Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Temmuz '12

 
Kategori
Öykü
 

100 çocuk, 100 hikaye... İkincisi: Beş kuruşum yok...

Görev yaptığım okullarda teneffüslerde Öğretmenler Odası'nda oturmak yerine, okulun koridorlarında dolaşarak sınıflardaki; koridorlardaki çocukları gözlemlemeyi ya da okulun bahçesine çıkıp öğrencilerle konuşmayı tercih ederim. Sınıflarda özellikle yarım ekmek arası kuru kuruya beslenme yapanlara içim gider, onlara ayran gibi içecekler alırım, eğer alacak imkanları yoksa. Yemeği olmayanlara da imkanlarım elveriyorsa çam sakızı çoban armağanı misalince yiyecek ve içecekler alırım.

Çocukluğumdan bilirim, katıksız beslenmenin ne olduğunu. Kendi köyümden komşu köyün okuluna gırtlağıma kadar kar altında gidip gelirken, annelerimizin sarıp dürüm ettikleri içi sadece azıcık peynir dolu ekmeklerin ya kara karışıp iyice hamurlaştığını ya da iyice kuruyup kemiğe benzediğini...

Bilirim darlığı, sıkıntıyı bilirim; ta çocukluğumdan!..

O yüzden de Vecihi Hürkuş'u iyi belledim. Nuri Demirağı, Nuri Killigil'i ve Kazım Taşkent'i de...

Öğretmenlikte epeyce eskidim. Köylerde de çalışma şansım oldu. Korunaksız çocukların okuduğu Türkiye'deki tek örneği olan bir okulda da geceleri görev yaptım. İşimizin esesı çocuktur. Günümüzde de en dertsiz olması gereken çocuklarımız da, ne acı ki dertli.

Yoksulluk var çocuklarımızın yaşamında. Anne baba çatışmaları ve yaşanmış ayrılıklar var. Anne ya da baba yitimi yaşamış çocuklar var. Hem annesini, hem de babasını yitirmiş öğrencilerimiz de var. Bunu yaşamış bir kız öğrencim vardı. Yuvada kalıyordu. Çalışkan, girişken; tam bir lider yapıdaydı; ama bu öğrencimizi mutlu edebilmeyi başaramadık. Yaşayamadığı o doyulmaz anne baba sevgisinin içten içe isyanını yaşıyordu. Hata yapardı, suç sayılabilecek davranışlarda da bulunurdu. Kendisine bir gün çok kızmıştım da bana:

-Sen kimsin lan?!.. Şimdi bir çakarsam sana!.. dedi.

Hoşgördüm. Sinirlendim ama içimde tuttum. Çünkü bu öğrencimin acısı çok büyüktü, bu acının üstesinden gelemiyordu.

Bir bahar günü okulun bahçesine çıktım. Dolaşan öğrencilerle konuşa, güle bahçeyi adımlıyoruz. Birden okulun bahçe duvarının dibinde ağlayan küçük bir kız öğrenciyi ayrımsadım. Okulun güneye bakan bahçe duvarının dibinde, kaldırım taşlarıyla çevrilmiş ağaçların kıyısındaki şeritteki taşın üstünde oturmuş. Bir avucunu sımsıkı tutmuş, her iki eliyle de, o sıkılmış eliyle de şapır şapır dökülen gözyaşlarını siliyor habire. Çünkü çok ağlıyordu ve gözyaşları durmak bilmiyordu. Sıkılmış o küçücük avucunun içinde bozuk paralar vardı. Akan gözyaşları o paraları da ıslatmıştı.

-Neden ağlıyorsun; kalk gel yanıma bakayım!.. dedim.

-Beş kuruşum yok, kek alacağım ama beş kuruşum eksik diye kantinci bana kek vermedi. Tam üç kez gittim, her seferinde de geri çevirdi beni...

Bu küçük kız öğrencimizin canı kek çekmiş, ama beş kuruşu olmadığından keki alamamış. Şansını da üç kez denemiş, denemesine ama gene de isteğini elde edememiş.

-Koy paraları cebine!.. Al şu mendili, sil gözlerini iyice, gel benimle... dedim.

O küçük eliyle elimi tuttu. Hızlı adımlarla kantinin yolunu tuttuk, kekimizi aldık. Öğrencimiz, az önce ağladığı kaldırım taşının üzerine oturdu, kekini sevinçle yedi. Zil çalmıştı, herkes sınıflarına doluşmuştu. Ben bu öğrencimi bekledim, keki yedi, sonra da elinden tuttum, sınıfının kapısını çaldım, farklı bir mazaret ileri sürerek öğrencimi de sınıfına bıraktım ve öğrencilerime döndüm.

O günden sonra bu öğrencim, manevi kızım oldu. Her teneffüs yanımda yer aldı. Annesiyle okula geliş gidişlerinde el ele gidip gelirlerken, beni gördüğünde annesinin elini bırakıp benim elimi tutarak gidip gelmeye başladı.

Çocukları sevmek, onları  sevindirmek ne kadar kolay!..

Hiç de unutmazlar biliyor musunuz, yıllara yıllar eklense de...

Öyle vefalı, öyle kadirşinas olurlar ki yaşamak gerek...

 

 
Toplam blog
: 323
: 2029
Kayıt tarihi
: 04.09.06
 
 

Yaşanan her hayat en iyi hayattır; yeter ki içinde kötülük olmasın!.. ..