Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Kasım '12

 
Kategori
Deneme
 

10 Kasım yas mı, anma mı, hesap verme günü mü?

10 Kasım yas mı, anma mı, hesap verme günü mü?
 

Antalya Mini Siti'de Anıtkabir


1-ON KASIM YAS MI, ANMA MI, HESAP VERME GÜNÜ MÜ?

Atatürk’ü kaybettiğimiz 10 kasım 1938’den bu yana, on kasım günleri onu anıyoruz. Başlangıçta 10 Kasım’lar yas günüydü. Bu büyük kaybın üzüntüsünü, yasını tutuyorduk. Sonra, anma günü oldu. Son yıllarda da, 10 Kasım’ların, anma ve hesap verme günleri olmasının daha doğru olacağı görüşünü benimsedik.

Fakat, 1938’den 2008’e, günün anlam ve önemini belirtme yönünde ortaya koyduğumuz bu aşamalara karşın, 10 Kasım’larda ortaya konulan faaliyetler açısından, önemli bir mesafe alamadığımız, ve hesap vermeye yanaşmadığımız da ortadadır.

Ben öğretmenlik yaptığım 35 yıl boyunca okullarda yaptığımız törenlerde ve illerde, ilçelerde genel yönetimlerin ortaya koyduğu etkinliklerde, fark eden bir şey göremediğim gibi, emekli olduktan sonra izlediğim basın yayın kuruluşları ve TV’lerde de farklı bir uygulama göremedim. Özellikle de işin hesap verme yönünü hiç bulamadım.

Öyleyse ne yapıyoruz 10 Kasım’larda derseniz: “Bol bol hamaset” desek, sanırım en doğru ve en kestirme yanıtı yakalamış oluruz gibi geliyor bana.

Önceleri 10 Kasım’larda onunla övündük de övündük, kaybettiğimiz için de dövündük de dövündük. Böylesine büyük bir dehayı bağrından çıkaran bir ulus olarak övünmek de ve böylesine büyük bir değerin kaybına dövünmek de hakkımızdı elbette.

Ama bu durum; gündemi, gerçeği ve gereğini yerine getirmeyi, gölgelemiyorsa tabi. Övünmek ve dövünmekle, ona karşı görevlerimizi yerine getirdiğimiz duygularına götüren, böylesi asılsız bir doygunluğa kapılmayı değil de, aksine; eserlerine daha bir şevkle, azimle, gayretle sahip çıkma arzusu yaratıyorsa, övünmenin de dövünmenin de bir zararı yok.

Peki, gerçek bu değerlendirmenin neresindedir; derseniz: Atatürk’ü mü kandırmaya çalıştık, yoksa kendi kendimizi mi kandırdık, bilemiyorum ama: geldiğimiz nokta, hiç bir açıklamaya gerek kalmayacak biçimde, yaşanan ve yapılanlarda bir kandırmaca olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

İsterseniz bu güne dek 10 Kasım’larda yaptıklarımıza, yaşadıklarımıza, anılarımızda saklı kalmış olanlara bir bakalım neler var orada. Neler yapıldı 10 Kasım’larda, hangi başlıklar yer aldı 10 Kasım programlarında.

Programın en mütevazı ve en gerçekçi maddesi Atatürk’ün hayatı. Evet ama bu zaten yedi yaşında, çocuk okula başladığı gün hayat bilgisi dersiyle başlayıp, tarih dersleriyle eğitim hayatı boyunca sürüp gidiyor. “Atam bak biz senin hayat hikayeni çok iyi biliyoruz” diye mi hesap vereceğiz ona? Atatürk’ün bizden istediği; eserlerine sahip çıkılıp, çağdaş düzeye çıkarılması mı, yoksa hayat hikayesini ne kadar bilip bilmediğimiz mi?

Programların sonra ki maddelerinde de Atatürk’ün yaptığı savaşlar ve bu savaşlarda sağladığı olağanüstü başarılarla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kurulması, en yüksek ses tonunda ve en belagatlı biçimde bağıra bağıra anlatılır ve dinleseniz de dinlemeseniz de, anlasanız da anlamasanız da bol bol alkışlanır. Gerçi eskiden yas günü olarak yapılan etkinliklerde alkış yasaktı ama şimdi artık serbesttir.

Bunu coşkulu şiirler ve devrimlerinin aynı hamasi duygularla anlatımı izler. Atatürk övüle övüle kutsallaştırılıp,  insanlardan uzaklaştırılır.

“E, ne var bunda? Bunlar gerçek değil mi; Atamızı övmeyelim ve onunla övünmeyelim mi? Bu gerçekleri söylemeyeli mi?” derseniz; derim ki size: zaten 23 Nisan’da, 19 Mayıs’ta, 30 Ağustos’ta ve 29 Ekim’de de aynı şeyleri söylüyorsunuz. Bozuk plak gibi aynı şeyleri yineleyip durarak, hesap vermekten, Atatürk ile yüzleşmekten kaçıyorsunuz. Bari hiç olmazsa 10 Kasım’larda Ata’ya hesap verelim, hatta hesabı Ata’nın huzurunda kendi kendimize verelim, yaptıklarımızla yüzleşelim derim.

Çünkü Atatürk, tüm dünyanın kabul ettiği bir deha olup, bizim özel bir günle hamaset kokan nutuklarla övgülerimize ihtiyaç duymayacak kadar yüksek bir noktadadır. Göstermelik sözde davranışlarla onu daha da yükseklere taşıma olanağımız olmadığı gibi, kendi kendimizi komik duruma düşürür ve ona da zarar veririz.   

Bırakalım hamasi nutuklarla ve Atatürk’ün yaptıklarıyla övünüp, gururlanıp bir coşku seline kapılıp kaybolup gitmeyi, biraz da biz ne yaptık; onun eserlerini geliştirip, üstüne bir şeyler koyabildik mi; sorularında bulacağımız (varsa) olumlu yanıtlardan coşku ve huzur bulmaya çalışmalıyız diye düşünüyorum.

Bu yüzden hesap verme günü olacaksa eğer, her 10 Kasım’da Atatürk’ün bize emanet ettiği bir eserini, ele alarak: “Bu eseri nasıl aldık ve ne kadar ileri götürdük, yoksa daha geriye mi düşürdük” sorularının, akılcı ve bilimsel bir değerlendirmeyle, gerçek ve samimi yanıtlarını bulmaya çalışmalıyız, diyorum. Örneğin bu 10 Kasım’da cumhuriyeti ele alıp değerlendirelim. Sonra laikliği, daha sonra da devrimciliği vs ele alalım.

Çünkü 10 Kasım’lar Atatürk’e, ya da kendi kendimize bir hesap verme gününe dönüşmedikçe, geçmişimizle yüzleşmeyi beceremedikçe, öylece avare ve umursamadan dönüp dururuz gerçeklerin çevresinde; ama bir türlü giremeyiz içine.

                                                                       10 Kasım 2008 Burdur

 
Toplam blog
: 81
: 702
Kayıt tarihi
: 21.11.08
 
 

Nazmi Öner 1946 yılında Burdur’un Bucak İlçesine bağlı Seydiköy’de doğdu. Seydiköy İlkokulu v..