Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Temmuz '08

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

19 Temmuz 2008’e az kala…

19 Temmuz 2008’e az kala…
 

Ne sancılarla doğurdum seni oğulcuğum diyemeyeceğim çocuğum, suni sancı ile kıvrandım yalnızca birkaç saat, sezaryen ile doğman elbet bir avantajdı senin için, ama Karataş Hastanesi’nde o gece doğan bebekler arasında en güzeli seçilmen yalnızca yüzünün, gözünün normal doğum esnasında kızarmamış, morarmamış olmasından değil elbet!

Sonraki gaz, dikiş sancılarım falan, lafı mı olur oğulcuğum, hep dediğin gibi sinirlendiğinde “Ben mi istedim ki beni doğurun diye!”…

Doğrusu da bu işte can kuzum, seni doğurdum, emzirdim, besledim, büyüttüm diye mümkün müdür hak iddia etmem?

Yük yüklemenin anlamı yok ki civanım…

Yaşam senin yaşamın, ruhunun istediğince kullanırsın a canım!...

Ama, seversin bilirim, bebekliğinden söz etmemi, anımsamadığın çocukluğundan…

Sen hatırlar mısın bilemem, iş dönüşü yemek hazırlarken mutfakta, üç yaşlarında var ya da yoktun, bir güzel melodi geldi tutundu kulaklarıma…

Salonda oturmuştun, hani yeşil bir flüt aldırmıştın ısrarla, gördüğüm salonun ortasında halı üzerinde oturan sen, önünde flüt ve flüte takılmış şişirilmiş bir balon!

Nasıl akıl ettin a kuzum, balon havayı veriyor, flüt kendi kendine çalıyor, yatırmışsın yere flütü, tuşlara, pardon deliklere yani, minicik parmaklarını kondurup kondurup kaldırıyorsun!

Üç aylıkken sen işe başlamıştım, geldiğimde küsmüştün, gözün gözüme değmemişti günlerce, emzirirken bile…

Babana bakıyordun, gülümsüyordun, ama inatla benimle göz göze gelmiyordun!

Baban iş için Ankara’ya gidince ilk kez tekrar bakmıştın gözlerime…

Ah benim kuzucuğum…

Yağız bir delikanlısın şimdi, algılaman, zekan, maşallah, deli gibi yerinde…

Yok! Yok… Herkes gibi gözümde hala büyümedin ki demeyeceğim!

Evet, endişeleniyorum çoğu kez, ancak “Saçmalıyorsun Gülgün, bebek değil ki artık oğlun!” diyerek yatıştırmaya çalışıyorum…

Bir bireysin Oğulcan’ım, doğurduğum bebek olamazsın, ne sen istersin ne benim yüreğim yeter!

Ne bana benzemeni bekleyebilirim, ne de senin gibi olamam!...

Yine de, bazen, çıkıyor işte bir şeyler ağzımdan, öksürüğüne kıyamıyorum mesela, sen de benimkine, biliyorum, son zamanlarda konuşalım derken tartışıyoruz, kişiliğini oluşturma aşamasından geçtin, yaşdaşlarından ayrı olarak, oturtma zamanına eriştin, az biraz erken oldu ama, bakalım sonucunda üzülür müyüz, sevinir mi?

Oğulcuğum, umarım, dilerim ki, ne sen bana, ne de ben sana muhtaç olmadan yaşamlarımızı sürdürürüz…

Her birimiz kendi ayaklarımız üzerinde, birbirimizin önüne sevgi adına taş olmadan, ket vurmadan…

Yalnızca sevgi olsun paylaşacağımız, umarım…

Görmek istediğinde gel isterim, umarım yaşlanıp da neden gelmiyorsun diye sormam!

Şimdiden söyleyeyim, ola ki sorarsam, kuzucuğum bil ki bilinçli değildir, yaşlılık sendromu olsa gerek, pek de ciddiye alma yani…

Gelmek istediğinde gel yine de sen, sıkıldığında öp çarçabuk ve uzaklaş… Öpmek istersen tabii ki…

Öpmek istemediğin zaman olursa, üzme kendini, içinden geliyorsa öpmeme izin ver!

Gelmiyorsa, riya yapma!

Yapmazsın ya…

Oğulcuğum, Oğulcan’cığım, hatalarım da olmuştur muhtemelen çokça, artılarım da olmuş olabilir, hatalarımdan dolayı özürüm, katkılarımdan dolayı onurum bakidir…

Seviyorum seni kuzucuğum…

Koçum mu desem yoksa artık?

Pek alışık gelmiyor ağzıma, kulaklarıma da ama, hani istersen, diyebilirim...

Daha nice yaşlara oğulum, sağlıkla, mutlulukla, başarıyla, huzur ve neşeyle... Gönlün her neyi istiyorsa, ulaşman dileğimle...


Gülgün Karaoğlu
Temmuz,18/08

 
Toplam blog
: 1269
: 1343
Kayıt tarihi
: 18.09.07
 
 

İzmir, 1963 doğumluyum. Dokuz Eylül Üniversitesi İngilizce bölümü mezunuyum ve özel bir şirkette ..