Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Eylül '10

 
Kategori
Siyaset
 

12 Eylül'e 12 Eylül'de hayır demek!

Devrimci 78’liler Federasyonu’nun Ankara’da Çağdaş Sanatlar Merkezi’nde açtığı “Utanç Müzesi”, 12 Eylül tanıklıklarını gündeme getiriyor ve belleklerimizi tazelemeyi amaçlıyor. Bundan altı yıl önce de 12 Eylül bir Pazar’a gelmişti; o gün, bir gazetenin Pazar ekine yazdığım “12 Eylül’den artakalanlar” başlıklı yazımda, “Bugün Deniz'e övgüler dizilip Altındağlı sarı çocuk(Necdet Adalı) denildiğinde yüzünüze anlamsız bakılıyorsa nedeni, zulmün uzun erimli olmasını sağlamak için bellek siliciliğine gidilmiş olmasıdır” demiştim. Bu sene de 12 Eylül Pazar’a geliyor ama bu 12 Eylül’ün ayrı bir anlamı daha var; aynı gün, Anayasa Mahkemesi ve HSYK’nın yapısını değiştirmeyi amaçlayan referandum paketi de, “özgürlük vaadi” ile halkoyuna sunuluyor. Üstelik bu “sunum”, “Altındağlı sarı çocuk”a methiyeler dizilerek yapılıyor.

Üzerinden 30 yıl geçmiş olmasına rağmen 12 Eylül’de yaşadıklarımızın yaşanabilir bir şey olduğuna inanmakta güçlük çekerim. Geriye dönüp baktığımda, mahalle arkadaşlarımdan kaçının artık yaşamadığına; “cevahir yürekli” kaç yaşıtımın ille de Necdet Adalı’nın, idama götürülüşüne; bir başkasının cezaevinden sorgulanmak üzere alınıp Emniyet’e götürülüp geri getirildiğinde ayakta duramadığına tanık olmuş; “dur” ihtarına uymadığı gibi sudan bahanelerle kaç masum insanının kurşunlanarak öldürülüşünü gün be gün yaşamıştım. Bizler, “her iki dizkapağın tam kıkırdak yerinden kurşun yemiş” gibiydik! Ancak daha da önemlisi, ülkenin üstüne giydirilen “deli gömleği”nin yüzde 92 gibi bir çoğunlukla kabul edilmiş olmasıydı. Kaç kuşak değişti, hesaplamadım ama bugün herkesin ‘82’de bize giydirilen “deli gömleği”ne karşı çıkıyor olması, samimiyetimizin de ölçüsünü gösteriyor!

Bu ülkenin solcuları (ki onlar devede kulak misali azdırlar), o gün de, bugün de, “uçurumun kenarındaki bir tutam otu almak” için hiç tereddüt etmemişlerdir. İşte bu nedenledir ki, “toprağın kara bağrına, sıra dağlar gibi düş(müşlerdir)”. Bu halkın o ana kadar can güvenliği nedeniyle arkalarına dizildikleri solculardan hızlı trenin lokomotifinden kopan vagonlar gibi hızla uzaklaşmalarına da tanıklığımız böyle gerçekleşmiştir. Gururlarına yedirmeseler de yenilginin öğretmenliğini kabul etmişlerdir.

Yenilginin öğretmenliği, her şeyin ilacı olan zamanla açığı çıkmış bulunuyor. Örneğin katıldığı toplantılarda “özgürlük” talebini dile getiren öğrenci gençlere, “bunlar tarihin gerisinde” diyenler, şimdi miting meydanlarında “beni burada arama anne” şiiri üzerinden Necdet Adalı’yı hatırlatıyor. Belki de tarih intikamını alıyordur, bu toplumdan! Zira doğup büyüdüğü, yolunu yaptığı, kanalizasyonunu eştiği, gecekondusunu yaptığı o halk, doğru dürüst yaşam standardı getireceklerine evlerine yardım paketi gönderenlerin ağzından Necdet Adalı’nın öyküsünü dinliyor.

Yüzlerce örnek verebilirim ama Adalı, okuldan arkadaşımdı; İsviçre’de intihara sürüklenen Fatih Borucu da 12 Eylül zindanlarından! Gördüğü işkenceler yüzünden akıl sağlığı zarar gören arkadaşım Bülent Laçinok, Hacettepe’nin en başarılı öğrencilerindendi. Serdar Soyergin, idam sehpasına, gördüğü işkenceler yüzünden, beli kırık olarak gitti. “Utanç Müzesi”, inanılması zor ama 70 cm genişlikteki hücreleri de; 90 günlük akıl almaz işkenceleri de hepimize yeniden anımsatıyor. İşte bu anımsatma, bugünlerde özgürlük kavramını ağzından düşürmeyenlerin, esasında, yalnızca “kendilerine Müslüman” olduklarını deşifre ediyor. Adalı şiiri okuyarak gözlerimizi nemlendirenler, başörtülülerden gelecek oyu hesaba katarak, Hristiyan dininin simgesi olan rahibeleri küçümsemekten çekinmedikleri anlaşılıyor. Tıpkı Adalı’nın arkadaşlarından gelecek oylar yüzünden, bir zamanlar, “bunlar tarihin gerisinde kalmış” dediklerine methiye dizdiği gibi!

Kendisi de bir 12 Eylül mağduru olan Ahmet Telli bir şiirinde, “Ey şair/ yine bölük pörçük anlattın/ yine eksik bıraktın bir şeyleri/ gün devrilmekte ama sen/ tutmamışsın acımızın çetelesini” demişti.

“Utanç Müzesi”, acılarımızın üstesinden gelmek, yüreğimizi iyileştirmek için bizi yenmekle övünen “theirs boys”lardan, 12 Eylül’ü niye yaptıklarını; senaryoyu kimin yazdığını, rol dağıtımın kimin yaptığını sormamızı ve ülkenin geleceğini karanlığa sürükledikleri için 12 Eylül mağdurlarının tanıklığında yargılanmalarını işaret ediyor. Bütün bunları yaşamış ve asla kendi özgürlüğünü, başkasının özgürlüğünden; kendi inanç simgesini, başkasının inanç simgesinden üstün görmeyen biri olarak, geniş toplumsal mutabakatı içeren daha özgürlükçü bir anayasa istiyorum. Yaşasaydı, Adalı da bu talebi dile getirirdi!

 
Toplam blog
: 102
: 682
Kayıt tarihi
: 06.07.10
 
 

8 Ocak 1961'de doğdu. Ankara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Gazetecilik ve Halkla İlişkiler..