Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Kasım '06

 
Kategori
Tarih
 

1915'te Ne Oldu?

1915'te Ne Oldu?
 

Biz ister bir Türk olalım ister bir Ermeni, gerçekten "gerçeği" arıyorsak ne yapmalıyız? Bir an için bir "Türk" olarak Türk olduğumuzu, bir "Ermeni" olarak da Ermeni olduğumuzu unutup şu konuyu anlamaya çalışalım. Konumuz 1915 yılında yaşanan olaylar değil de örneğin yine o yıllarda mesela Rusya’da gerçekleşen Ekim Devrimi olsaydı. O devrimin nedenlerini, değişkenlerini, taraflarını, tarihsel köklerini ve sonuçlarını öğrenmek istediğimizde nasıl bir öğrenme metodolojisine başvururduk? Sanırım işini ciddiye alan her araştırmacı bu konudaki kaynaklara, tarafsız gözlemcilerin tanıklıklarına, yorumlarına, eldeki belgelere, kalmışsa canlı tanıklarına, tarafların görüşlerine başvurur ve bütün bunları bir süzgeçten geçirerek bir sonuca ulaşmaya çalışırdı. Yapılması gereken de budur zaten.

Peki biz bu sorunu tartışan taraflar olarak Türkler ve Ermeniler ne yapıyoruz? Bir taraf doksan yıl önce yaşanmış olayları Yahudi soykırımı için hazırlanmış bir şablona (soykırım) orasından burasından zorlaya zorlaya oturtmaya çalışırken öteki taraf bir gün hiçbir şey olmadığını, ertesi gün karşılıklı bir kıyım olduğunu, bir başka gün ise aslında kıyıma uğrayanların onlar değil de şunlar olduğunu öne sürüyor. İki taraf da belgelerden gerçeği bulmak için yararlanmak yerine onlara öteki tarafa karşı kullanılabilecek bir propaganda malzemesi olarak bakıyor. Olaylarda hayatını kaybedenlerin sayısı da sürekli değişiyor. Mesela Ermeni tarafı ölenlerin sayısını sekiz yüz binden başlatıp bir buçuk milyona yükseltirken bizim resmi tarihçilerimiz de üç yüz binden başlayıp on bine kadar indirebiliyor.

Nasıl oluyor da tarafların tezleri arasında bu kadar derin bir uçurum ortaya çıkabiliyor? Biz gerçeği arayanlar olarak bu uçurumun derinliğinden bir ipucu çıkaramaz mıyız? Eğer tarafların doğrudan tanık olmadığımız bir olay hakkındaki iddiaları taban tabana zıtsa çoğu zaman gerçeğin iki taraftan birinin söylediğinde değil de ortalarda bir yerde olduğunu deneyimlerimizden biliriz

Bundan doksan bir yıl önce vuku bulmuş bir olayı tüm gerçekliğiyle öğrenmek isteyen tarafsız bir öznemiz var. Olay, 1915 yılındaki Ermeni Tehciri; öznemiz ise bir araştırmacı… Kendine çok zor ve netameli bir araştırma konusu seçmiş olan bu zavallı bunu ne ölçüde başarabilecektir?

Ona kötü haberi şimdiden verebiliriz. Bu konuya daldığında çoğu zaman mantığı duygularına yenilecek, soruna bir ad koyma konusunda sürekli tanımlar arasında gidip gelecek, sonuçta varacağı yargı da taraflardan hiçbirini mutlu etmeyecektir.

Karşılaşacağı engeller az buz değildir. Bir defa üzerinden çok uzun bir zaman geçmiş, mağdur ve sorumluların hemen hemen hepsi hayatını kaybetmiştir; kurbanlardan geriye bir iz kalmamıştır; olan bitene ad verilmesini sağlayacak somut bir belgeye erişmek neredeyse imkânsızdır; tarafların iddiaları arasında uçurumlar vardır ve hepsinden önemlisi, sorun aşırı bir şekilde politize edilmiştir.

Bu soruna daldığınızda önce birtakım tezlerle karşılaşırsınız. Ermeni tezlerine bakarsanız Türkler sırf Anadoluyu Hristiyanlardan temizlemek ve mallarına el koymak için bir gün orada yaşayan Ermenileri yurtlarından sürmeye ve öldürmeye karar verdi. Resmi Türk tezlerine göreyse, Ermeniler Osmanlı’ya isyan ve ihanet ettiklerinden yaşadıkları yerlerden özenle toplanıp o tarihteki yine Osmanlı devleti sınırları içinde yer alan Musul vilayetinin güneyi ve Suriye’ye aktarıldı. Bu aktarılma sırasında da salgın hastalıklardan bazıları hayatını kaybetti.

Peki ne olmuştu 1915’te?

Ben öyle uzun uzun tarih özetlerine girişmeyeceğim. Ansiklopedik bilgi babında kısaca hatırlatmak gerekirse, o yılın 27 Mayıs günü, "Vakti seferde...." diye başlayan dört maddelik meşhur geçici kanun yayımlandı. Kanun, ordu yetkililerine, gerektiğinde askeri nedenlerle ya da casusluk ve vatana ihanet ettiklerinden şüphe edilen köy ve kasaba ahalisini tek tek veya topluca başka bölgelere sevk ve iskân etme yetkisi veriyordu. Kanunda Ermenilerin adı geçmez, ancak çıkarılma nedeni Ermenilerdi. Kanunu çıkarılmasını sağlayan da iktidardaki İttihat ve Terakki Partisi’nin liderliğiydi.

Böylece yılın bahar aylarında başlayan Ermeni tehciri yaz boyunca devam edip o yılın kış aylarında büyük ölçüde tamamlandı. Toplanma bölgeleri o tarihte yine Osmanlı devleti sınırları içinde yer alan Suriye ve Musul’du. Kanunun yürürlüğe girmesiyle Anadolu’nun Trabzon, Erzurum, Sivas, Ankara, Yozgat, Gümüşhane gibi illerinden Suriye’ye doğru zor ve kanlı bir yolculuk başlamış ve sonuçta Ermeni kuruluşlarının ve Osmanlı devletinin verileri pek uyuşmasa da sayısı en az dokuz yüz bin civarında olduğu ifade edilen Ermeni nüfusu yaşadıkları yerlerden göç ettirilmiştir.

Tehcire zorlananlardan Suriye’ye ulaşabilenlerin oranı konusunda da iki tarafın istatistikleri çok farklıdır. Osmanlı yetkilileri, tehcir edilen Ermenilerin düzenli biçimde, güvenlik güçleri eşliğinde saldırılara karşı korunarak göç ettirildiğini ve çoğunun Suriye’ye sağ salim ulaştıklarını söylerken Ermeni kuruluşları tam tersini öne sürer. Onlara göre, Ermenilerin çoğu daha evlerinden çıkmadan öldürülmüş, yola çıkabilenler güzergâh boyunca çeşitli saldırılara uğramış ve hedef yerleşim bölgelerine pek azı varabilmiştir.

Maalesef elimizde kimin iddiasının ne kadar doğru olduğunu anlayamaya yarayacak kanıtlar yok. Ancak sonuçta, o tarihte Anadolu topraklarında yaşayan en az bir milyon Ermeniden bugün yetmiş bin kişi kalmıştır. Tabii ki bunlardan bazıları kendiliğinden bazıları da korku ya da çeşitli baskılar sonucu göç edip yurdu terk etmiştir. Ancak çoğunluğun bu topraklardan o dönemde şu ya da bu şekilde uzaklaştırıldığı açıktır. Olaylarda hayatını kaybedenlerin sayısını belirlemek mümkün değildir.

Bu konuya sorularla başlamıştık. Şimdi geldiğimiz noktada ortada yine iki tarafa da sorulması gereken birçok soru var. Mesela Ermeni tezlerini savunanlara şu sorular sorulabilir: Osmanlı devletini bu tedbiri almaya iten sebepler nelerdi? Gerçekten kendisine hiçbir tehdit sözkonusu değilken mi böyle bir yola başvurdu? Ta on dokuzuncu yüzyıldan beri Ermenilerin hamiliğine soyunup onları Osmanlı devletine karşı kışkırtan Avrupa devletleri bu halkı böyle bir durumda niçin yüz üstü bırakmıştı? Savaş bittikten sonra tehcirin sorumlularını yargılamaya çalışan İngiltere nasıl olmuş da onları mahkum ettirecek yeterli kanıta ulaşamamıştı? Taşnak, Hınçak ve Ramgavar gibi partiler o dönem ne gibi eylemlere girişmişti? İttihat ve Terakki yöneticileri savaşa girmeden önce Ermeni toplumumun ileri gelenleriyle biraraya gelip Osmanlı Devletinin düşmanı olan devletlerin kışkırtmalarına kanmamaları, onlarla birlikte hareket etmemeleri için onlara adeta yalvarmış mıydı? O toplantıda Ermeni ileri gelenleri tavırlarında ısrar etmiş miydi? Ermeni çeteleri "Ermeni ihtilalinin öncelikli amacı ulusal bağımsızlıktır ve hemen arkasından bağımsız bir krallık kurmaktır. Asırlardır Ermeni halkının üstünde bulunan zinciri her türlü imkânı kullanarak kırma zamanıdır" tarzında bildiriler dağıtmışlar mıydı? Sadece bildiri dağıtmakla kalmayıp Adana, Zeytun, Sason, Van gibi şehirlerde silahlı isyan girişimlerinde bulunmuşlar mıydı?

Biz de kendi kendimize şu soruları sorabiliriz: Hamidiye Alayları niçin kurulmuş, ne gibi işler yapmıştı? Eğer bir tehdit vardıysa bunu bertaraf etmenin biricik yolu genç, yaşlı, kadın, çocuk demeden yüzbinlerce kişinin binlerce kilometre ötelere, çok zor doğa koşulları altında sürülmesi miydi? Böyle bir zorlama bir ölçüde onları ölüme göndermek anlamına gelmiyor muydu? Sonuçta bu insanlar bizim vatandaşlarımız değil miydi? Suç işleyen vatandaşı yargılayıp cezasını vermek yerine niçin böyle toplu bir cezalandırma yoluna gidilmişti? Tehcir işi büyük ölçüde Teşkilat-ı Mahsusa denen özel ve gizli bir örgüte bırakılmış mıydı? Bu örgüt cezaevlerindeki suçluları serbest bırakıp silah altına alarak zorunlu göçte kullanmış mıydı? Bölgeden gelen katliam haberlerinin tümü yalan mıydı? Diyarbakır Valisi Dr. Reşit Bey gibi bazı valiler tehciri bir kıyıma dönüştürdüğü gerekçesiyle görevlerinden alınmış mıydı?

Önemli ve son bir soru: Tehcirin yürütülmesinden sorumlu dönemin İçişleri Bakanı Talat Paşa, sonradan kaleme aldığı hatıralarında, "Esasen bir askeri ihtiyat tedbirinden başka bir şey olmayan tehcir, vicdansız ve seciyesiz insanların elinde bir facia şeklini almıştır. Maksadım bu hareketlerin çirkinliğini gizlemek değildir" der. Talat Paşa'nın "facia"dan kastettiği şey nedir?

Araştırmacının işi ne kadar da zor değil mi?

Ben bundan birkaç yıl önce bu konuda sırf kendi merakımı gidermek ve kafamdaki soruya bir yanıt bulabilmek için küçük çaplı bir araştırmaya giriştim. Yukarıda saydığım engeller her aşamada birer birer karşıma dikildi. Ancak herşeye rağmen şimdilik bir sonuca ulaşabildim. Ulaştığım sonuç sadece benim o döneme biraz daha bilinçli bakmamı sağladı; başka bir işe yaramayabilir. Ne bizim resmi tezlerimize destek, ne de Ermeni tezlerine rakip taraftan sunulan bir kanıt olarak kullanılmaya uygundur.

Bence 1915 Ermeni trajedisinde tek bir failden söz edilemez. Kolektif bir suçun kurbanıdır Osmanlı Ermenileri. En başta İttihat ve Terakki Partisi’nin basiretsiz yöneticileri ve bunların maşaları; başta Çarlık Rusyası olmak üzere, İngiltere ve Fransa gibi Ermenileri önce kendi çıkarları için kışkırtıp sonra yüz üstü bırakan emperyalist devletler; Taşnak gibi radikal örgütler ve Ermeni toplumunun yine İttihatçılar kadar basiretsiz liderleri… Ne kadar öngörüden yoksun, sorumsuz, cahil ve zalim politikacı, kötü niyet, aptalca fikir ve haince hesap varsa aynı anda bir araya gelmiş gibidir. Bu karışımın iki taraftan da sayısız masum insanın hayatına mal olan bir trajediye yol açması ise kaçınılmazdır.

İşin ilginç yanı, bugün bu sorun tartışılırken de taraflar aynı zihniyetle davranmaya devam etmektedirler.

Amacım konuya kesin bir açıklama getirmek değil, herkesin kendine bu konuda bazı sorular sormasını sağlamaktı. Dediğim gibi uğursuz bir konu bu. İlle de ilgilenmek isteyenlere çok kısa bir okuma listesi önerebilirim:

- Hüseyin Çelik: Türkiye’nin Ermeni Sorunu (Yüzleşme/Çözüm) BDS Yayınları.

- Taner Timur: Türkler ve Ermeniler 1915 ve Sonrası/İmge Yayınları

- Ali Fuat Erden: Suriye Hatıraları/ İş Kültür Yayınları.

- Mete Tunçay: Tarihsel Bellek ve Aydınlar/Toplumsal Tarih Dergisi Mart 2005.

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..