Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Kasım '10

 
Kategori
Siyaset
 

12 Eylül, öncesi ve sonrası -4

12 Eylül, öncesi ve sonrası -4
 

ERDOĞAN VE KILIÇTAROĞLU


<ı>-AK PARTİ DÖNEMİ VE SONUÇ-

3 Kasım 2002 yapılan genel seçimler, Cumhuriyet tarihinin en büyük "siyasi tasfiyesi"ne sahne oldu ve ilk kez bir seçimde 490 yeni milletvekiliyle, parlamentodaki sandalyelerin yüzde 89’u yenilendi. Refah Partisi geleneğinden gelen Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının 2001 yılında kurduğu AKParti % 46.6’lık oyla iktidar oldu. Bu seçimler başka yeniliklere de sahne oldu. İlk defa Kominist Parti adı altında bir parti seçimlere girdi. Erdoğan o dönemde siyasi yasaklı olduğu için hükümeti Abdullah Gül Kurdu. AK Parti’nin yanında parlementoya giren ikinci parti Baykal’ın yeni CHP’siydi. Türk siyaseti cok kutupluluktan iki kutupluluğa doğru yol alıyordu.

CHP isim olarak değişmemişti, ama içerik olarak, artık yetmişli yılların CHP’sinden çok farklıydı. Belki seçmen bu farklılığından dolayı bu partiyi tasviye etmemişti. Yeni CHP daha devletci, statikocu, yeniliklere kapalı bir görünüm veriyordu. Hatta bazı konularda MHP’yle aynı çizgiyi paylaşıyordu. Sosyal demokratcılıklarından çok ulusalcılıkları ön plana çıkıyordu. AK Parti, muhafazakar bir çizgide olmasına rağmen yetmişli yıllarda CHP’nin tekelinde gibi görünen yenicilikcilik argümanını iyi kullanıyordu. Bu, hala devam eden süreçte sanki roller değişmiş gibi görünüyor.

Siyasi partilerin politikalarını, büyük ölçüde liderler belirlemektedir. Liderler değiştiğinde, ya parti eriyip yok olmakta(ANAP, DSP, DYP gibi) ya da parti politikaları değişik bir zemine oturtulmaktadır (MHP ve CHP gibi). Komplo olduğu söylenen yakışıksız bir olayla, Deniz Baykal CHP’nin liderliğinden uzaklaştırılarak, Kemal Kılıçtaroğlu’nun parti lideri olması sağlanmıştır. Bu lider değişikliğinin, parti politikasını ne oranda değiştireceğini yaşayıp göreceğiz.

Bu döneme damgasını vuran siyasi olaylar, başörtüsü sorunu, asker-AK Parti çekişmesi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, AKPartinin gizli gündeminin olduğu iddiaları, başkanlık sistemi tartışmaları, yeni anayasa hazırlağı ve Ergenekon davalarıdır. 2007’de AK Parti’nin Abdullah Gül’ü aday göstermesinin ardından askerin rahatsızlığından dolayı, yeni hükümet kurulana kadar Ahmet Nejder Sezer Cumhurbaşkanlığı makanında kalmış, 2007 seçimlerinde tekrar iktidar olan AKParti tarafından Abdullah Gül tekrar aday gösterilmiş ve Cumhurbaşkanı seçilmiştır. Askerin rahatsızlığını belirten internetteki açıklama AKParti ve toplumun bir kısmı tarafından siyasi hayata müdahale olarak algılanmıştır. AK Parti, Türkiye’nin siyasi tarihinde DP ve ANAP’tan sonra, ardarda iki seçimi de kazanarak iktidar olan ücücü partidir.

2000’li yılların başında Kemal Derviş’in ekonomik politikalarından sapma göstermeyen 1. AK Parti hükümetleri döneminde ekonomide önemli gelişmeler sağlanmıştır. Yıllardır yüzde yüzlerle, yüzde kırklar arasında gelip giden enfilasyon rakamları %10’lar civarına çekilmiş, TL’den altı sıfır atılmıştır. İhracat rakamları 40 milyar dolarlardan, 130 milyar dolarlara, kişi başina düşen milli gelir 2500 dolarlardan 10 bin dolarlara doğru tırmanmıştır. 2008’de başgösteren kriz nedeniyle ekonomik değerlerde bir düşüş gözlenmiş ise de, diğer ülkelerin ekonomik göstergeleriyle kıyaslandığında ve 2010 yılının 1.yarısının göstergeleri göz önüne alındığında, ekonominin doğru yolda olduğu genel kanaati hakimdir.

<ı>SONUÇ

26 Aralık 1991’de SSCB tasviyesiye edildi. Doksanlı yıllarda Yugoslavya’nın dağılmasına şahit olduk, bununla kalmadı, Çekoslavakya da bölündü. Zaten 12 Eylülde büyük darbeler alan Türk solu, dünyadaki bu gelişmelerle birlikte, fonksiyonunu yıtirmiş gibiydi. Aslında, sağ ve sol kavramalar yıllardır emme-basma tulumba gibi calışmış, birinin varlığı, diğerinin de varlık sebebi olmuştur. Sol kavramıyla birlikte sağ kavramı da eski önemini kaybetmiştir. Bu demek değildir ki, düşünce bazında sağ ve sol kavramlar yok oldu. Söylemek istediğim, gençler artık bu kavramlar uğruna birbirlerine silah çekmiyorlar. Seçmenler daha değişken bir davranış sergiliyor, bir seçimde A partisine oy veren seçmen başka bir seçimde B partisine oy verebiliyor. Artık kimse de birbirini oy verdiği partiye bakarak “koministlik” veya “faşistlik”le suçlamıyor, fakat “ilericilik” ve “gericilik” kavramlarının hala prim yaptığını görüyoruz.

SSCB’nin tasviyesinden sonra, bizdeki ve dünyadaki bütün partiler biraz daha merkeze doğru, hatta sağ merkeze doğru çekildi. Biz, yetmişli yıllarda sol kavramının; ilericiliği, devrimciliği, yenilikciliği; sağ kavramının da; muhafazakarlığı, dindarlığı, statikoculuğu ifade ettiğini öğrenmiştik. Günümüzde kendini sol olarak ifade edenler statikocu, tutucu; sağ olarak ifade edenler de; ilerici ve yenilikci bir tutum takınıyorlar. Yetmişli yıllarda MHP ile CHP’nin ortak noktalarının olacağını düşünmek akıllara zarar verirdi. Son yıllardaki toplumsal olaylara ve siyasi yaklaşımlara baktığımızda, sağ ve sol kavramının yerini yavaş yavaş Amerikanvari “cumhurıyet” ve “demokrat” kavramları alıyor gibi görünüyor. Cumhuriyetciler, CHP veMHP devletten yana; demokrat AK Parti halktan yana tavır sergiliyorlar. AK Parti’nin halktan yana tavır sergilemesi, CHP ve MHP tarafından Cumhuriyet’le bir hesaplaşma olarak algılanıyor. Aslında BDP’nin de halkın sadece bir kısmından yana tavır sergilediği gözleniyor, fakat bu partinin Türkiye’nin partisi olmak gibi bir kaygısı olmadığından bu katagoride değerlendirmek ne derece doğrudur(?), bilmiyorum.

12 Eylül, öncesi ve sonrasıyla ilgili, can acıtıcı sorular yıllardır kamu vijdanını meşgul ediyor. Aklıma gelen soruları bir çırpıda şöyle sıralayabilirim: Rahmetli Ecevitin yetmişli yılların ikinci yarısında söz ettiği kontrgerilla nedir? 12 Eylül şartlarını hazırlamakta bir katkısı olmuş mudur? 12 Eylül sonrasında görüldü ki, ne kominizm, ne de faşizim Türkiye için bir tehlike arzetmiyordu. Yetmişli yıllardaki sağ-sol olayları, askerin yönetime el koyması için mi kurgulanmıştı? Abdi İpekci cinayeti ve Ağaca olayıyla Kontrgerillanın ilgisi nedir? PKK’nın, kontrgerilla ve benzeri esrarengiz örgütlerle bir ilgisi var mıdır? JİTEM nedir? Doksanlı yıllarda güneydoğuda köylerin yakılmasıyla, faili meçhul cinayetlerle ne derece ilgilidir? Son yıllarda ortaya çıkan cumhuriyetciler-demokratlar ayırımı da bir kurgu mudur? Özal’a yapılan suikastın perdearkasıda ne var? Fadime Şahin ve Ankara’ya yürüyen aczimendiler olayı bir kurgu muydu? Madımak olayını kimler tertiplemiştir? Uğur Mumcu, Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Gün Sazak, Adnan Kahveci, Muhsin Yazıcıoğlu ve Hırant Dink’in ölümleriyle ilgili şaibeler ayyuka çıktı. Bu olayların, idiaların ve ölümlerin aydınlığa kavuşturulmaması kamu vijdanında rahatsızlık yaratıyor. Bu olayların bir kısmı için yargı süreci işliyor, bir kısmı da kamu vijdanında cevabını bekleyen sorular olarak duruyor. Bütün buların aydınlatılması veya aydınlatımaması Türk demokrasisi için bir sınav niteliğindedir. Umarım Türk demokrasisi bu sınavdan başarıyla çıkar.

<ı>-AK PARTİ DÖNEMİ VE SONUÇ-

3 Kasım 2002 yapılan genel seçimler, Cumhuriyet tarihinin en büyük "siyasi tasfiyesi"ne sahne oldu ve ilk kez bir seçimde 490 yeni milletvekiliyle, parlamentodaki sandalyelerin yüzde 89’u yenilendi. Refah Partisi geleneğinden gelen Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının 2001 yılında kurduğu AKParti % 46.6’lık oyla iktidar oldu. Bu seçimler başka yeniliklere de sahne oldu. İlk defa Kominist Parti adı altında bir parti seçimlere girdi. Erdoğan o dönemde siyasi yasaklı olduğu için hükümeti Abdullah Gül Kurdu. AK Parti’nin yanında parlementoya giren ikinci parti Baykal’ın yeni CHP’siydi. Türk siyaseti cok kutupluluktan iki kutupluluğa doğru yol alıyordu.

CHP isim olarak değişmemişti, ama içerik olarak, artık yetmişli yılların CHP’sinden çok farklıydı. Belki seçmen bu farklılığından dolayı bu partiyi tasviye etmemişti. Yeni CHP daha devletci, statikocu, yeniliklere kapalı bir görünüm veriyordu. Hatta bazı konularda MHP’yle aynı çizgiyi paylaşıyordu. Sosyal demokratcılıklarından çok ulusalcılıkları ön plana çıkıyordu. AK Parti, muhafazakar bir çizgide olmasına rağmen yetmişli yıllarda CHP’nin tekelinde gibi görünen yenicilikcilik argümanını iyi kullanıyordu. Bu, hala devam eden süreçte sanki roller değişmiş gibi görünüyor.

Siyasi partilerin politikalarını, büyük ölçüde liderler belirlemektedir. Liderler değiştiğinde, ya parti eriyip yok olmakta(ANAP, DSP, DYP gibi) ya da parti politikaları değişik bir zemine oturtulmaktadır (MHP ve CHP gibi). Komplo olduğu söylenen yakışıksız bir olayla, Deniz Baykal CHP’nin liderliğinden uzaklaştırılarak, Kemal Kılıçtaroğlu’nun parti lideri olması sağlanmıştır. Bu lider değişikliğinin, parti politikasını ne oranda değiştireceğini yaşayıp göreceğiz.

Bu döneme damgasını vuran siyasi olaylar, başörtüsü sorunu, asker-AK Parti çekişmesi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, AKPartinin gizli gündeminin olduğu iddiaları, başkanlık sistemi tartışmaları, yeni anayasa hazırlağı ve Ergenekon davalarıdır. 2007’de AK Parti’nin Abdullah Gül’ü aday göstermesinin ardından askerin rahatsızlığından dolayı, yeni hükümet kurulana kadar Ahmet Nejder Sezer Cumhurbaşkanlığı makanında kalmış, 2007 seçimlerinde tekrar iktidar olan AKParti tarafından Abdullah Gül tekrar aday gösterilmiş ve Cumhurbaşkanı seçilmiştır. Askerin rahatsızlığını belirten internetteki açıklama AKParti ve toplumun bir kısmı tarafından siyasi hayata müdahale olarak algılanmıştır. AK Parti, Türkiye’nin siyasi tarihinde DP ve ANAP’tan sonra, ardarda iki seçimi de kazanarak iktidar olan ücücü partidir.

2000’li yılların başında Kemal Derviş’in ekonomik politikalarından sapma göstermeyen 1. AK Parti hükümetleri döneminde ekonomide önemli gelişmeler sağlanmıştır. Yıllardır yüzde yüzlerle, yüzde kırklar arasında gelip giden enfilasyon rakamları %10’lar civarına çekilmiş, TL’den altı sıfır atılmıştır. İhracat rakamları 40 milyar dolarlardan, 130 milyar dolarlara, kişi başina düşen milli gelir 2500 dolarlardan 10 bin dolarlara doğru tırmanmıştır. 2008’de başgösteren kriz nedeniyle ekonomik değerlerde bir düşüş gözlenmiş ise de, diğer ülkelerin ekonomik göstergeleriyle kıyaslandığında ve 2010 yılının 1.yarısının göstergeleri göz önüne alındığında, ekonominin doğru yolda olduğu genel kanaati hakimdir.

<ı>SONUÇ

26 Aralık 1991’de SSCB tasviyesiye edildi. Doksanlı yıllarda Yugoslavya’nın dağılmasına şahit olduk, bununla kalmadı, Çekoslavakya da bölündü. Zaten 12 Eylülde büyük darbeler alan Türk solu, dünyadaki bu gelişmelerle birlikte, fonksiyonunu yıtirmiş gibiydi. Aslında, sağ ve sol kavramalar yıllardır emme-basma tulumba gibi calışmış, birinin varlığı, diğerinin de varlık sebebi olmuştur. Sol kavramıyla birlikte sağ kavramı da eski önemini kaybetmiştir. Bu demek değildir ki, düşünce bazında sağ ve sol kavramlar yok oldu. Söylemek istediğim, gençler artık bu kavramlar uğruna birbirlerine silah çekmiyorlar. Seçmenler daha değişken bir davranış sergiliyor, bir seçimde A partisine oy veren seçmen başka bir seçimde B partisine oy verebiliyor. Artık kimse de birbirini oy verdiği partiye bakarak “koministlik” veya “faşistlik”le suçlamıyor, fakat “ilericilik” ve “gericilik” kavramlarının hala prim yaptığını görüyoruz.

SSCB’nin tasviyesinden sonra, bizdeki ve dünyadaki bütün partiler biraz daha merkeze doğru, hatta sağ merkeze doğru çekildi. Biz, yetmişli yıllarda sol kavramının; ilericiliği, devrimciliği, yenilikciliği; sağ kavramının da; muhafazakarlığı, dindarlığı, statikoculuğu ifade ettiğini öğrenmiştik. Günümüzde kendini sol olarak ifade edenler statikocu, tutucu; sağ olarak ifade edenler de; ilerici ve yenilikci bir tutum takınıyorlar. Yetmişli yıllarda MHP ile CHP’nin ortak noktalarının olacağını düşünmek akıllara zarar verirdi. Son yıllardaki toplumsal olaylara ve siyasi yaklaşımlara baktığımızda, sağ ve sol kavramının yerini yavaş yavaş Amerikanvari “cumhurıyet” ve “demokrat” kavramları alıyor gibi görünüyor. Cumhuriyetciler, CHP veMHP devletten yana; demokrat AK Parti halktan yana tavır sergiliyorlar. AK Parti’nin halktan yana tavır sergilemesi, CHP ve MHP tarafından Cumhuriyet’le bir hesaplaşma olarak algılanıyor. Aslında BDP’nin de halkın sadece bir kısmından yana tavır sergilediği gözleniyor, fakat bu partinin Türkiye’nin partisi olmak gibi bir kaygısı olmadığından bu katagoride değerlendirmek ne derece doğrudur(?), bilmiyorum.

12 Eylül, öncesi ve sonrasıyla ilgili, can acıtıcı sorular yıllardır kamu vijdanını meşgul ediyor. Aklıma gelen soruları bir çırpıda şöyle sıralayabilirim: Rahmetli Ecevitin yetmişli yılların ikinci yarısında söz ettiği kontrgerilla nedir? 12 Eylül şartlarını hazırlamakta bir katkısı olmuş mudur? 12 Eylül sonrasında görüldü ki, ne kominizm, ne de faşizim Türkiye için bir tehlike arzetmiyordu. Yetmişli yıllardaki sağ-sol olayları, askerin yönetime el koyması için mi kurgulanmıştı? Abdi İpekci cinayeti ve Ağaca olayıyla Kontrgerillanın ilgisi nedir? PKK’nın, kontrgerilla ve benzeri esrarengiz örgütlerle bir ilgisi var mıdır? JİTEM nedir? Doksanlı yıllarda güneydoğuda köylerin yakılmasıyla, faili meçhul cinayetlerle ne derece ilgilidir? Son yıllarda ortaya çıkan cumhuriyetciler-demokratlar ayırımı da bir kurgu mudur? Özal’a yapılan suikastın perdearkasıda ne var? Fadime Şahin ve Ankara’ya yürüyen aczimendiler olayı bir kurgu muydu? Madımak olayını kimler tertiplemiştir? Uğur Mumcu, Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Gün Sazak, Adnan Kahveci, Muhsin Yazıcıoğlu ve Hırant Dink’in ölümleriyle ilgili şaibeler ayyuka çıktı. Bu olayların, idiaların ve ölümlerin aydınlığa kavuşturulmaması kamu vijdanında rahatsızlık yaratıyor. Bu olayların bir kısmı için yargı süreci işliyor, bir kısmı da kamu vijdanında cevabını bekleyen sorular olarak duruyor. Bütün buların aydınlatılması veya aydınlatımaması Türk demokrasisi için bir sınav niteliğindedir. Umarım Türk demokrasisi bu sınavdan başarıyla çıkar.

<ı>-AK PARTİ DÖNEMİ VE SONUÇ-

3 Kasım 2002 yapılan genel seçimler, Cumhuriyet tarihinin en büyük "siyasi tasfiyesi"ne sahne oldu ve ilk kez bir seçimde 490 yeni milletvekiliyle, parlamentodaki sandalyelerin yüzde 89’u yenilendi. Refah Partisi geleneğinden gelen Recep Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarının 2001 yılında kurduğu AKParti % 46.6’lık oyla iktidar oldu. Bu seçimler başka yeniliklere de sahne oldu. İlk defa Kominist Parti adı altında bir parti seçimlere girdi. Erdoğan o dönemde siyasi yasaklı olduğu için hükümeti Abdullah Gül Kurdu. AK Parti’nin yanında parlementoya giren ikinci parti Baykal’ın yeni CHP’siydi. Türk siyaseti cok kutupluluktan iki kutupluluğa doğru yol alıyordu.

CHP isim olarak değişmemişti, ama içerik olarak, artık yetmişli yılların CHP’sinden çok farklıydı. Belki seçmen bu farklılığından dolayı bu partiyi tasviye etmemişti. Yeni CHP daha devletci, statikocu, yeniliklere kapalı bir görünüm veriyordu. Hatta bazı konularda MHP’yle aynı çizgiyi paylaşıyordu. Sosyal demokratcılıklarından çok ulusalcılıkları ön plana çıkıyordu. AK Parti, muhafazakar bir çizgide olmasına rağmen yetmişli yıllarda CHP’nin tekelinde gibi görünen yenicilikcilik argümanını iyi kullanıyordu. Bu, hala devam eden süreçte sanki roller değişmiş gibi görünüyor.

Siyasi partilerin politikalarını, büyük ölçüde liderler belirlemektedir. Liderler değiştiğinde, ya parti eriyip yok olmakta(ANAP, DSP, DYP gibi) ya da parti politikaları değişik bir zemine oturtulmaktadır (MHP ve CHP gibi). Komplo olduğu söylenen yakışıksız bir olayla, Deniz Baykal CHP’nin liderliğinden uzaklaştırılarak, Kemal Kılıçtaroğlu’nun parti lideri olması sağlanmıştır. Bu lider değişikliğinin, parti politikasını ne oranda değiştireceğini yaşayıp göreceğiz.

Bu döneme damgasını vuran siyasi olaylar, başörtüsü sorunu, asker-AK Parti çekişmesi, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, AKPartinin gizli gündeminin olduğu iddiaları, başkanlık sistemi tartışmaları, yeni anayasa hazırlağı ve Ergenekon davalarıdır. 2007’de AK Parti’nin Abdullah Gül’ü aday göstermesinin ardından askerin rahatsızlığından dolayı, yeni hükümet kurulana kadar Ahmet Nejder Sezer Cumhurbaşkanlığı makanında kalmış, 2007 seçimlerinde tekrar iktidar olan AKParti tarafından Abdullah Gül tekrar aday gösterilmiş ve Cumhurbaşkanı seçilmiştır. Askerin rahatsızlığını belirten internetteki açıklama AKParti ve toplumun bir kısmı tarafından siyasi hayata müdahale olarak algılanmıştır. AK Parti, Türkiye’nin siyasi tarihinde DP ve ANAP’tan sonra, ardarda iki seçimi de kazanarak iktidar olan ücücü partidir.

2000’li yılların başında Kemal Derviş’in ekonomik politikalarından sapma göstermeyen 1. AK Parti hükümetleri döneminde ekonomide önemli gelişmeler sağlanmıştır. Yıllardır yüzde yüzlerle, yüzde kırklar arasında gelip giden enfilasyon rakamları %10’lar civarına çekilmiş, TL’den altı sıfır atılmıştır. İhracat rakamları 40 milyar dolarlardan, 130 milyar dolarlara, kişi başina düşen milli gelir 2500 dolarlardan 10 bin dolarlara doğru tırmanmıştır. 2008’de başgösteren kriz nedeniyle ekonomik değerlerde bir düşüş gözlenmiş ise de, diğer ülkelerin ekonomik göstergeleriyle kıyaslandığında ve 2010 yılının 1.yarısının göstergeleri göz önüne alındığında, ekonominin doğru yolda olduğu genel kanaati hakimdir.

<ı>SONUÇ

26 Aralık 1991’de SSCB tasviyesiye edildi. Doksanlı yıllarda Yugoslavya’nın dağılmasına şahit olduk, bununla kalmadı, Çekoslavakya da bölündü. Zaten 12 Eylülde büyük darbeler alan Türk solu, dünyadaki bu gelişmelerle birlikte, fonksiyonunu yıtirmiş gibiydi. Aslında, sağ ve sol kavramalar yıllardır emme-basma tulumba gibi calışmış, birinin varlığı, diğerinin de varlık sebebi olmuştur. Sol kavramıyla birlikte sağ kavramı da eski önemini kaybetmiştir. Bu demek değildir ki, düşünce bazında sağ ve sol kavramlar yok oldu. Söylemek istediğim, gençler artık bu kavramlar uğruna birbirlerine silah çekmiyorlar. Seçmenler daha değişken bir davranış sergiliyor, bir seçimde A partisine oy veren seçmen başka bir seçimde B partisine oy verebiliyor. Artık kimse de birbirini oy verdiği partiye bakarak “koministlik” veya “faşistlik”le suçlamıyor, fakat “ilericilik” ve “gericilik” kavramlarının hala prim yaptığını görüyoruz.

SSCB’nin tasviyesinden sonra, bizdeki ve dünyadaki bütün partiler biraz daha merkeze doğru, hatta sağ merkeze doğru çekildi. Biz, yetmişli yıllarda sol kavramının; ilericiliği, devrimciliği, yenilikciliği; sağ kavramının da; muhafazakarlığı, dindarlığı, statikoculuğu ifade ettiğini öğrenmiştik. Günümüzde kendini sol olarak ifade edenler statikocu, tutucu; sağ olarak ifade edenler de; ilerici ve yenilikci bir tutum takınıyorlar. Yetmişli yıllarda MHP ile CHP’nin ortak noktalarının olacağını düşünmek akıllara zarar verirdi. Son yıllardaki toplumsal olaylara ve siyasi yaklaşımlara baktığımızda, sağ ve sol kavramının yerini yavaş yavaş Amerikanvari “cumhurıyet” ve “demokrat” kavramları alıyor gibi görünüyor. Cumhuriyetciler, CHP veMHP devletten yana; demokrat AK Parti halktan yana tavır sergiliyorlar. AK Parti’nin halktan yana tavır sergilemesi, CHP ve MHP tarafından Cumhuriyet’le bir hesaplaşma olarak algılanıyor. Aslında BDP’nin de halkın sadece bir kısmından yana tavır sergilediği gözleniyor, fakat bu partinin Türkiye’nin partisi olmak gibi bir kaygısı olmadığından bu katagoride değerlendirmek ne derece doğrudur(?), bilmiyorum.

12 Eylül, öncesi ve sonrasıyla ilgili, can acıtıcı sorular yıllardır kamu vijdanını meşgul ediyor. Aklıma gelen soruları bir çırpıda şöyle sıralayabilirim: Rahmetli Ecevitin yetmişli yılların ikinci yarısında söz ettiği kontrgerilla nedir? 12 Eylül şartlarını hazırlamakta bir katkısı olmuş mudur? 12 Eylül sonrasında görüldü ki, ne kominizm, ne de faşizim Türkiye için bir tehlike arzetmiyordu. Yetmişli yıllardaki sağ-sol olayları, askerin yönetime el koyması için mi kurgulanmıştı? Abdi İpekci cinayeti ve Ağaca olayıyla Kontrgerillanın ilgisi nedir? PKK’nın, kontrgerilla ve benzeri esrarengiz örgütlerle bir ilgisi var mıdır? JİTEM nedir? Doksanlı yıllarda güneydoğuda köylerin yakılmasıyla, faili meçhul cinayetlerle ne derece ilgilidir? Son yıllarda ortaya çıkan cumhuriyetciler-demokratlar ayırımı da bir kurgu mudur? Özal’a yapılan suikastın perdearkasıda ne var? Fadime Şahin ve Ankara’ya yürüyen aczimendiler olayı bir kurgu muydu? Madımak olayını kimler tertiplemiştir? Uğur Mumcu, Turgut Özal, Alparslan Türkeş, Bülent Ecevit, Gün Sazak, Adnan Kahveci, Muhsin Yazıcıoğlu ve Hırant Dink’in ölümleriyle ilgili şaibeler ayyuka çıktı. Bu olayların, idiaların ve ölümlerin aydınlığa kavuşturulmaması kamu vijdanında rahatsızlık yaratıyor. Bu olayların bir kısmı için yargı süreci işliyor, bir kısmı da kamu vijdanında cevabını bekleyen sorular olarak duruyor. Bütün buların aydınlatılması veya aydınlatımaması Türk demokrasisi için bir sınav niteliğindedir. Umarım Türk demokrasisi bu sınavdan başarıyla çıkar.

 
Toplam blog
: 30
: 733
Kayıt tarihi
: 11.09.10
 
 

1959 Nevşehir/Ürgüp doğumluyum. 1980 Eskişehir Eğitim Enstitüsü mezunuyum. Türkiye'nin çeşitli yerl..