Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Eylül '17

 
Kategori
Siyaset
 

12 Eylül'le Gidenlere...

12 Eylül'le Gidenlere...
 

 

Bir yağlı urgan başlık parasına,

Yaşamını gelin verdiklerini düşündü ölüme,

Bu son gecesinde…

 

Düşüncelerini sonsuzluğa uğurlarken…

 

Son nefese bilet tek yönlüydü bu kez…

Oysa hep gidiş-dönüş alırdı ucuza gelsin diye biletleri…

 

Ucuz deyince ucuzluk geldi aklına,

“ Ucuzluk da vardır “ dedi şimdi mağazalarda % 70 lere varan,

Ama şimdi en ucuzu hatta bedava olanı onun hayatıydı.

Hayatını koysalar bir vitrine kapış kapış gider miydi acaba,

Yoksa

“Bu neden bedava kesin defoludur hem de çok defoludur”  diye kimse almaz mıydı?

Doğruydu bedenini ruhunu delik deşik etmişlerdi,

Kevgire dönmüştü…

Belki anlamları süzerken kullanırlardı artık hayatını…

 

Birden komik geldi aklından geçenler,

İnsanoğlu işte neler de düşünebiliyordu son olduğunu bildiği gecede…

 

Gülümsemek istedi beceremedi.

Çünkü o Eylül’ün kapı aralığında bir yerlere saklamıştı gülüşlerini…

Saklamıştı elinden almasınlar diye,

Saklamıştı çalmasınlar diye…

Saklaya

Saklaya

Bak şimdi de yerini de unutmuştu,

Bulamıyordu gülüşlerini

Gülümseyemiyordu…

 

O Eylül ki

Bütün umutların, düşlerin, hayallerin, geleceğe dair her şeyin ergen kaldığı…

 

O Eylül ki

Bozkır’ın en yaşanılası mevsiminde, yaşamadan yaşlandıran…

 

Daha dün gibi ama asırlarca uzakta bir Eylül…

 

Az önce gülmek isterken şimdi de ağlamak istiyordu,

Hatırladıklarından, hatırlayamadıklarından, hatırlamak istemediklerinden…

 

O Eylül çıkmazından birkaç gün önceydi, sevdiğiyle ürkek - narin - sevgi dolu - çocukça – beceriksizce ama adeta ibadet eder gibi birbirlerinin vücutlarını ilk kez severken kıymamışlar mıydı gönül nikâhlarını?

 

 

Ya şimdi…

Hoyrat ellerde ellenmedik coğrafya kalmamıştı vücut atlasında!

Oysa

Çıplaklığın, insanlığın en saf hali olduğunu düşünürdü,

Utanmamıştı çıplaklığından sevdiğinin karşısında…

 

Şimdiyse, işkencenin utancı olarak kazınmıştı beynine çıplaklığı,

Görmek istemiyordu vücudunu!

 

Direncine zırh çığlıklar kuşanmıştı işkenceciler karşısında

Avaz avaz,

Çığlık çığlığa bağırmıştı sesi yok olana kadar…

 

Sonra sesi yok oldu

Bir daha hiç çıkmadı…

Sesi yok olmazdı belki

Ama

Her hücresine elektrik vermek, her hücresine yumruk-tekme-tokat atmak yetmemişti onlara!

 

Vücudunda buldukları her deliğe elleriyle, coplarıyla, şişelerle, o çok övündükleri erkeklikleriyle tecavüz etmişlerdi…

 

Tecavüz yetmiyordu, az geliyordu,

“Orospu” diyorlardı ya,

Tecavüz üstüne, kerhane tatlısı niyetine illaki memelerine bağladıkları elektrikle o kıvranırken, karşısında zevkten dört köşe oluyorlardı!

 

Çığlıkları, avazları, sesi kesilmişti

Ağzının da ırzına geçtikleri gün…

 

Sesime değdiler! Sesimi kirlettiler! Diye içine gömdü feryatlarını,

Sonrasında da hiç sesi çıkmadı zaten…

 

Bir tek düşüncelerine, yüreğinde sakladığı sevgilere dokunamadılar…

 

Bir de gülüşünü saklamıştı ya sevdiklerine,

Acaba dedi,

Acaba

Sevdiklerine sakladığı gülüşünü bırakacak bir emanetçi bulsaydı ulaştırır mıydı annesine, sevdiğine, yoldaşlarına, kedisine…

 

Bekliyordu…

Neyi beklediğini bile bile,

Bekliyordu…

 

Ne kısa bir geceydi yaşamla hesaplaşmak için…

Ve

Ne uzun bir geceydi ölüme giden saatlerde…

Dakikalar geçmiyordu yılların geçtiğince çabuk…

 

Oysa

Bir an gibi geçen yıllarda,

Hayatla yıkanmayı ertelemişti…

Hep ertelemişti,

Her şey devrimden sonra yaşanacaktı…

 

Sabahın ilk ışıklarında

 

Yalınayak yalnızlığını yanına alıp, yaşama es verilen Eylül’de bıraktığı her şeye “ eyvallah “ diyecekti.

Başka alacak ne vardı ki yanına?

Ele güne kuvvetli bir direnişçi yarısı,

Kendine duygularının hepsi yatalak…

 

Yaşayamadıklarının / yaşadıklarının çigan feryadı bölüyor geceyi,

Ne de çok severdi çigan müziğini,

Ama bu gece kulaklarını tırmalıyordu sessiz çigan…

 

 

Hani anneannesi “herkesin ellerinin içindeki çizgilerdedir yazgısı“ demişti küçükken,

Ellerinin içine baktı hiç çizgi yoktu,

Ama neden o kendi yazgısını işkencecilerin hoyrat ellerindeki çizgilerde görmüştü?

Çünkü

Çalmışlardı yazgısını / yaşamını / her şeyini ondan!

 

Ama neden??

Bu kadar mı hainlik yapmıştı yurduna?

Bu kadar mı kötülük yapmıştı halkına?

Ki

146‘dan kırmıştı hâkim kalemini

 

Birkaç saat sonra  

Biliyordu son arzusunu soracaklarını,

 

“ Desem ki “  dedi:

 “ Anacığımın sütlacından çekti canım, üstü tarçınlı.

Hani bana sürpriz olsun diye,

Ben sevineyim diye,

Hep asık dolaştığım suratım azıcık gülsün diye,

Canım anacığımın sütlacın üstüne tarçınla,

Kimi kez çiçek,

Kimi kez kalp,

Ama en çokta gülen adam çizdiği…

 

İşte beni hep gülümseten anamın tarçınlı sütlacından çekti canım desem…

 

Çünkü

 

Anamın üstü tarçınlı sütlacında,

O kokuda,

Çocukluğum, ailem, evim, arkadaşlarım, kedim, oyuncaklarım, kahkahalarım, masallarım, kahramanlarım var desem…

 

Yerine getirebilir misiniz son arzumu…

 

Sonrada gençliğimden arta kalan tortularla buğulanmış bir ıslık tutturup yürüsem AR AĞAC

 

 

(12 Eylül 1980’de yitirdiğim tüm canların anısına saygıyla)

 

 

Sevtap Özkahraman

( Ankara )

 
Toplam blog
: 121
: 745
Kayıt tarihi
: 07.11.08
 
 

1958 Balıkesir doğumluyum. Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Kütüphanecilik Bölümü mezunu..