Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '11

 
Kategori
Blog yazarları tartışıyor!
 

11 Eylül 2001 ve 12 Eylül 1980 arasında

11 Eylül 2001 ve 12 Eylül 1980 arasında
 

DENİZ GEZMİŞ VE DİĞERLERİ! (RESİM INTERNETTEN ALINMIŞTIR)


Pazar günü akşam saatlerinin hummalı koşuşturmasına kendimi kaptırmış, çamaşır makinesinden askıya, mutfaktan banyoya hızlı adımlarla zamanı kovalıyorum.  

Televizyondan gelen can hıraş seslere kulak kesildim. Elimde sepet çocukların ne seyrettiğini merak edip çöktüğüm pufun üzerinde karşılaştığım programın 11 Eylül saldırılarına ait canlandırmaların yapıldığı bir program olduğunu anlayınca, duyduğum haykırışlar içimi acıtır oldu.  

Çocuklar dikkat kesilmiş ve uçaklarda bulunan yolcuların aileleriyle yaptıkları son görüşmeleri dinliyorlardı. Kaçırılan uçaklardan ailelerini arayan insanlar ölümün yıkısından sevgi dolu mesajlarla sevdiklerinin içlerini rahatlatmaya çalışıyorlardı. Belki de öleceklerini bile bile son bir kez seslerini duymak için aramışlardı.  

Uçakların düşme sahnesi canlandırılırken, teröristlerin “Allahu Ekber” diye bağırdıkları sahneler gösterilmeye başladığında Ali daha dikkatle seyretmeye başladı. Tam kalkıp gitmek üzereyken “Neden Allahu Ekber diye bağırıyorlar?” sorusunu sordu.  

Tekbir getirenler teröristlerdi. Uçağı düşürme anında tekbir getirerek bağırıyorlardı. Ali, tekbiri getirenin terörist olmasını anlayamadı. Duygularının karıştığını fark ettim. “Müslümanlar mı?” dedi. Cevabını vermekle vermemek arasında gittim geldim. “Evet Müslümanlarmış anneciğim” dedim. Boğazıma basan yumruğun tükürüğümü yutmamı engellediği zor durumlardan biriydi.  

Günlük hayatımızda, çevrede gördüğü hayvan ve bitki dahil tüm canlılara merhametli yaklaşması ve hiçbir canlıya kötülük yapmamasının dinin gereği olduğunu öğretmeye çalıştığım oğlum, insanları öldüren teröristlerin Müslüman olmalarını anlayamadı.  

Haklıydı da. Ben de ilk duyduğumda inanamamıştım. Suçsuz, günahsız insanları Allah’ın adıyla katletme cesaretini gösterecek kadar bilinçsiz insanın aklından şüphe ederek durumu kabullenmeye çalışmıştım.  

Çelişkili durumların çocuklara açıklanmasında daha sonra karşılaşılabilecek durumlardan çekinirim. Ali’ye “Ama onlar Türk değil” deyi verdim.  

Garip bir şekilde Müslüman Türkleri diğer Müslümanlardan ayırıp suçluluk duygusundan kurtulmaya çalıştığımı da düşünüyorum.  

11 Eylül hakkında çocuğun sorduğu soruları düşünürken aklıma 12 Eylül darbesi geldi. Henüz on yaşlarındaydım. Sabah kalkmış ve sokakların askerler tarafından tutulduğunu, ekmek almak için bakkala gitmemize bile izin vermeyişlerini hatırlıyorum.  

Bir darbe çocuğu olarak, askerleri sokaklarda görmekten pek keyif almıştım o yaşlarda. Dönemin çocukları bir çeşit asker sempatizanı olurdu. Rap rap yürür. Selam çakar. Hatta okullarda beden eğitimi derslerinde kızlı erkekli guruplar halinde uygun adım yürüyüşler yaparak büyümüştük. Asker sevimliydi bizim için.  

Darbenin adından evde konuşulanlar ve televizyondan duyduklarımın çeliştiği ve büyüklerimin saçmaladığını düşündüğüm o küçük beynim, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayamaz bulanıp kalırdı.  

Darbe olmuştu. Ama ne olmuştu? Meçhuldü on yaşındaki çocukluk halim açısından. Gerçi benim çocuk olduğum zamanlarda kimse şimdi Ali’nin sorusuna karşı doğru bir cevap bulmakta yaşadığım çelişkiyi yaşamazdı.  

Yani ben “Neden darbe oldu? Darbe ne demek?” gibi sorular sorsam cevabı basit olurdu sanırım “Sen sus, çocuklar anlamaz” gayet basit ve kati bir çözüm değil mi? 

Hüzünler yaşanıyor ama açık açık konuşulamıyordu. Kimileri kaçıyor ama neden kaçtıklarını anlayamıyordum. Ülkelerini bırakıp gidenler vardı. İşkenceyi ilk duyduğum yıllardı.  

Anlayamıyordum, insanın ellerini kollarını iplere bağlayıp elektrik vermek, yok doğru olamazdı on yaşındaki halim bunu kabul edemiyordu.  

Falancanın kızı, filancanın oğlu asılmış. Kabuslara yatıyordum. Nasıl olurdu? Asker, benim askerim. Sokaklarda rap rap yürüyüp taklit ettiğim asker mi yapıyordu bunu?  

Karma karışık bir zamandı. Gazetelerden okuduklarım, televizyondan dinlediklerim ve evde konuşulanlar… 

Yasaklananlar, yasaklananlar ve yine yasaklananlar. Yasaklı ve yasakla tanışıyordum. Sokaktan akşam ezanından sonra gelmemek gibi bir yasak değildi. Okunacaklar, bakılacaklar ve konuşulacakların da yasaklıları olmuştu hayatımızda.  

Birbirlerine bağlayamadığım koca bir boşluk vardı aralarında. Adam ülkeyi kurtarmak istemişti, daha ne istiyorlardı anlayamıyordum. Keşke hiç anlayamayacak o çocukluk masumluğunu muhafaza edebilseydim. Anlamak eti delen ateşten tahta parçası gibi girerken kıymık kıymık batıyor insana. 

Ali’ye anlatırken Türk olmadıklarını özellikle vurgulamaya çalıştığım gerçeğini sonra kabullendiğim, olayı Türk ve Müslüman olanlardan soyutlayarak açıklama gayretim.  

12 Eylül’de asılanlar, işkence görenler, kaybolanlar…  

Ankara’da açılan Utanç Müzesi’ni gördüm. Geride bıraktıkları eşyalarına bakarken insanlığımdan utandım. Yarım bırakılmış hayatlar adına… 

Dar ağacı, Deniz Gezmiş ve parkası. Son mektupları. Onları yazarken bulundukları ruh hallerini düşünmenin boğuk nefesleri. Yarım kalmış sigara paketleri ve cüzdanlarından çıkan paralar. O paralarla yapmak isteyip de yapamadıklarını yapabilmenin suçluluğu. Gencecik insanlar, onları hayallerle büyüten analar…  

Ali ve ben. 11 Eylül saldırılarını yapanları açıklamakta yaşadığım sıkıntı. 

Ali kalkıp bana 12 Eylül darbesini ve katledilen onca genç insanı sorsa.  

Suçlarını, darbenin sebebini ve darbenin sebep olduklarını sorsa.  

“Onları asanlar, onlara işkence yapanlar Türk ve Müslüman değimliydi?” dese.  

Hala verecek bir cevabım yok. Ali’nin sorgulayamayacak olmasından ilk kez mutlu oluyorum.  

Sorgulayabilse cevap verirken utanacağım insanlığımdan ve utanacak olduğum insanlıktan kaçmaya mı çalşıyorum? 

Hesabını soranlara verilecek cevabımız var mı?  

Sadece yutkunuyorum. Boğazımda paslı bir tat bırakan 12 Eylül ve getirilerinden kurtulmak istercesine… 

Sağlıkla ve mutlu kalın 12/09/2011  

Gülay Mustafaoğlu  

 
Toplam blog
: 247
: 709
Kayıt tarihi
: 11.03.09
 
 

Buradayım işte. Yaşamın tam içinde. Her anın benim olduğunu bilerek. Yaşamın sadece "Şimdi" olduğun..