Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Temmuz '10

 
Kategori
Tarih
 

1940'lı yıllarda otokrasi

1940'lı yıllarda otokrasi
 

Tarif ve 1946'ya Kadarki Partiler Üzerinden Örnekler

Monarşinin aksine “Otokrasi”de yönetim kişilere miras yoluyla kalmaz. Bizzat yönetim kişiler tarafından ele geçirilir. Darbe değil söylemek istediğim. Otokrasilerde belirli bir grup, bütün kurum ve kuruluşlarda hâkimiyet sağlar. Emredici bir yapıya sahiptir. Böyle olunca da yönetilenlerin düşünmesine, söz söylemesine, fikir üretmesine gerek yoktur otokratlara göre. Çünkü otokratlar halk adına düşünür taşınır ve uygun gördüğü kararı verir. Bireysel özgürlükmüş, hakmış, hukukmuş lüks ve gereksiz şeylerdir halk kitleleri için. (40’lı yıllarda köylülerin “tek pırpırlı ve /veya jandarma” üzerinden anlattıkları yalan değildir elbette. ) Hatta açıkça diyebilirim ki Türk halkının büyük çoğunluğu Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana solun hiçbir rengine kendi isteğiyle “evet” dememiştir. 1946’ya kadarki seçimler bir bakıma atama gibidir. “Şu kişi tespit edilmiştir. Seçilmiştir. Hayırlı olsun. “ mantığı. Birinci Dönem milletvekillerinin listesine bir bakın kimler var kimler? Bir kısmının önündeki ibare de çok komik: “ Ankara’ya gelmeden müstafi.” İstifa etmiş sayılıyor çünkü milletvekili Ankara’ya gitmiyor / gidemiyor/ ya da haberi olmuyor.

Dahası: Türk halkı, bütün cahilliğine (okullaşma anlamında) CHP’yi hiç mi hiç benimsememiştir ki ne zaman ortaya yeni bir parti çıksa, mecliste CHP çatısı altında olan (çünkü başka parti yok) milletvekillerinin önderliğinde yeni partiye akın etmişlerdir. Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partisi (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası) Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar’ın öncülüğünde kurulduğu 17 Kasım 1924’ten hemen sonra halk tarafından öyle bir teveccüh görmüştür ki 5 Haziran 1925’te kapatılarak susturulmuştur ancak. Acısı da şu: Kurucu ve üyelerinin birçoğu 1926'da idam edilmiş veya yurt dışına sürgüne gönderilmiştir.

Bir diğer parti çok partili hayata geçiş mavalıyla (aslında muhalif gücü tespit kurnazlığı) bizzat Atatürk tarafından Ali Fethi Okyar’a kurdurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası. (12 Ağustos 1930)

Başlangıçta güdümlü görünen SCF, sonradan geniş kitlelerle kucaklaştı. (Hatta demokrasi şehidi rahmetli Adnan Menderes de Aydın İl Teşkilatı Başkanı’ydı. ) SCF’nin bardağı taşıran ilk damlası Ege gezilerinde halkın verdiği coşkulu destektir. İkinci damla ise belediye seçimlerinde (500’ün üstünde seçim bölgesinde ) il bazında gösterdiği başarıdır. CHP (iktidarın bütün imkânlarını kullanarak ) kazanmasına kazanmıştır ama “gemi” su almıştır bir kere. O seçimlerin CHP tarafından nasıl kazanıldığına dair Mustafa Kemal Atatürk’ün, has adamı Hasan Rıza Soyak'a söyledikleri çok mânidardır: <ı>"… Hayır efendim. Hiç de öyle değil. Hangi fırkanın kazandığını ben sana söyleyeyim: Kazanan idare fırkasıdır, çocuk! Yani jandarma, polis, nahiye müdürü, kaymakam ve valiler. Bunu bilesin." (Hasan Rıza Soyak, Atatürk'ten Hatıralar Cilt II, Yapı Kredi Bankası Yayınları, İstanbul, 1973)

Sonrası mâlum senaryo: Ortak mektep kitaplarında şekliyle “Partiyi gericiler sardı.” mâlum iddiası. (Ne gericilikmiş bu yahu, hâlâ en kolay suçlama, niyet okuma yöntemi!) Fethi Okyar da bakıyor ki olmuyor 17 Kasım 1930’da İçişleri Bakanlığı’na başvurarak SCF’nin feshedildiğini açıklıyor. Hemen sonrasında 23 Aralık 1930’da Menemen Olayı. (Kubilay Olayı) Gerici ayaklanması propagandası. Akabinde yine sehpaları.

Dipnot-1:

Menemen, İzmir’in bir ilçesi. İzmir (daha sonra da Ege) Serbest Parti’yi büyük coşkuyla destek veren bir il. Menfur olayda hunharca öldürülen Mustafa Fehmi Kubilay aslında bir öğretmen. Yedek subay olarak görevde. Saldırganları teslim almak için ateş ederken kullandığı tüfekteki fişekler öldürücü etkisi olmayan “manevra fişekleri”dir. Bu yüzdendir ki Kubilay ateş ettiğinde kimse ölmemiş, kafaları içtikleri “esrar”la bir “ton” olan saldırganlar bunu, “Bize kurşun işlemiyor.” şeklinde yorumlamışlardır. Olayı gerçekleştiren saldırganların büyük bir kısmı Menemen dışından olmasına rağmen, Menemen ilçesi uzun yıllar bu menfur olaydan dolayı “üvey evlat” muamelesi görmüştür. Bugün bile Menemen, İzmir’in en az kalkınmış ilçelerinden biridir.

40'lı Yılların Otokrat Prototiplerinden Biri: Nevzat Tandoğan

Özelikle CHP’nin iktidarda olduğu Tek Parti Dönemi’nde bu otokrat tavır çok belirgindir. Halk adına; (halka rağmen) konuşan, fikir yürüten, kafa yoran, kendi işlerine gelen iyiyi güzeli dayatan hep ama hep CHP otokratlarıdır. Emrediyorlardı sadece. Dolayısıyla da her şey emr-i vaki oluyordu.

Bu otokratlardan (buyurgan, emredici) 40’lı yıllardaki prototiplerinden biri Nevzat Tandoğan’dır. Hukuk mezunu. 1929’dan intihar ettiği 9 Temmuz 1946’a kadar hem Ankara Valisi hem de Ankara Belediye Başkanı’dır. Bir koltuğa iki “Diyarbakır karpuzu” sığıyormuş meğer. Hani 1980 öncesi mitingler için cirit atılan “Tandoğan Meydanı” yukarıda adı geçen kişiden geliyor.

İşte onun halka rağmen halk adına hareket eden Nevzat Tandoğan’ın 3 Mayıs 1944’te Türkçülük ve Turancılık Davası’nda tutuklanıp karşısına getirilen, garip derviş Osman Yüksel Serdengeçti’ye (Rabbim rahmetini esirgemesin) söyledikleri CHP otokrasisinin tipik ve somut bir örneğidir:

"Ulan … Anadolulu! Sizin milliyetçilikle, komünizm ile ne işiniz var? Milliyetçilik lâzımsa bunu biz yaparız. Komünizm gerekirse onu da biz getiririz. Sizin iki vazifeniz var: Birincisi, çiftçilik yapıp mahsul yetiştirmek; ikincisi de askere çağırdığımızda askere gelmek." ”

Son söz:

Hâlâ parti kapatmalar sürdüğüne, yargının üst kademelerinde “mevzi”lenmişlerin kendi varlıklarını vurgulamayı dayatmaya kadar götürdüğüne, hâlâ “mürteci, irtica, gerici” gibi kavramlar mâlum kesimin dilinden düşmediğine ve hâlâ “sandık hazımsızlığı” yaşayanlar “ordu göreve” anlamına gelen kapalı darbe çığırtkanlığı yaptığına göre otokrasi bütün gücünü yitirmiş olmasına rağmen hayalet şeklinde, tebdil-i kıyafet, aramızda mı geziyor hâlâ acaba?

 
Toplam blog
: 300
: 1022
Kayıt tarihi
: 13.06.10
 
 

Tarih, edebiyat, şiir, dil ..