Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '09

 
Kategori
Güncel
 

12 Eylül - İki kadın - İki öykü

12 Eylül - İki kadın - İki öykü
 

*****


Metris'in içinde ve dışında kadınlar darbeye birlikte dayandılar

*

“ 12 Eylül'de yaşadıklarımız tabii ki kişisel değildi. Toplum olarak hepimiz kötü günler yaşadık ama nedense kadınlar bu süreçte pek görünür değiller. "

*

Özlem, 17 yaşında, lise son sınıf öğrencisiyken ' 81 Mart'ında Gayrettepe 1. Şube'de gözaltına alınıyor. Tam elli gün süren sorgulamanın ardından tutuklanıp Metris Cezaevi'ne gönderiliyor. Cezaevinden 1984'te çıkıyor.

*

17 YAŞINDAYDIM DAHA...

"12 Eylül'den sonra sağ kalanlardan biri olarak hayatıma devam ettim. Kendi yaşadıklarım dışında tanıklıklarım da var. Azı çoğu eksiği fazlası olmadan hepimiz işkenceden geçtik. 17 yaşındaydım, çocuktum ama işkencelerde söz konusu olan kadınlar olarak bedenlerimiz oldu. ”

GÖZALTI GÜNLERİ

" Kadınsınız. Bedeninizde sizi en fazla acıtacak neyse “ o”, son derece sitemli, hesaplı bir şekilde uygulanıyor. 7-8 kadının yaşadığı iki metre karelik, karanlık hücrelerde, elektriği, falakası, askısı, küfrü, tacizi, tecavüze yeltenilmesi vs. artık kamuoyunda da bilinen her türlü işkenceyi yaşıyorsunuz. Bu kadınlar birbirleriyle çok fazla konuşamadan yan yana yaşadılar."

DIŞARIDAKİ KADINLAR

"Şubenin kapısında 'BURDA YOK' cevabını günlerce dinliyorlar. Üstelik orada olduğumu bildikleri halde. Onların yaşadıkları acının büyüklüğünü sonradan anne olduğumda daha iyi anlıyorum. Bunun bir tek anlamı var. Yok edilmek üzere orada tutuluyorsunuz. Yok edilebilirsiniz. Ve bunun hesabını vermemek için zaten 'yok' olduğunuz yakınlarınıza söyleniyor."

*

METRİS GÜNLERİ

"Benim olduğum dönemde yaklaşık 200 kadar kadındık. Tabii birileri gidip birileri geliyordu. Mamak, Diyarbakır ve diğerleri gibi planlı, kurgulanmış işkencenin, politikaların uygulandığı zamanlardı. Onurunuzu kırmaya, aşağılamaya dönük davranıyorlardı. Sizi kişiliksizleştirme politikası. Sonra başka bir aşama, örneğin 'soyun' diyorlar. Karşı koyduğunuzda üstünüz, iç çamaşırlarınıza kadar yırtılıyor. Bedeninize saldırılıyor. Sonra askerlerin önüne atılıyorsunuz."

*

CIMBIZ OPERASYONLARI...

Özlem, taciz, edilerek, dövülerek havalandırmaya atıldıklarını, içeri alındıklarında yatakların eşyaların da parçalandığını, üzerlerine yağ, şişelerinin kırıldığını, yiyeceklerin saçıldığını anlatıyor.

Hasta olur, doktor isterdik, vermezlerdi. Cımbızın tehlikeli bir alet olduğu iddiasıyla koğuşumuz basılırdı. Pamuk isteriz özellikle vermezlerdi. Böyle günlerin, ayların, yılların geçtiği bir dönem."

*

AÇLIK GREVLERİ

"Yapabilecek bir şey olmadığı için insanlar da pasif savunma yöntemi olarak açlık grevleri yapıyorlardı. Sonrasında ölüm oruçları geliyordu. Bu insanların önlerine çizdikleri bir direniş çizgisiydi. Dışarıdaki kadınlar, annelerimiz başta olmak üzere onlar da belki de Türkiye'nin ilk insan hakları mücadelesini bütün adli makamlara başvurarak başlattılar." ( 1 )

*

Sevgili Özlem, 8 -10 ay görüşme yasaklarını, mektuplaşma yasaklarını da yaşamış ve anlatıyor.

Avukat ziyareti ya da mahkeme öncesi 'üzerlerinde herhangi bir şey olmadığını kanıtlamak için' çırılçıplak soyunmak gibi keyfi uygulamalar da yaşamışlar. Tutuklu kadınlar bu uygulamaları reddettiklerindeyse mahkemeye çıkamıyor ya da avukatlarıyla görüştürülmüyorlar.

*

"Ailenizle zaten görüşemiyorsunuz.

Sizi orada kıstırıp şunu diyorlar: 'Askeri tutuklusunuz. Bize komutanım diyeceksiniz.

Askeri tutuklulara ne yapılıyorsa onu yapacaksınız.'

Siz de siyasi tutuklu olduğunuzu söylersiniz. Ve orada çatışma başlar.

BİR DE HARBİYE MARŞI VE TÜRKİYEM ŞARKISININ SÜREKLİ DİNLETİLDİĞİ 40 GÜNLÜK AÇLIK GREVİ SÜRECİ AKLIMDA." ( 1 )

*

Özlem, yaşadıklarını anlatırken içeride kadın olmanın, kendine özgü daha başka bir anlamı olduğunu sürekli vurguluyor.

"Kadın olduğunuzda size uygulanan muamelenin farklı olması kaçınılmazdı. Bu durum aynı zamanda içerideki ve dışarıdaki kadınların kolektif bir yaşam kurmalarına da neden oldu.” ( 1 )

*

CEZAEVİNDEN ÇIKINCA

" Cezaevinden çıkınca bambaşka bir dünya bekliyor sizi. İçeride yatmış hükümlüsünüz. İş bulmak zor. Herhangi bir işe başvurduğunuzda 'temiz' kağıdı isteniyor. Bu birçok kadın için kendi ekonomisini oluşturamamak, aç, yoksun kalmak demekti. Hele bir de çocuğu olanlar için daha ağır bir durumdu."

*

"Şimdi bir sürü insana 12 Eylül sorulduğunda hatırlanmıyor. Bir deformasyon söz konusu. BELLEK YİTİMİ SÖZ KONUSU "

*

“ YÜZLEŞME İÇİN BENİM BU ACILARI YAŞAMAM GEREKMİYOR. TARİHİ DOĞRU BİR NOKTAYA YERLEŞTİRDİĞİMİZDE GELECEK İÇİN DOĞRU BİR PERSPEKTİF ÇİZMİŞ OLURUZ. EVET BEN O GÜNLERİ YAŞADIM, BİNLERCE İNSAN YAŞADIK. ÇOĞUMUZ ERKEN ÖLDÜ. İNSANLIK DIŞI DURUMLARIN YARATTIĞI TAHRİBAT BÜYÜK. 50' LİLİ YAŞLARDA ARAMIZDAN AYRILAN BİR KUŞAK. ” ( 1 )

*****

“ BEDENİME DOKUNMALARI KORKUNÇTU "

Askeri yönetim sağcı / solcu ayrımı yapmadan 650 bin kişiyi gözaltına aldı.
98 bin 404 kişi ' örgüt üyesi olmak ' tan yargılandı. On binlerce insanın sorgusu çok ağır işkenceler altında yapıldı. 171 kişinin 'işkenceden öldüğü' belgelendi.

12 Eylül' de kadınlar da işkencenin her türünü yaşadılar. Ama onlar işkenceler, tacizler ve tecavüzler hakkında fazla konuşmadılar, konuşamadılar uzun yıllar boyunca.


78’ liler Vakfının çalışmalarına destek olanlardan biri sevgili Nimet. Ve yıllar önce, henüz 19 yaşındayken, yaşadıklarını anlatıyor.

*

“Bakırköy'deki evimizdeydim. Sendikacı bir yakınım bir süre önce darbe olacağını söylemişti ama inanmak istememiştik. O dönem üniversiteye hazırlanıyordum. O sabah sokağa çıktığımızda her köşe başını asker tutmuştu. Eve dönüp radyoyu açtığımızda ürperdik. Hasan Mutlucan, kahramanlık türküleri söylüyor, anonslar yapılıyordu. Ailece çok tedirgindik. 68 kuşağından 12 Mart'ta çok ağır şeyler yaşamış yakınlarımız vardı. Denizlerin asılmasını, Mahirlerin öldürülmesini yaşamıştık. Dersimliyiz, toplumsal gelişmeyi izleyen, toplumsal sorunlara kayıtsız kalmayan, Karaoğlan sevdalısı bir aile...

*

1981'in 4 Mayıs'ı, sabaha karşı geldiler, çok kalabalıklardı. Babam kapıyı açtı, beni sordular. Babam 'Evde yok' dedi. 'O zaman sen bizimle geleceksin' dediler. Babam hızlı hızlı giyindi, bütün konuşmaları duyuyordum. O arada polislerden biri odama girerek 'Adın ne?' dedi. 'Nimet' deyince hepsi birden içeri daldılar. Bana hakaret etmeye başladılar, evin içinde bir telaş vardı. Annem ve kız kardeşlerim ağlıyordu. Tipleri ve davranışları çok ürkütücüydü. Beni beşinci kattan merdivenden ite kaka indirdiler. Sonra bir polis merkezine götürdüler. Buranın Gayrettepe olduğunu sorgu anında öğrendim. Üzerimdeki kemer, ayakkabı bağı gibi şeyleri çıkarmamı söyleyip beni aynalı bir odaya aldılar. Babacan görünen polis beni sorguya çekmeye başladı. Randevularımı soruyordu. "Sabah 9'da dershaneye gidecektim' cevabıma çok tepki gösterdiler, itip kakmaya başladılar... Sonra başka bir yere götürüp gözlerimi bağladılar. Gözlerimi bağlamadan önce oradaki kalasları, ipleri, manyetoyu gördüm. Beni askıya bağlayıp yukarıya doğru çektiler. Bu filistin askısıymış. Hiç ilgimin olmadığı şeyleri soruyorlardı. Askıdayken elektrik verdiler.

*
Bedenime dokunmaları bana çok korkunç geldi. Üstümü çıkarmaya çalıştılar. Epey bir itiş kakış oldu. İşkence sırasında benden bekledikleri tavrı göremiyorlardı. 'Tiyatrocu karı' diye bağırıyorlardı. Konuşmuyorum ya, rol yapıyorum sandılar. İşkencenin ne olduğunu yaşayınca daha iyi anlıyorsun. Sonra beni karanlık bir odaya koydular, orada benim gibi sorgudan geçmiş, işkenceden kafası gözü yarılmış, ayakları şiş insanlar vardı. Kafamı kaldırdığımda kolu kelepçeyle kaloriferin demirine bağlı, bir battaniyenin üzerinde oturan genç bir adam gördüm. Bu genç adam yakalanırken kurşun yarası almış. Bağırsakları bir poşetin içinde duruyordu. Hastanede olması gereken o kişi orada, işkencehaneydi ve o orada sürekli işkence çığlıkları dinliyordu. Orada içinizi ister istemez bir korku kaplıyor. Kimse 'Korkmadım' demesin. İşte böyle geçen 45 gün...

*

İşkenceyi sadece fiziki işkence olarak görmemeli. Sorgu odalarında, hücrede kalmanız bile bir işkence. Saatlerce meydan dayağından geçtik. Beş saat sürekli dayak yediğimi hatırlıyorum, artık baygın yatıyorsunuz... Sorgu seansları dışında da her geçen tekme atıp sürüklüyor. Ağza alınmayacak küfürler ediyorlardı. Ölümüne tanık olduğum insanlar oldu orada. Nurettin Yedigöl bunlardan biri. Sonradan öğrendiğime göre cesedini yok etmişler. Bugün adı ' Kayıplar Listesinde. Sorguda kafasına çivi çakılarak öldürüldü. Meşhur 'bambulu oda' dediğimiz bir oda vardı. Orada biri çırılçıplak vaziyette oturuyordu. Kendinde değildi... Onun o görüntüsü hâlâ belleğimde capcanlı durur. Sonra Metris Cezaevi'ne götürüldüm.

*

Kaldığımız yerde siyasi davadan tutuklanmış çok sayıda kadın vardı. Herkes ağır işkencelerden geçmişti. Metris'te bazı tartaklamalar dışında fiziki şiddeti çok yaşamadık, ama komutanların ve gardiyanların hitapları, davranışlar kötüydü. Sağlıksız koşullarda kalıyorduk. Cezaevine gittiğimde ciddi sağlık sorunları yaşıyordum. Sorguda çenem çıkmış, sol kolumda kısmi bir güç kaybı vardı. Saçımın büyük bir kısmını kaybetmiştim. Daha sonra saçlarımın bir kısmı yerine gelmedi. Çenem ve kolum için doktor talebinde bulunduğumda beni askeri hastaneye götürdüler. Orada sadece bir ağrı kesici verdiler. İşkence kayıtlara geçmesin diye doktor raporu vermediler.

12 Eylül döneminde doktorların işkencelere bizzat katıldığı, işkence mağdurlarına rapor vermediği üzerinde hiç durulmadı.

Gözaltında alındığım davadan beş yıl yargılandım, sonuçta beraat ettim. Eve gelince kendimi çok yalnız hissettim.

'Geride bıraktığım insanlar hâlâ işkence görüyorlar ve biz hiçbir şey yapamıyoruz' duygusunu çok ağır yaşadım. Bizi rejimi değiştirmek istemekle suçladılar.

Oysa kendileri bir gece geldiler, terörü durduracağız bahanesiyle ülkeyi karanlığa boğdular.

Rejimi kendileri değiştirdiler.

*

Neden kadınlar 12 Eylül döneminde kendilerine uygulanan tacizler ve tecavüzler hakkında konuşmuyorlar. Çünkü toplumsal değerlerin baskısı bunu engelliyor.

İçinde yaşadıkları aile ve sosyal çevre tarafından dışlanma endişesi yaşıyorlar. Ayrıca bazıları çocuklarını koruma duygusuyla geçmişte yaşadıklarını dile getirmiyorlar. Ama belki bundan da önemlisi, üstünden uzun süre geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül'le ve yaşanmışlıklarıyla yüzleşmeye hazır değiliz. 12 Eylül'ü kadınlar çok ağır yaşadı. Bugün toplumda kadına uygulanan şiddetten söz ederken dönüp 12 Eylül'e bakmak gerekiyor.

*

12 Eylül'le birlikte toplumda genel bir şiddet kültürü gelişti. Bu kültür kadınları çok daha fazla mağdur durumda bıraktı, diyebiliriz. Sorguda kadınlara yönelik korkunç taciz ve tecavüz olayları oldu. Bekâreti işkence kurbanına karşı kullandılar. Size dokunmaları korkunç bir şey, hiç atlatılamayacak bir travma... Şişeyle, copla yapılan tecavüz olayları yaşandı. Tanık olduğum çok olay var. Cinselliğinizle ilgili tehditte bulunuyorlar. Bir kadın arkadaşım anlatmıştı; eşine elektrik verdikleri manyeto kablosunun bir ucunu da onun bedenine bağlamışlardı. Böylesi korkunç şeyler yaşandı.

*

Bizim kuşak çok ağır bedeller ödedi. Bunun mutlaka konuşulması ve yüzleşmemiz gerekir. Darbeciler, adı geçici ama kendi kalıcı olan bir maddeyle hâlâ korunuyorlar.

Darbeciler yargılanıp o dönemin gizli kalmış olayları, insan hakları ihlalleri açığa çıkarılmadan toplum olarak adalet duygusunu yaşayamayız.

12 Eylül mahkûm edilmeden gerçek anlamda demokrasinin yaşanması da mümkün değil.

Dünyanın birçok ülkesinde darbeciler yargılandı. Türkiye'de ise bu yapılmadığı gibi üniversitelerde darbecilere nişanlar verildi. ( 2 )

***

( 1 ) İstanbul - BİA Haber Merkezi - 20 Eylül 2008,

http://www.bianet.org/bianet/kadin/109842-metrisin-icinde-ve-disinda-kadinlar-darbeye-birlikte-

( 2 ) http://www.delinetciler.net/forum/kadin-ve-erkek-ne-ister/9804-12-eylul-ve-iskence-goren-kadinlar.html

 
Toplam blog
: 61
: 3400
Kayıt tarihi
: 25.12.08
 
 

İnşaat mühendisiyim. İTÜ mezunuyum.   ..