir insanın sa karşı duyabileceği tek bir duygu vardır, a da tiksintidir..!


Önümüzdeki siyasi-ekonomik-sosyal-kültürel süreçte, kuruluşumuzun gerçekler üzerine inşa edilmiş eserini satır satır, sayfa sayfa tekrar, bir daha, anlamadım arkadaş bir daha, anlamak istiyorum bir daha, bir daha okumalı, öncelikle Gazi Mustafa Kemal’i sonra ona niçin Atatürk dendiğini anlayıp, şimdiki zaman ve sonrasında bir Türk olarak neyle karşı karşıya olduğumuzu da anlamak için bir daha okumalıyız..!


Bu tarihi-edebi-ebedi baş yapıt, Fransızca’ya, Almanca’ya, İngilizce’ye, İtalyanca’ya, Portekizce’ye ve sair sayısız dile çevrilip o dilin halkları tarafından satır satır, sayfa sayfa defalarca okundu, Türk’ün onuru, haysiyeti, şerefi için gözünü kırpmadan ölümü kendine arkadaş edinebildiğini gördü, Atatürk’te Türk’ü gördü, o anladı, onlar anladı, bildi, onlar biliyorlar, o haddini aşmadı, onlar hadlerini aşamadılar, anlamayan bilmeyen haddini aşanlar, bizzat öz yurdundaki aklı tutsaklar ve onların yönlendiricileridir.


Dost olayım, dost olalım ama dost önce bana ben de ona saygı duyayım..!

Düşman olayım, hiç istemesem de olayım, olalım ama önce bana ben de ona saygı duyayım..!

Ne dost ne düşman, saygım yok sana, saygın yok bana, ben senden sen benden tiksineceksen, hiç yaşamayayım, yaşama, yaşamayalım...


Söz konusu Ülkem, Halkım, Ülküm olduğunda özü bağlar beni;

Ya istiklal Ya ölüm..!

Yurtta sulh Cihanda sulh..!

Ne Mutlu Türküm Diyene..!

Sözün özü; Ölçülememiş bir Türklük, Biçilemez..!

10 Kasım sabahı 09:05 her Türk evladının gözünden bir yaş damlasını hak eden en derin yasın yaşandığı gündür...

Saygılarımla, Aziz Türk Halkı..!

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..