Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '10

 
Kategori
Güncel
 

12 EYLÜL 2010 REFERANDUMU SONUCUNU TAHMİNİM: %60 EVET

12 EYLÜL 2010 REFERANDUMU SONUCUNU TAHMİNİM: %60 EVET
 

Kâhin Ahtapot Paul


<ı>Dünya Kupası finalleri sona erdi… <ı>Kâhin Ahtapot Paul’ün kehaneti sekizinci kez doğru çıktı ve Dünya Şampiyonu <ı>İspanya oldu…

Dünya Kupası finallerine katılamayan <ı>yalnız ve güzel ülkemizde ise 12 Eylül’de yapılacak <ı>Anayasa Reformu referandumunda <ı>“Evet” mi yoksa <ı>“hayır” mı çıkacağı öngörülmeye çalışılıyor.

Gazetelerde yayınlanan anket haberlerine göre referandum sonucunu öngörmek neredeyse imkânsız: Kimine göre <ı>“Evetçiler ile <ı>“hayır”cılar başa baş gidiyor. Kimine göre ise “Evet”çiler “hayır”cıları geçti… Bir diğerine göre ise “hayır”cılar açık ara önde… Ortalık görüş beyan eden köşe yazarından, yorumculardan, enformasyon kirliliğinden geçilmiyor. Özellikle her zaman olduğu gibi “hayır”cılar çok daha açık ve pervasız. Gerekçeleri ise her zamanki gibi absürd: Kimisine göre <ı>“daha iyi”nin yapılamamış olması… Ya da ne demekse hükümetin “samimi” olmaması… Reform içeriğinin (kim oluyorlarsa) kendilerine sorulmaması… Yoksulluk, iş ve aş problemini çözmemesi… Kürt sorununu çözmemesi… Reform içeriğinin kısmi kalarak 12 Eylül Anayasası’nı bütünüyle değiştirmemesi…

Bu tür niyet okuyucu, yargılayıcı, kafa karıştırıcı ve içeriksiz sübjektif yorumların savrulup durduğu belirsiz bir ortamda sadece <ı>“Evet ya da <ı>“hayır” seçenekleriyle önümüze getirilen herhangi bir önermenin kabul edilmesi ya da reddedilmesi ikilemiyle karşılaştığımızda çekimser kalmadan “karar” verebilmek, kararını beyan edebilmek göründüğü kadar basit bir olay değildir. Her şeyden önce bir <ı>“duruş, <ı>yükümlülük, sorumluluk ve maliyet” sorunudur! Karar verme sürecinde bir yandan duruşunu sergilerken diğer yandan kendi vicdanına, ailesine, arkadaşlarına, komşularına, hemşerilerine, bölgesine, milletine ve insanlığa karşı yükümlülüklerini ve sorumluluklarını yerine getirmek, maliyet ve risk değerlendirmesi yapabilmek kapsamlı bir beşeri donanım gerektirmektedir.

Daha da ötesi, belirsizlik altında <ı>“doğru karar” verebilmek bir <ı>“sanat”tır! Bu sanat, esnaf ve sanatkârların, memur ve işçilerin, gençlerin ve yaşlıların, kadın ve erkeklerin, anne ve babaların, hulâsa hayat boyunca çeşitli roller üstlenen bizim gibi güven ve refah arayışındaki sıradan insancıkların hayatının ilk devrelerinden başlayarak devam eden sosyalleşme süreci boyunca duyularını etkileyen, bilincini ve bilinçaltını şekillendiren çok sayıda faktörün, ideolojik ve politik tercihlerin, etnik ve kültürel unsurların, yüzlerce kanaldan gelen enformasyon akımlarının etkisi altında çok uzun bir zaman diliminde teşekkül eder ve olgunlaşır…

Velhasıl, sosyalleşme sürecinde karar verme becerilerini geliştirmek için uygun ortamı bulamamış ve yeterince emek harcamamış olanlar için, <ı>herc-ü merc ve belirsizlik içinde <ı>“doğru karar” verebilmek <ı>“zor iş”tir! Bu donanıma, beceriye ve medeni cesarete sahip olamayanlar, isterse en gelişmiş kabul edilen toplumlardaki en eğitimli, en sanatkâr, en akılcı ve pozitivist geçinen insancıklar olsunlar, <ı>“geleceğin ekonomi politiğini şekillendirecek” seçeneklerle ilgili bir karar alma ikilemi karşısında kaldıklarında <ı>“kendinden menkul” gerekçeler ileri sürerek <ı>“karar alma” yükümlülüğünden, duruşundan, maliyetinden, sorumluluğundan kaçmaya; medyumlara, kâhinlere, büyücülere, mistiklere, falcılara, olmadı <ı>“bir ahtapotun kehanetlerine” sığınarak kendini saha dışına atmaya çalışabilmektedir…

Bunun üzerine Türkiye’den de her an aklıevvel ve ciddiyetsiz birilerinin çıkıp <ı>12 Eylül’de yapılacak referandum sonucunu, kehanetleri <ı>%100 tutan <ı>Kahin Ahtapot Paul’e sorma ve ona göre pozisyon alma girişiminde bulunmalarına hazır olmak gerekir.

<ı>Kâhin Ahtapot Paul kadar başarılı olabilir miyim bilemem ancak bendeniz de bugüne kadar edindiğim bikrimi kullanarak 12 Eylül 2010 Referandumu sonucu üzerine kendimce bir tahminde bulunmak isterim… Bence <ı>12 Eylül 2010 Referandumu sonucu en az <ı>%60 oranında <ı>“Evet” çıkacaktır...

Ancak, sesi soluğu çıkmayan<ı> Kâhin Ahtapot Paul‘dan bir farkım olsun diye beni bu kestirime götüren gerekçelerimi de şöylece sıralamak isterim:

1. İnsanlık tarihi boyunca insanoğlunun yönelimi hep umuda ve değişime doğrudur… Umuda ve değişime yönelen bu süreçte bir mesafe katedilmesi ancak <ı>“evet”le mümkündür. Bir diğer ifade ile bu süreçte <ı>“hayır”a yer yoktur. <ı>“Evet” dendiğinde artık her şey “mümkün”dür;<ı> “hayır” dendiğinde ise hiçbir şey mümkün değildir.… Ve insan doğası, hayvandan farklı olarak kısıtları aşma, her tür sınırlamaya, yasağa ve statükoya karşı risk üstlenip “alternatifleri” deneme, <ı>“yeni şeyler söyleme”, her an farklılaşma, çeşitlenme, “özgürleşme” eğilimindedir. Bu nedenle “evet” diyecektir.

2. 12 Eylül Anayasası’nı yeterince denemiş, eksikliklerini ve aksaklıklarını görmüş, çilesini çekmiştir. Deneyimleriyle ve basiretiyle hiçbir reform çabasının, içerik bir yana sadece reform çabasının dahi bir şeylerin önünü açmak anlamına geleceğini, statükodan daha kötü olamayacağını idrak edecektir. Referanduma “hayır” demek ise statükonun onaylanması ve gelecekteki her tür reform, değişim ve hak arama mekanizmasının belki de bir daha hiç açılmamak üzere kilitlenmesini talep etmek anlamına gelecektir.

3. Değişime “Evet” deme fırsatı, çok az rastlanabilen türden bir davettir. Doğudan batıya kendi bireyselliğine saygı duyan hiçbir insan, statükoyu değiştirme ve yerleşik kurumsal yapıya tepki gösterme fırsatını elinin tersiyle itmeyecektir. Çok seyrek yakaladığı statükoyu değiştirme davetine “Evet” deme fırsatını geri tepmesi durumunda, bu daveti bir daha ömrü boyunca yakalayamayabileceğini sezecektir. Değişime ve yeniliklere “Evet” demesi durumunda ise bu tür davetlerin önünün açılacağını, statükonun her zaman ve mekânda daha kolay değiştirilebilir hale geleceğini algılayacaktır.

4. “Evet” diyebilmek bir hediyedir. İnsan ancak korku, tehdit ve suçlamalar karşısında kendini koruyabilmek için “hayır” der. Hayır demek, olsa olsa <ı>“korku”nun tescilidir. Bazı kamu kurumlarının içine sızmış antidemokratik odakların ayıklanması sürecindeki bazı yasa uygulamaları bahane edilerek Türkiye’nin bir <ı>“korku cumhuriyeti”ne dönüştüğünü iddia etmek son derece temelsizdir. Bu süreç bilakis tüm farklılıkları ve çeşitlilikleriyle bireylerin hak ve özgürlüklerinin önünü açarak güven ortamını ve hukukun üstünlüğünü geliştirici yönde işlemektedir. Artık kimsenin kimseden, vatandaşların devletten, özellikle de yasa uygulayıcılardan korkmaya tahammülü kalmamıştır. Korkusuzca “Evet” demenin, yasa uygulayıcıların oligarşik güçlerini zayıflatmanın tadını çıkaracaklardır. Hiçbir sanal korku pompalaması, <ı>“özgürlük”lere verilecek bu desteği azaltamayacaktır…

5. Anayasa Reformu taslağı, kendini demokratik yöntemlerle seçilmiş sivil politik otoritenin üstünde gören militer eğilimli <ı>“oligarşik bürokrasi”nin dayandığı <ı>“gizlilik, güvenlik ve hikmet-i hükümet” prensibine karşı kamu kurumlarının <ı>“şeffaflaşmasını ve hesap verirliğini” artırmayı amaçlamaktadır. İnsanları “bi-idrak” gören merkeziyetçi, halka rağmenci ve tepeden inmeci resmî paradigmanın sınırları içine sıkışıp kalmış elitist politikacı ve bürokratların öngörülerinin aksine sağduyulu insanların bütün bunları göremediğini, elitizmi destekleyeceğini düşünmek akla zarardır.

6. <ı>1930’ların Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası deneyiminden 1950’lerde <ı>Demokrat Parti’ye, 1960’ların Adalet Partisi’nden 1980’lerin ANAP’ına ve 2000’lerin AK-Parti’sine uzanan bir politik pratiğin açıkça gösterdiği gibi bu topraklarda yaşayan sıradan insanların sağduyusu <ı>“bireysel özgürlüklerin” önünü açacak her tür girişime destek vermeye açıktır.

7. Altıncı maddedeki politik pratiğin açıkça gösterdiği gibi özgürlüklere verilen bu destek AK-Parti ile başlamamıştır ve onunla da bitmeyecektir. Dolayısıyla 12 Eylül Referandumu’na verilecek oyların niteliği AK-Parti’ye verilecek oyların niteliğinden farklıdır. Bu Referandumun sonucu AK-Parti açısından bir güvenoyu niteliğinde değildir. Bilakis bütün siyasal, toplumsal ve ekonomik aktörlerin faaliyet gösterdiği ekonomi politiğin kurallarının belirlenmesi ile ilgilidir. AK-Parti’ye hiçbir zaman oy vermeyenler ve vermeyecek olanlar arasındaki sağduyu sahiplerinin de yukarıdaki hususlar çerçevesinde referanduma <ı>“Evet” diyeceği açıktır.

<ı>8. Benjamin Franklin’in <ı>“Geçici bir güvenlik uğruna temel özgürlüklerinden vazgeçen toplumlar, güvenliği de özgürlüğü de hak etmezler!" deyişinde ifade edildiği gibi hiçbir şey insanların güvenliği, zenginleşmesi, aşın-işin ve refahın artması için <ı>“özgürlük” kadar etkili değildir. Anayasa Reformu, bu açıdan değerlendirildiğinde, müfettişlikten tekaüde ayrılmış <ı>Kemal Kılıçdaroğlu’nun iddiasının aksine insanların aş ve iş sahibi olmasının da temel taşıdır. Yıllarca statükonun yol açtığı sefalet içinde kıvranan insanların, bu statüko kırılmadıkça sefaletten de kurtulamayacaklarını görmediklerini düşünmek en hafif deyişle abesle iştigaldir. Bu açıdan anayasa reformu, büyüme ve refah artışının da temel unsurlarından biridir. Anayasa Reformu’na ve referanduma “hayır” demek, yüksek enflasyona ve işsizliğe (kısaca stagflasyona), krize, durgunluğa, yoksulluğa ve sefalete “evet” demektir. İktisat literatüründe bu alanda yayınlanmış yüzlerce çalışma vardır. İlgilenenler “<ı>google”da “<ı>ÖZGÜRLÜK, FİKRİ MÜLKİYET VE EKONOMİK BÜYÜME” konuları üzerine (mümkünse İngilizce) taramalar yapabilecektir. Ya da en azından benim "Türkiye'de Politika-Ekonomi Etkileşimi (Nobel, 2003)" adlı kitabımı okuyabilirler.

Bu teorik ve pratik mülahazalar çerçevesinde, doğru karar verme üzerine kendince kafa yormuş, dirsek çürütmüş bu satırların yazarının oyu da umuda, değişime, referanduma, düşük enflasyona, yüksek istihdama ve ekonomik büyümeye ‘EVET’ olacaktır.

 
Toplam blog
: 19
: 1025
Kayıt tarihi
: 01.05.10
 
 

Mülkiye ..