Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Ağustos '13

 
Kategori
Güncel
 

17 Ağustos

17 Ağustos
 

1999 Ağustosu sıcaktı.

Öyle sıcaktı ki Tekkeönü'ndeki denizin suyu bile güney sahillerini aratmıyordu.

Tatildeydik, gülüp eğleniyor, her zaman bulamayacağımız sıcacık ve dalgasız denizin tadını çıkarıyorduk.

17 Ağustos sabahı, acı acı çalan telefona bakan annemin çığlığıyla uyandık. O sırada İstanbul'da olan eşim arıyordu. Sabaha karşı 3:02 de çok büyük bir deprem olmuş, insanlar sokaklara fırlamış, elektrikler kesikmiş, hiç bir yerden haber alınamıyormuş, depremin merkezinin neresi olduğu, kayıp ve hasarlar hakkında bilgi yokmuş.

Telefonu kapatır kapatmaz televizyonu açmaya koştu annem, açılmadı, çünkü İstanbul'a 460 km uzaktaki Bartın'ın en uzak köyünde de elektrikler kesilmişti.

Evde eski bir radyo vardı, onu bulduk. Çarşıya gidip pil aldı babam, radyoyu bahçedeki yemek masasının üzerine koyduk, çevresini sardık ve dinlemeye başladık. O kadar telaşlı ve heyecanlıydık ki, ne olup bittiğini öğrenme merakı içinde hem telefonlara saldırıyor hem radyodan haber almaya çalışıyorduk. Ancak telefonlar da çalışmıyordu artık. Radyo ise henüz net bilgiler veremiyordu.

Ablamın oğlu Yalova'daydı. Saatler ilerledikçe deprem merkezinin Gölcük olduğunu ve buradan sonraki en büyük hasarın Yalova ile Adapazarı'nda yaşandığını öğrenince iyice telaşlandık. Neyse ki öğleden sonra ulaşabildik de sağ ve salim olduğunu haberini aldık. Akşama doğru da elektrikler geldi, artık görüntülü olarak ne olup bittiğini öğrenebiliyorduk.

Gözlerimizin gördüğü manzara, kulaklarımızın duyduğu haberler inanılmazdı. Yerle bir olmuş binalar, enkazın altından sağ çıkabilmek için yardım isteyen eller, ambulanslar, sirenler...

İlk kez o gün tanıştım depremin korkunç gerçekliğiyle. Çocukluğumdan beri seyrek aralarla hissettiğim küçücük sarsıntılardan bile şiddetli korku duyarken şimdi çok ama çok büyük bu yer sarsıntısının yarattığı hasara tanık oluyordum.

Sadece tanık oluyordum.

Yaşamamıştım.

Bu bile yetmişti bana. Depremin tam ortasında kalan insanların yerine koymaya çalıştım kendimi, beceremedim, daha doğrusu dayanamadım.

Tatilde olduğum için utandım, sanki benmişim gibi sorumlusu.

O kadar çok insan öldü ki, o kadar çok aile parçalandı ve evsiz kaldı ki...

Gözyaşları sel olup aktı, art arda gelen artçılar paniği arttırdı. Her an yeni bir büyük sarsıntı olabilir korkusu hayatı yaşanılmaz kıldı. Günah keçileri arandı, bulundu. Deprem vergileri çıkarıldı, daha önce adını hiç duymadığımız deprem uzmanları televizyon ekranlarında başköşede arzı endam ettiler. Sebepler, sonuçlar, sebepler, sonuçlar...

Sonrası?

Hiç!

Aynı tas aynı hamam.

 

Allah, depremde hayatını yitirenlere rahmet eylesin.

Yakınlarını kaybedenlere sabırlar versin.

Çünkü ben biliyorum ki aradan 14 yıl geçmiş olsa da onların acıları dinmedi. Kolay kolay da dinmeyecek.

 

 
Toplam blog
: 314
: 1210
Kayıt tarihi
: 07.08.11
 
 

Üsküdar İstanbul doğumluyum ve halen burada yaşıyorum. Okumak, yazmak ve seyahat etmeyi çok seviyor..