Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Haziran '17

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

14 Aralık 2008 Buenos Aires’de “abla” ve kardeşleri, “metro’yu keşfedelim” derken kapkaça uğrarlar!

Gece yağan yağmurdan ıslak bir sabaha uyanan dörtlü, ekstra “at çiftliği gezisi” yerine Buenos Aires’te dolaşmayı, eksikleri gidermeyi seçer. İyi de eder…

Yürüyerek otelden çıkar, ülkemiz ölçülerinde rahatça yolun boyu sayılabilecek genişliğini aşıp karşı yakaya ulaştıklarında dikkatlerini çeken, bir takım “anlamlı hurdalar”a rastlarlar: Bir ejderha, pilotuyla birlikte bir küçük uçak, bir araba, bir helikopter, koca bir timsah… bir kaçını fotoğraflarken –sağda solda yine hurda görünümü yüzünden ciddiye almadıkları bazı tabelaların da yardımıyla- anlarlar ki, burası, tüm yanıltıcı görünüşüne karşın hurdalık değil; bu tarz çalışmalar yapan bir atölyenin -biraz bakımsız- bahçesi.

İlk durak Recoleta! Yan yana, ardında çoğunlukla yaşlı bir ustanın çalışmakta olduğu küçük tezgâhlarda, ürettiklerini sattıkları ve “abla”nın bir tezgâhta üretilip satılanın bir ikinci tezgâhta tekrarlandığını görmediği, bir çeşit el sanatları fuarı! Su kabağından kendi yaptığı mate kapları hakkında bilgi verirken, mate çayını süzen metal pipete, bombilla yazılıp, bombişa dendiğini anlatan sanatçı gibi her çalışma özgün; deri çanta yapan tezgâhların tarzları ne kadar birbirinden farklı ise, akordeon esprisinde CD’lik yapan, metalden yarı heykel, yarı kullanıma yönelik gözlük çerçeveleri, sütyenler vs. üreten, saatlere gerçeküstü biçimler veren, kumaş şeritler kesip içine boncuk koyup düğümleyerek aksesuar üreten kız, ailece diktikleri keten gömlekleri satarken “İstanbul’dan…” sözünü duyunca hemşerisi gibi davranan Arap kökenli yaşlı adam, yerli motiflerini, bir çeşit kâğıt işçiliğiyle renklendirip sıvayarak ürettikleriyle bir genç kadın, metro biletlerini katlayıp kıvırarak, yapıştırarak yıldız, kalemlik gibi yeni formlar üreten bir diğeri… her biri tek!

Cumartesi ve Pazar günleri açık Recoleta Açık Pazarı’na, “abla”ya kalsa, değil iki gün, bir hafta yetmez. Günün programında bir de -sadece Pazarları açık- San Telmo Antikacılar Pazarı var. Birbirini kesen Defensa ve Plaza Dorrego Caddeleri’nde hem dükkânlarda, hem cadde ortasındaki, meydandaki tezgâhlarda yok, yok! Tenteli bir arabadan şerbete bulanıp kavrulmuş fıstık alıp yiyerek pazarın diğer ucuna yürüyen dörtlü Felices Fiestas yazılarıyla süslü, cehennem sıcağına hiç uymayan, Christmas neşesi dışarılara taşmış bir kiliseye girerler; San Pedro Gonzales Telmo. Teyze İngilizce broşür aranır bulamaz, -İngilizce bilmeyen- rahibe, teyzenin ne istediğini anlamaz. Kilise karşısına -enstrümanlarına bakılırsa- bir klâsik müzik topluluğu konuşlanırken, Caddelerin kesişme noktasında sıcaktan korunmak için sığındıkları koca şemsiye altında, “abla”ya “Arjantin, yaşlı ustalar ülkesi” dedirten bir manzara; çok yaşlı bir gitar ustası çalar, onunla akran bir bey ve hanım –gayet şık!- tango yaparken, bey izleyicilerden isteklilere de eşlik eder. Bir sonraki hedefe gidecek gücü toplamak üzere, rehberin Güney Amerika’da cafe zinciri olduğunu söylediği Havanna’ya giren dörtlü, kahve içip soluklanır.

Cadde üzerindeki otobüs durağından geçip La Boca’ya giden 152 Numaralı otobüse binerler; sahanlıktaki direğe bağlı, üstten para atılan kutunun altından para üstü ve biletlerini alır, boş otobüse gönüllerince yayılırlar. Radyodan maç dinleyen şoför, genç bir adam, sol yanındaki pencere koyu mavi, saçaklı kadife perdeyle, dikiz aynası çevresi ise irili ufaklı, kenarları fisto şeklinde kesilerek süslenmiş 5-6 adet aynayla süslü. Son durakta iner, deniz kıyısına paralel tezgâhlara bakınarak ilerler, bir internet cafe bulurlar ve Arjantin’e ineli beri –gruptan bazıları uzun konuşmalar yapabilirken- çalışmayan cep telefonları yüzünden kaygılı teyze kızını arar ve koordinatlarla beraber, “iyiyiz” mesajı verir.

Şehir merkezine yine otobüsle dönmeye niyetlenen grup bozuk para sıkıntısı çekerken ortaya çıkan -bir gün önce Caminito’da, elinde broşürlerle dolaştığını gördükleri- kırmızı pelerinli, sürücü gözlüklü, antenli, dil dâhil tüm engelleri aşmış adam, sorunlarını anladığı dörtlüye yanaşır, ellerine sağdan soldan denkleştirdiği bozuk paraları sayar, bütün parayı daha sonra alır, duraktaki adama onları emanet edip ayrılır. Bu ve benzeri pek çok olayı gözleyen ve sonunda, dil bilen kardeşlerle, teyzeyle eşitlenen “İngilizce özürlü abla”nın vardığı, ortancanın altını çizdiği saptama şudur; son derece yardımsever, sıcakkanlı bu insanlarla Türkçe+beden dili formülüyle anlaşmak çok daha kolay!

1. Cunta İstasyonu’ndan metroya inip, mavi A hattıyla Cafe Tortoni’ye gitme planıyla, 25 Mayıs Meydanı’nda inen dörtlüyü bir sürpriz beklemekte; A hattı, meydana açılan tüm caddelerle birlikte kapalı! Bir yanında gösteri yapan küçük bir grup, diğer yanında Kanada Havayolları için reklam filmi çeken bir başka grubun yanından geçerek bir sonraki metro girişine ulaşan “abla” grubu, bilet gişesindeki görevlinin, “B hattı, üçüncü durak, bilmemnere istasyonunda inin” talimatıyla yola koyulurlar.

 
O ne? İlk durak, bilmemnere istasyonu! “Abla”nın başını çektiği panikle kardeşler inerlerse de kapılar kapanır, şaşkın bakışları arasında teyze, yola devam eder. Bir sonraki durakta ineceğini varsaydıkları teyzeye ulaşmak üzere bindikleri kompartımanın kapısını tıkayan şişman kadın -sevgili bir arkadaşlarının deyimiyle domuz topu- inişi engeller; itiş kakış bir inerler ki, bel çantalarının tüm fermuarları ardına dek açık! “Abla” ve kız kardeşleri, ilk travma etkisini atlatıp hasar tespiti yapar; ortancanın kimlik, banka kartları, parası alınmış, küçük kız kardeşin pasaportu ve fotoğraf makinesi yerinde… İlk hedef teyzeyle buluşmak ise de –artık- paraları olmadığından, bunu, yer üstüne çıkmaksızın yapmaları gerek. Bu kez de, bindikleri ilk kompartımanın kapıları, yön duygularını alt üst edecek biçimde karşı taraftan açılır. Kapkaç travmasıyla birleşen yabancılık yüzünden tavan yapan güvensizlikle, karşıya da geçemeyen kardeşler, baş durağa dönüp, üçüncü istasyonda inerek bakınırlar, teyzeyi göremeyince Cafe Tortoni’ye gitmiş olabileceğini düşünerek yukarı çıkıp yola düşerler.
 
Uzun bir yürüyüş sonrası, kafası analitik çalışan ortanca, ortalığın giderek tenhalaşmakta oluşunu, çevrenin merkeze değil ters yönde yürüdüklerini belirtir değişikliklerini algılayarak uyardığı “abla” ile küçük kız kardeşi geri dönmeye ikna eder. Bereket, yürüyerek şehir turu yapmayı seven kız kardeşler, yaklaşık üç saat sonra, alacakaranlıkta Cafe Tortoni’ye ulaşırlar, teyzeye bakarlar, bulamayıp otele yönelirler. İkisi bindikleri taksiyi kapıda oyalayıp, lobide para bozdurup borçlarını öderken; kardeşlerini, “Avrupa’da uzun yıllar yaşamış, yabancı dil bilir, meraklanmayın…” diyerek yatıştırmaya çalışan “abla” içinden dualar ederek, yeğenlerinden çok daha soğukkanlı davranıp, önce Cafe’ye uğrayan, bulamayınca otele dönen teyzenin kapısını çalar, onu odada bulup olanı anlatır. Türkiye’de saat, sabaha karşı 3:30 suları; bankalardan birinde “bir insan”la konuşup, ortancanın banka kartlarını iptal ederler.

Aklın, dikkatin, ustalıkla el çabukluğuyla nasıl devre dışı bırakılabildiğini, yön duygusunun, çok basit biçimde, kapı yönü değişince –bile- nasıl alt üst olabildiğini, verilerin, algılama biçimlerine göre nasıl sayısız biçimde çarpıtılabildiğini, haritayı tutma biçimine göre koordinatların nasıl şaşabildiğini, çok güvenilen aklın, yol göstereceğine, aniden nasıl “tuzaklar kurar” hâle gelebildiğini, düşünce formülündeki “eksi”nin sonucu nasıl “olumsuz” etkileyebildiğini gördükleri -rehberden dört başı mâmur metro (ekstra) programı alsalar, zaten çalınan miktarı bulacak- birkaç saatlik çarpıcı deneyim sonunda, acıktıklarını farkedip 22:30’da ânî bir kararlılıkla, yeniden Cafe Tortoni’ye yollanırlar.

Sokak dondurmacısı Tortoni, Fransız Devrimi’nden sonra Paris’te bir dükkân açar, ünlü olur. 1858’de Buenos Aires’te açtığı, uzun, derin, çekmekatlı cafe’nin, dip tarafındaki küçük odalardan birinden melodisi taşan tango gösterisi izlenirken, beri yanda, fotoğraflarla dolu duvarlar, eskiliğini, özgünlüğünü korumuş mobilyalar ziyaretçileri ağırlar. “Abla” grubunun yanındaki masada üç mumya, ayakta Carlos Gardel, oturur durumda Jorge Luis Borges ve Alfonsina Storni; yanlarında fotoğraf çektiren, günün akla zarar macerasıyla yorgun, bitkin kardeşler ve teyzeden çok daha canlı, çok daha hayatta görünmekte!


Uzun gün sonunda, dükkânla akran görünen çok yaşlı bir garsonun servis yaptığı “abla” grubu karınlarını doyurur, otele dönmek üzere çıkışa yönelirler. İçinde, aralarında Mario Vargas Llosa, Susan Sontag, Susan Sarandon, Martha Argerich, Hillary Rodham Clinton, F. F. Coppola, İspanya Kralı Juan Carlos, Robert Duvall gibi “abla”nın tanıdığı/tanımadığı pek çok ünlünün, mekânda fotoğraflarının, imzalarının sergilendiği camlı büyük bir dolap, yollarını keser.
 
Toplam blog
: 591
: 63
Kayıt tarihi
: 27.07.15
 
 

İstanbul'da 20 yıldan fazla, tasarımcı grafiker olarak çalışırken bir kız çocuğu da yetiştiren "a..